Agnostisizm Nasıl Ortaya Çıktı?

Agnostisizm (Yunanca agnostos: “bilinemez”), insanın, kendi deneyimleriyle elde ettiği olguların ötesinde hiçbir şeyin varlığını bilemeyeceğini ileri süren öğreti.

Agnostisizm, günlük dilde, genel olarak dinsel sorunlarla ilgili şüphecilik, özel olarak da çağdaş bilimsel düşüncenin etkisiyle, geleneksel Hıristiyan inançlarının reddedilmesi anlamında kullanılır.

Agnostisizm hem bir terim, hem de felsefi kavram olarak Thomas Huxley tarafından ortaya atıldı. Huxley, agnostik sözcüğünü (gnostik: “bilinebilir” karşıtı olarak) hem geleneksel Yahudi-Hıristiyan tanrıcılığını, hem de tanrıtanımazlık öğretisini reddederek Tanrı’nın varlığı sorununu ortada bırakan düşünürler için kullandı.

Tanımdan ve terimin günlük dilde kazandığı anlamdan açıkça anlaşılacağı gibi, agnostisizm dendiğinde, aralarında ilişki olmakla birlikte gene de farklı olan iki görüş anlatılır. Terim, tüm kanıtlar ortaya çıkmadığı, çıkma olasılığı da bulunmadığı için, insan Tanrı ilişkisi gibi nihai sorunlar üzerinde yargıya varılamamasından başka bir anlama gelmeyebilir.

Aziz Augustinus, Pascal ve Kierkegaard gibi filozofların düşünce sistemlerinde kuşkunun imana giden bir yol olarak görülmesi gibi, agnostizm de bu anlamıyla insan-Tanrı ilişkisi konusuna Hıristiyanlığın getirdiği yorumlamalar için bir yol olabilir. Bununla birlikte Huxley, agnostisizmin, insan-Tanrı ilişkisine ilişkin Hıristiyanlık yorumlarını polemik konusu yapmayı amaçladığını ortaya koydu. Terimin tanımladığı nihai sorunlara ilişkin yargının ortada bırakılmasının, “var olduğu umulan şeyler”e ve “görünmez şeyler”e ilişkin Hıristiyan inancını geçersiz kılacağı düşünülmüştü. Huxley’in, C. Darwin’in öğretisi üzerine yapılan tartışmalarda oynadığı rol, agnostisizme asıl bu kapsamda bir anlamın yüklenmesine yol açtı. Clarence Darrow gibi önemli Danvinciler, kendilerini agnostik olarak tanımladılar. Geleneksel Hıristiyan inançlarına bağlı kalan yazarlar ise, agnostizmi bu inançlara düşmanlık duymakla eşanlamlı kabul ediyorlardı.

20. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde çatışma alanı değişti. Filozoflar arasında temel ilgi alanı, artık Hıristiyanlığın sunduğu kanıtlar değil, veri olarak alınan bu kanıtların ortaya konması ve doğruluğunun gösterilmesi sorunu oldu. Kanıt ve doğrulama sorunu, temel sorun haline geldi.

Agnostisizm ile benzerlikleri olan mantıksal olguculuk, temel ve bilinemeyen sorular ile ilgili kurgulan reddederek Huxley’in agnostisizminin de ötesine geçti.