Açıkhava Tiyatrosu nedir, nasıl ortaya çıkmıştır, Açıkhava Tiyatrosu hakkında bilgi.
Açıkhava Tiyatrosu. Dram. komedi ve vodvil gibi oyunların açıkta oynandığı yer.
İlk Çağlarda tiyatro, üstleri kapalı olmayan özel yapılarda halka gösterilirdi. Dünya’nın ve Anadolu’nun pek çok yerlerinde bu tür yapıların kalıntılarına rastlanmakta, bunlardan bir kısmı onarılarak bugün de kullanılmaktadır. Bundan esinlenerek İstanbul’un Harbiye semtinde, 1950 yılında bir açıkhava tiyatrosu yapılmıştır. Eski örneklere göre yapılan tiyatro, 4 bin seyirci alacak büyüklüktedir. Pek çok kentimizde yaz aylarında sahne eserlerinin oynandığı açıkhava tiyatroları vardır>Tiyatro tarihi, Açıkhava dönemi ve salon dönemi olmak üzere başlıca iki ana dalda incelenir. Bu ayrım yalnız yapısal bir ayrım olmaktan öte, iki farklı tiyatro teknik ve anlayışını da içermektedir.
Açıkhava tiyatrolarına ilk kez Eski Yunan’da rastlanmaktadır. Huni biçiminde ilk amfiteatrlardır. Romalılar zamanında ufak tefek değişikliklere uğrayan bu yapılar Ortaçağ’da yavaş yavaş kaybolarak yerlerini kapalı tiyatrolara bırakmışlardır.
Tiyatro, Eski Yunan’da bağbozumu tanrısı Dyonysos’un onuruna verilen şölenlerden kaynaklanır. Bu dinsel şölene katılan ve gittikçe geliştirilen dramatik unsurlar, tiyatro sanatının doğmasında başlıca etken olmuşlardır, önceleri, ozanların okudukları manzum parçalardan oluşan ilk temsillere sonraları korolar da katılmış, böylece bu dramatize mistik şölen, insan öğesiyle olumlu bir gelişme kaydetmiştir.
MÖ. 535 yılında Thespis, tiyatro anlayışında dönüm noktası olarak kabul edilebilecek ilk hareketi gerçekleştirmiş ve tiyatronun ilk aktörüne sahnede yer vermiştir. Başta, koroyu yöneten bir şef durumunda olan aktör, daha sonraları koroyla dialog kuran kişi olmuş ve oyunlar, koro ile aktörün karşılıklı söyleşileriyle temsil edilmeye başlanmıştır. Böylelikle temsiller bağbozumu tanrısının tekelinden kurtarılmış ve günlük olaylar da sahneye aktarılmıştır. Artık oyunlar canlanmış, izleyiciler artmıştır. Bundan yararlanmak isteyen Thespis ve grubu, belde belde dolaşarak oyunlarını tekrar tekrar sahnelemişlerdir.
Thespis’ln bu girişimini izleyen dönemlerde birbiri ardınca Açıkhava tiyatrolarının yapımına başlanmıştır. Bu mimari stil bile Thespis’in oyunlarından kaynaklanmıştır. Bu oyunlarda koro, koro şefinin etrafında sıralanır, koro şefi de ortada oyunu ve koroyu yönetirdi. Halk ise çepeçevre bu koroyu kuşatır ve böylece temsilleri izlerdi. Ancak, arkadakilerin iyi görebilmesi için, öndekilerin çömelmesi, arkadakilerin ise ayakta durmaları gerekliydi, işte bu konum, amfi fikrini ortaya koydu ve izleyicilerin sıraları da bunun sonucunda basamak basamak yükselerek yapıldı.
İlk Açıkhava tiyatrosu, Atina’daki eski pazar yerinin yanına ahşap olarak yapılmıştır. Bir süre sonra, kalabalık bir temsil sırasında çöken bu yapı, daha sonra Akropol ‘un güney doğusundaki kayalıklar üstüne Dyonysos Tiyatrosu adı ile tekrar kurulmuştur. Bu tiyatro, kayalıklara oyulmuş 78 mermer basamaktan oluşmuştur. Düzgün olmayan bir daire şeklindedir. En geniş yeri 100 m’dir. 30.000 ayakta, 17.000 oturan olmak üzere toplam 47.000 seyirci kapasitelidir. Sicilya’nın Taorminl kentindeki tiyatro ise, çapı 60 m olan tam bir daire şeklinde inşa edilmiştir. Mermer basamak adedi ise 30’dur. Bu tiyatronun üst kısmında tuğladan örülme, üstleri kapalı galeriler bulunmaktadır.
Yunan tipi Açıkhava tiyatroları üç bölümden oluşur. Bunlar; sahne, orkestra ve theatron bölümleridir. Sahne, aktörlerin arka tarafında temsile hazırlandıkları, ön tarafında ise oyunlarını sergiledikleri alanlardır. Orkestra, sahneyle izleyicilerin arasında yer alır. Bu, Yunan tiyatrosunda tam bir daire şeklindedir. Theatron İse, izleyiciler bölümüdür ki, basamaklardan oluşan bu bölüm, çoğu kez bir dağın yamacına yaslanır. Seyircilere küçük bir ücret karşılığında toprak çömlekler verilir, bu çömleklerin üstüne oturacakları yer yazılırdı. Sahne dekorları sade ve basitti. Trajedilerde, dörde kadar çıkan dekor türü kullanılırken, komedilerde bir şehir meydanı, satirik dramlarda ise tek bir manzara yeterli olurdu. Temsillerin çoğunlukla gündüz oynandığı bu tiyatrolarda perde öğesi de bulunmamaktaydı. Yunan tiyatro tipinin en güzel örnekleri olarak Anadolu’da Telmessos Efes, Stratonice, Yunanistan’da Delphes, Sicyane, Epidorus, Sicilya’da ise, Segeste Taomini ve Sirakuza tiyatroları verilebilir. Anadolu’daki Efes, Bergama ve Priyen gibileri ise, Yunan tipinden Roma tipine geçiş döneminde yapılmış tiyatrolardır.
Roma mimarisi, Yunan mimarisini prensipte kabul etmekle birlikte, kendisiyle birtakım değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Koroya, Yunan’daki önem verilmemiş, bu nedenle Yunan’ da tam bir daire şeklinde oluşturulan orkestra, Roma sahnesinde yarım daire olarak yer almıştır. Buna paralel olarak seyirci yerleri de yarım daire şeklinde oluşturulmuş, ancak sahne daha geniş tutulmuştur.
Yunan’da açıkhava tiyatrolarının yapımı sırasında dikkat edilen noktalardan biri de, bu tiyatroların, güzel bir manzaranın karşısında bulunan bir dağın yamacına kurulmuş olmasıdır.; Böylelikle izleyicilerin temsilleri doğal bir dekor içinde, görüş alanlarının tüm açıklığı ile izlemesine olanak tanınmıştır. Ancak Roma tiyatrolarında bu görülmez. Onlar, sahnenin arkasını bir duvarla kapatmakta sakınca görmemişlerdir. Bu nedenle de Roma tiyatrolarında dekor gereksinimi büyük ölçüde duyulmuştur. Böylece, kulislerden sahneye doğru uzayan dekorlar kullanılmaya başlanmış, ancak dekor hazırlıklarını izleyicilere göstermemek için de tiyatro perdesini ilk kez Romalılar koymuşlardır. Romadaki Marcellus Tiyatrosu, türünün en güzel örneklerindendir. 30.000 kişilik bu tiyatronun yan taraflarında halkı güneş ve yağmurdan korumak amacıyla, üstü örtülü sığınaklar da inşa edilmiştir. Bunlardan başka Pompei Tiyatrosu, Atina’daki Hedodc, Atticus’un Odeo ve Anadolu’daki Aspendos Tiyatroları yine türlerinin ünlü örnekleri arasında yer alırlar.
Sonraları Hıristiyanlığın yayılması ve bitip tükenmek bilmeyen istila hareketleri tiyatro çalışmalarını da büyük ölçüde etkilemiştir. Bizans’ta bile tiyatro sanatı kösteklenmiş, hatta tiyatrolar tahrip edilerek, tiyatro izleyicileri yerlerini araba yarışı izleyicilerine bırakmak zorunda kalmışlardır.
IX. yüzyılın sonlarına doğru, tamamıyla dinsel yönlü, konularını inciliden alan bir temsil türü ortaya çıkmış, ilkin kilisede sergilenen bu oyunlar bir süre sonra şehir meydanlarına kadar taşmıştır. Bu temsil üslubunun, antik Açıkhava tiyatrolarıyla uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.
Tiyatroyu, devamlı ve ciddi bir kuruluş yerine koyan ve tiyatroculuğu ilk kez profesyonelleştirip bir meslek haline getiren, Rönesans dönemi olmuştur.
Elizabeth dönemi tiyatrolarıyla antik tiyatrolar arasında büyük benzerlikler göze çarpar. Shakespeare’in eserlerini sahneye koyduğu lilobe Tiyatrosu bu tür tiyatrolara en güzel örnektir. Ancak sahneyi çepeçevre saran kapalı localar, tamamıyla açık olan sahneye dönük olduğundan, Elizabeth dönemi tiyatrolarında perdenin olmaması, temsilleri son derece güçleştirmiştir.
Yaşadığımız yüzyılda, Açıkhava tiyatrolarının yeniden gündeme gelip canlandırılması olayı, halkçı sanat akımlarının yoğunlaşmasından kaynaklanmıştır.
Amerika, Almanya, Rusya gibi ülkelerde, antik tiyatrolara karşı eğilim büyük yoğunluk kazanmıştır. 1939 yılında İzmir’de kurulan Açıkhava Tiyatrosu, bu atanda ülkemizde atılan ilk ve en önemli adım olmuştur. Daha sonra 1950 yılında da İstanbul’un Harbiye semtinde, Açıkhava Tiyatrosu yapılmıştır. Eski örneklere göre yapılan bu tiyatro, dört bin seyirci alacak büyüklüktedir. Ayrıca pek çok kentimizde de yaz aylarında sahne eserlerinin oynandığı Açıkhava tiyatroları vardır.