19. Yüzyıl Avrupa Mimarisi
Sanayideki gelişme XIX. yüzyılın denektaşıydı. Sanayileşmeyle birlikte nüfus ve yaşam düzeyinde artış, bunun yanısıra konut sorununda bir şişkinliği doğuran etkenler boy gösterdi. XIX. yüzyılda daha önceki yüzyıllara oranla daha çok yapı yapıldı, modern yapı tipleri ortaya çıktı, eski yapı tipleri değişirken, yeni yapı malzemeleri kullanıldı. Çeşitli yapı tarzları ve mimari kuramları birbirleriyle yarışmaya başladılar. Bütün bunlarla birlikte yeni bir meslek tipi doğdu : mimarlık.
XVIII yüzyılda Yunan ve Roma kalıntılarının dikkatle yapılan kayıtlarıyla birlikte mimari tarzlarının kataloglanmasına başlandı. Bu kayıtlar, Gotik, İtalyan Rönesansı, Kuzey Rönesansı ve Bizans yapıları tarzlarını kapsayacak biçimde XIX. yüzyıla kadar uzanıyordu. 1857 yılında George Gilbert Scott Londra’daki Dışişleri Bakanlığı yapısı için düşündüğü optik üslubundaki düzenlemeden vazgeçerek, Dışişleri Bakanı Lord Palmers-ton’un zevkine uygun biçimde İtalyan Rönesansı üslubunda bir yapı tipini benimsedi.
Bir üslubun seçimi hiçbir zaman bireysel bir zevk sorunu değildi. Üsluplar belirli bir birliği içerirler. Ticari yapılar, Medici ailelerinin varlıklılığını hatırlatmak amacıvla genellikle İtalyan Rönesansı üslubunda yapılmıştır. Charles IJarıy (1795 1600) ve Augustus Wclby Pugin’in (1812 1852) çizimini yaptıkları Londra’daki Parlamentoyum yapısı, parlamentonun önemli bir kurum olmaya başladığı dönemi yansıtmak amacıyla dikey Gotik üslubunda yapılmıştı
Gotik tarzının yenileyicisi, mimar Eugène Emanuel Viollet -le-Duc (1814 1879) »bir kişinin, güzel-ligi yalan yoluyla yaratabileceğine inanmak kabul edilmiş inançlara aykırıdır» diyordu. Güzelliğe dayanan mimari ile gerçege dayanan mimari arasındaki ilişki özellikle Pugin ve John Ruskin (1819 1900) tarafından ele alınmıştır.
Gerçek ve Doğruluk
Malzemelerin dürüst biçimde kullanılmasını savunan Viollet-le-Duc şöyle diyordu; «taş taşa, demir demire, ağaç ağaca benzemelidir». Bu yüzden demir sütunlar taşın içine gömülmemelidir. Bu görüş, sanatçının Hal binası (3) için yaptığı projede, daha sonraları da Hec-tor Cuimard tarafından (1867-1942) Ptirisdeki Sacre Coeur Okulu’nun (1895) projesinde uygulandı. Ruskin e göre «iyi» (yani güzel ve ahıkıl bir mimari yapıtı ancak «iyi» bir toplumu yansıtan, «iyi» bir mimar tarafından oluşturulabilirdi. Bu tutuma örnek olarak Roma’daki George Edmund Street’in St. Paul ü gibi büyük Gotik kiliseler ve Oxford’daki üniversite müzesi (1853-1859) gösterilebilir.
Dürüst denebilecek bu mimari tutumun öncülüğünü İngiltere’de Norman Shaw (1831-1912), Philip Webb (1831 1915) ve Charles Voy-suy (1857-1894) yaptılar. Mimarideki ev yaşamı ülküsü, İngiltere’deki Broadleys’de görüldüğü gibi, asimetrik zemin planlarında serbest anlatımı ve dikkati çekmeyen yükseklikleri kullandı.
Yeni Yapı Malzemeleri
Sanayileşme, yalnızca toplumun niteliği ve buna ilişkin mimariye ilgiyi uyandırmakla kalmadı, aynı zamanda dökme ve dövme demir, dökme cam ve hafif, ateşe dayanıklı tuğlalar gibi yeni yapı malzemelerini de doğurdu.
(Bu yenilikler, Isambard Kingdom Brunel’in (1806-18591 Bristol’deki CHI’ton tısına köprüsü (1830 -18631, John A. Roebling’in New York’daki Brooklyn Köprüsü (1869-1883) ve Victor Baltard’ın Paris’teki Les Hales (1853-1858) gibi -mühendislik” anıtlarının yapımına yol-açtı.Yine bu tür yapı malzemelerinin kullanımıyla Kari Etzel’in Vi-yana’daki Dianabad (1841-1843) (4) ve H.P.F. Labrouste’ın Paris Ulusal Kitaplığı’ndaki Okuma Odası 11863-1868) gibi «mimari» yapılar gerçekleşti. Demir aynı zamanda prefabrik yapılara da uygulanabiliyordu. James Bogardus’un New York’daki Laing dükkanları (1849) (5), Joseph Paxtons’un Londra’daki ünlü Crystal Palace (1850-1851) gibi yapıları önceden dökülmüş kalıpların birbirlerine monte edilmesi yoluyla yapılmıştı.
Toplumsal değişiklikler geleneksel yapı tiplerinin genişlemesine ve çeşitlerinin artmasına yolaçtı. Merkezi yönetimin önem kazanması ve büyümesiyle birlikte hükümet yapıları ve belediye binaları büyük çapta anıtlar haline geldi. Visconti ve Lefuel 1852-1857 yıllarında Paris’ deki Louvre’u yeni Barok tarzında genişletirlerken, Atlas Okyanusunun öte yakasında Alfred B. Mullet Washington da yeni-Roman tarzını uyguladığı Savunma Bakanlığı binasını (1871-1875) gerçekleştiriyordu. Bunların pek çoğu Gui-seppe Calderini’nin Romadaki Palazzo di Ciustizia (1888-1910) adlı yapısı gibi görkemliyken, pek-çogu da, P J H. Cuvper’in Amster-dam’da yaptığı Hik müzesi gibi özel ihtiyaçlara göre düzenlenmişlerdi.
Tren İstasyonları
En önemli gelişmelerden birisi demir yollarındaydı. Yeni sanayileşme döneminin simgeleri olan tren istasyonları tüm dünyaya yayılmıştı. Bazı örneklerde, tren istasyonları ön avluları bulunan küçük yapılardı. Bunlara örnek olarak Londra’daki King’s Cross (Lewis Cubitt, 1850-1852) ve F.A. Dequ-esney’in Paris’teki Care de I’Est (1847-1852) garı gösterilebilir. Bazı istasyonlarda ise ön avlusu bulunan bir yapıyla birlikte büyük oteller bulunuyordu. George Gilbert Scott’un, Londra’daki Midland Grand Hotel ve St. Pancras Station (1868-1873) (8) adlı yapısı bu türdendi. Bu gibi yapılarda mekanik yenilikler, konfor ve sağlık hizmetleri vardı.