Arnavutköy Çileği Nedir? Özelliği

Arnavutköy’ün bağları, bahçeleri l6. yy’dan beri ünlüydü. Bu bölgede bağcılığın tarihinin daha eskilere, Bizans dönemine gittiği bilinir. Ancak, köyün kendi adını taşıyan çileğinin tarihi sanılabileceği kadar eski değildir. İlk çilek fidesinin, 19. yy’ın hemen başında İpsilanti ailesi tarafından getirildiği, Arnavutköy sırtlarına dikildiği, bir süre sonra da bağların önemli bölümünün, yerini çilek tarlalarına bıraktığı bilinmektedir.

Arnavutköy’de aslında iki ayrı cins çilek yetişirdi. Küçük, açık pembe renkli, kokulu olanı, Osmanlı çileği de denen, sevilip aranan bir türdü. Bu nadide cins, önceleri sadece Arnavutköy sırtlarındaki tarlalarda bulunurken, daha sonra İstanbul’un Yeniköy, Tarabya, İstinye sırtlarında ve Kadıköy tarafında Pendik civarında da yetiştirilmeye başlandı. Ancak adı nereden gelirse gelsin, belli bir türe bağlı olarak Arnavutköy çileği kaldı. “Arnavutköy’de sırtlardaki tarlalarda Osmanlı çileğinden başka daha koyu renkli ve biraz daha büyük frenkçileği de dikilirdi. İlk mahsul, genellikle mayıs ayında alınır; çilek meraklıları tarlalara küçük sepetlerle kendileri toplamaya ve hemen orada taze taze yemeye gelirlerdi. Çevreye kol atan çilek fideleri, küçük beyaz çiçekleri ve koyu yeşil yapraklarıyla bahar aylarında çok güzel görünür, çilek tarlalarının bulunduğu sırtlardan çevreye çilek kokusu yayılırdı.

Arnavutköy sırtlarındaki çilek tarlaları, 1960’lara kadar korundu. 1960’lardan sonra, önce Osmanlı çileği daha sonra frenkçileği hem Arnavutköy’de, hem de bu çileğin yetiştirildiği diğer bölgelerde azalmaya başladı. Günümüzde ise, küçük özel bahçeler haricinde, bütünüyle yok oldu; sadece adı ve bilenlerin damağındaki ince, hoş lezzeti kaldı.