Ahde vefa, usulüne uygun olarak aktedilmiş bir anlaşmayı, tarafların iyi niyetle uygulamakla yükümlü olduklarını belirten genel hukuk ilkesi.
Özel hukukta olduğu gibi, devletler hukukunda da büyük önem taşır. Birleşmiş Milletler Antlaşması gibi bazı önemli uluslararası belgelerde yer almıştır. Devletler hukukunun dayanağını normcu bir görüşle açıklayan Avusturya asıllı hukuk bilgini Hans Kelsen, uluslararası hukukun yazılı kuradan olan anlaşmalara geçerlilik ve bağlayıcılık gücünü sağlayanın ahde vefa ilkesi olduğunu belirtir. Hukuk sistemini, temel normdan yola çıkarak bir normlar sıralamasına dayandıran Kelsen, devletler hukuku ile iç hukuk arasında önemli fark görmez. İç hukuk için, temel norm olarak anayasayı, devletler hukuku için ise, temel norm olarak ahde vefa {pacta stınd servanda) ilkesini kabul eder.
Ahde vefa ilkesi, iç hukukta da uygulama alanı bulur. I. Dünya Savaşı’ndan sonra değişen ekonomik koşulların, savaştan önce yapılmış idari sözleşmeleri etkileyip etkilemeyeceği konusundaki tartışmalarda öngö-rülemezlik hali kuramı (emprevizyon teorisi) ortaya atılmış, buna karşı olanlar ise ahde vefa ilkesini savunmuşlardır. Buna göre sözleşmenin tarafları, beklenmeyen çıkarlardan ve oluşacak olağanüstü karlardan yararlanabilecekleri gibi, beklenmeyen zararlara da ortak olurlar. Kuramda ve uygulamada, kimi durumlarda ahde vefa ilkesinin getirdiği yükümlülüklerden kurtulma olanağı kabul edilmiştir (bak. öngörüle-mezlik hali kuramı).
İslam hukukunda ahde vefa dinsel bir buyruk niteliği taşır. Buyruğun gereklilik ve bağlayıcılık derecesi, sözleşmenin konusuna göre değişebilir. Yapılması zorunlu olan ile uygun olanı belirleyen sözleşmeler ve bunların yerine getirilme gerekliliği farklı derecelerdedir.