Arkeoloji, fiziksel kanıta dayalı tarih araştırmasıdır. Arkeologlar alanı saptar, kazar ve buldukları kanıtı (geçmiş hakkında başka bir yolla öğrenemeyeceğimiz bilgileri) yorumlarlar.
Bazen, Peru’daki İnka şehri Macchu Picchu’da olduğu gibi, geçmişin kalıntıları o kadar büyüktür ki kolayca görülebilirler. Oysa çoğunlukla arkeologların ipuçlarını, daha dikkatli aramaları gerekir. Bunu yapabilmek için her yıl uçaklardan çekilen yüzlerce fotoğrafı kullanırlar. Arkeolojik alanlar, havadan görülebilir. Ekinler, kökleri gömülü bir duvarın veya doldurulmuş bir hendeğin üzerinde, farklı şekillerde büyüyebilir.
Kazı
Bir sit alanı keşfedildiğinde, o bölge dikkatlice ölçülür ve detaylı kayıtlar (çizimler, fotoğraflar ve notlar) tutulur. Yüzeyde, kalıntıları toplanır ve alandaki pozisyonları işaretlenir.
Çoğu tam ölçekli kazılar bugün artık ‘kurtarma kazısı’dır. Böyle kazılar gerçekleştirilir, çünkü sit alanları yeni yollar, binalar veya derin sürümlerle bozulmaktadır. Alanın kazılması, arkeologların bunu anlayabilmesi için alanın büyük kısmını tahrip etmeleri anlamına gelir.
Yorum
Bir kazıdan sonra uzmanlar, kayıtları inceler ve bir rapor yazar. Alanın hikayesini oluşturmak için farklı tip hayvan kemiklerini, çömlek parçalarını veya bitki tohumlarını tanımlamak ve tarihlemek için uzmanlar dahil çok sayıda kişinin bir araya getirilmesine ihtiyaç vardır. Oysa en güncel bilimsel yöntemleri kullanarak bile geçmişin tam bir resmini yeniden oluşturmak zor bir iştir. Çünkü her şey günümüze kadar ulaşmamıştır.
Arkeoloji kelimesi Yunanca arkhaios (eski) ve logos (bilim) kelimelerinden oluşur. Çok eski çağlara uzanan uygarlık tarihi, insanlar için her dönemde bir merak konusu olmuştur. Eski Yunan ve Roma’da sanat eserlerini geriye dönük ve çözümleyici bir görüşle inceleme çabası vardı. Strabon, Plutarkhos v.d. eski yapıtlarla ilgili ve onların önemini kavramış kimselerdi. Halikarnassos’lu Dionysos yazdığı Roma tarihine arkeoloji adını vermişti; ama arkeoloji adının kullanılmasından arkeolojinin bir bilim dalı haline gelmesine kadar yüzyıllar geçmesi gerekti.
Eski sanat eserleri Rönesans’ta büyük ilgi görmüş ve bugünkü arkeolojiye benzer çalışmalar yapılmıştır. Ama XVIII. yüzyıla gelinceye kadar, eski eserler üzerine yapılan çalışmalar sanat tarihi araştırmaları olmaktan öteye geçememiştir. Aynı yüzyıl başında önce Herculanum, sonra Pompei sitelerinin bulunduğu yerlerde yapılan kazılar, arkeolojinin, Eskiçağ’ın öğrenilmesine nasıl yardımcı olacağını açık seçik gösterdi. İlk defa, geçmişten, tek bir anıt değil, bütün bir site ortaya çıkartılıyor ve günlük yaşantının görüntüleri gözler önüne seriliyordu.
Tarihin en yakın arkadaşı
Arkeoloji biliminin yöntemleri XVIII. yüzyılda Fransız bilgini CayIus (1692-1765) ve Alman bilgini Winc-kelmann (1717-1768) tarafından geliştirildi. Winckelmann’ın çalışmaları sayesinde arkeoloji bir bilim haline geldi.
O zamana kadar kazılar sadece gömülü sanat eserlerini bulma amacıyla yapılıyordu. Arkeoloji gerçek bir bilime dönüşünce, artık, geçmişin kalıntılarını, en önemsiz gibi görünenleri bile aramak görevini yüklendi. Bu kalıntılar yok olmuş toplumların yaşamının; konut, teknik, beslenme v.b. bütün yönlerini öğrenmemize yardımcı olacaktı. Arkeoloji, tarihçinin inceleme alanını, yazılı belgelerin kaybolduğu veya hiç bir zaman var olmadığı ve bulunmadığı yerlerde, ona maddî kanıtlar sağlamak Yoluyla genişletti.
Napolyon Bonapart’ın Mısır Seferi (1798) batıda bu ülke uygarlığına karşı geniş bir ilgi uyandırmıştı.
1822’de Champollion, kâğıdımızın atası olan papirüse çizilmiş veya taş üzerine yazılmış esrarlı hiyeroglif yazısını çözdü, okudu. Bu buluş, uzun bir dizi kazıya ve araştırmaya yol açtı. Mısırlıların anıtsal mezar mimarîsi günışığma çıkartıldı: piramitler (firavun mezarları) ve tapmaklar kumlardan temizlendi ve içindekiler (eşya, heykeller, freskler) Mısırlıların yaşam ve inançları konusunda değerli bilgiler sağladı. Bu yönden en zengin buluşlardan biri, Tutankhamon’un mezarıdır (1922). Bu mezar, araştırmacıların gelişinden önce soyulmamış pek az mezardan bir tanesiydi.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında arkeoloji, doğu ile ilgilendi. «Çivi» yazısı çözülüp okundu. Asur’da başlatılan kazılar kırk yıldan fazla bir süre devam etti ve birçok yerleşme bölgesi ortaya çıkarıldı: Kursâbât, Ninova, Nemrut; Ninova’da, Asurbanipal’in sarayındaki ünlü kitaplıkta fırında pişirilmiş kil levhalar üzerine yazılı pek çok metin bulundu. Sarayların duvarlarındaki kabartmalar, kralların zaferlerini simgeleyen savaş sahnelerini gözler önüne getiriyordu.
Anadolu’da arkeoloji araştırmaları
Küçük Asya uygarlıkları XIX. yüzyılda Türkiye’yi yabancı arkeologların akınına uğrattı, ilk arkeoloji araştırması H. Schliemann tarafından Truva harabelerinin bulunduğu Hisarlık’ta başlatıldıysa da bilimsel nitelikte ilk araştırma, W. Dörpfeld’in gene Truva’da yaptığı kazılarla gerçekleştirildi.
1881’de müzeci Osman Hamdi Beyin girişimiyle, bu kazılara Türk arkeologlar da katıldı. Ancak, uzun bir süre ağırlık yabancıların. elinde kaldı. İstanbul’da Rus, Fransız ve Alman Arkeoloji enstitüleri de kuran yabancı arkeologlardan Almanlar Bergama, Priene, Miletos ve Didima’da; Avusturyalılar Efes’te, Amerikalılar Sardeis’te kazılar yaptılar.
İç ve Güneydoğu Anadolu kazılarında E. Chantre Anadolu’nun Cilâlıtaş Devri’ne (Neolitik) ait buluntular ve Hititlerin son dönemine ait bir saray; İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanı Makridi ve H. Winckler’in Boğazköy’de yaptığı kazılarda da bir Hitit arşivi ortaya çıkartıldı. C. L. Wo olley Kargamış’ta, J. Garstang Sakçagözü’nde, Felix von Luschan Zincirli’de araştırmalar yaptı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, hızla gelişen arkeoloji çalışmaları Anadolu uygarlıklarını ana hatlarıyla belirlemiş, Mezopotamya, Batı Trakya ve Ege uygarlıklarıyla yapılan karşılaştırmalar batı uygarlığının esin kaynağını ortaya koymuştu. Fakat bu çalışmaların yabancıların elinde olması buluntuların büyük bir çoğunluğunun Türkiye dışına çıkarılmasıyla sonuçlanıyordu.
Cumhuriyet döneminde Anadolu arkeolojisi daha bir önem kazandı. Uzmanlık öğrenimi için yurt dışına öğrenci gönderildi. Türkiye’deki arkeoloji araştırmalarının devlet eliyle yaptırılmasına, yabancı uzmanların bakanlık izniyle ve Türk arkeologların yönetiminde çalışmalarına karar verildi. Araştırmalar Millî Eğitim Bakanlığı ve Türk Tarih Kurumu aracılığıyla yönetildi. Ayrıca İstanbul Üniversitesi’nde (1933), Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde (1935) Arkeoloji ve Prehistory a bölümleri kurularak arkeoloji öğrenimi başlatıldı ve fakültelere bağlı arkeoloji enstitüleri açıldı.
“Ankara’nın kuruluşunda arkeolojik kalıntıların ortaya çıkması üzerine kazılar Atatürk’ün emriyle buradan başlatıldı. Makridi, Kurt Bittel. Şevket Aziz Kansu v.b. arkeologlar bu yörede yaptıkları kazılarla Hitit ve Frigya uygarlıklarının varlığını ortaya çıkardılar. Sonraki yıllarda da araştırmalar sürdürüldü. 1933′-te Alman bilim adamı Bossert Boğazköy’de; Remzi Oğuz Arık, J. Sperling ile Karatepe’de, Karayivtepe ve KArayurt’ta (1936); Hamit Zübeyr Koşay Ahlatlıbel (1934), Alacahöyük (1936) ve Büyükgüllücek’te (1948); Şevket Aziz Kansu Yazılıkaya’da (1937 -1939), Boğazköy (1937), Demirci höyük (1939) ve Fikirtepe’de; Arif Müfit Mansel Pamphylia bölgesinde (1943), Tahsin Özgüç, Alacahöyük’te ve Nimet Özgüç’le birlikte Kültepe’-de araştırmalar yaptılar (1950).
Arkeolojinin yöntemleri
Birinci Dünya Savaşı’na kadar çok sayıda belgenin topraktan çıkartılmasına olanak veren geniş kazılara girişildi. Ama, çoğunlukla çevresinden kopartılıp alman bu eşyalar değerini yitiriyordu. Bugün arkeologlar, yüzey olarak daha kısıtlı ama daha derine inen sondajlara girişirler: bilimsel yönden, çeşitli konut katmanlarının birbirini izleyiş düzenini bulmayı ve böylelikle elde edilen malzemenin en yanlışsız olarak tarihlenme-sini sağlamayı başarırlar.
Kazılara girişmeden önce, en ilginç bilgileri verebilecek olan yerleşme bölgelerini seçmek söz konusudur. Bunun için birkaç yöntem kullanılır:
toprağın incelenmesi veya arazide keşif;
havadan inceleme; iyi yorumlanırsa, havadan çekilmiş fotoğraf, Eskiçağ sitelerinin izlerini (çukurlar, yollar v.b.) belli eder;
denizaltı araştırması; son zamanlarda denizaltı fotoğrafçılığına başvurulması, arkeolojiye yepyeni bir alan açmıştır: batık gemiler ve suların yuttuğu sitelerin incelenmesi.
Kazılar, araştırmalar, keşiften sonra gelir; toprağın birbirini izleyen katmanlarının dikkatle incelenmesinden (stratigrafik yöntem) ibarettir.
Arkeolojinin bölümleri
I. Tarihöncesi arkeolojisi, İlk insandan yazının bulunuşuna kadar geçen dönemdeki eserlerle uğraşır.
Taş Çağı. Tunç Çağı, Demir Çağı olmak üzere üç bölüme ayrılır;
II. Tarih çağları, yazının bulunuşundan sonraki uygarlıklara alt eserlerle uğraşır;
- 1. Klasik arkeoloji:
- a. Yunan arkeolojisi,
- b. Ege arkeolojisi;
- 2. Mısır arkeolojisi;
- 3. Yakındoğu arkeolojisi;
- a. Hitit arkeolojisi,
- b. Kıbrıs arkeolojisi;
- 4. Roma;
- 5. Bizans;
- 6. İslâm;
- 7. Anadolu.