Ayakkabıcılık Mesleğinin Tarihçesi

Ayakkabıcılık Mesleğinin Tarihçesi

Ayakkabıcı: Ayakkabı yapan, satan, onaran, kimse. Ayakkabı satılan yer: Köşede bir ayakkabıcı açıldı. 

Kökeni Ahilik örgütüne dayanan esnaf loncalarında, ayakkabıcıların da ayrı ve köklü bir örgütü vardı, inanışa göre bu sanatın piri Ekber’i Yemen’di. Örgütün başında yiğitbaşı denen bir kişi bulunurdu. Yiğitbaşı çarşıya gelen malzemeyi esnaf arasında paylaştırır, üretilen malları denetler, kötü mal yapanı ya da uygunsuz davranışta bulunanı cezalandırırdı. Kâhya* adı verilen bir de yardımcısı vardı.

Ayakkabıcılık, usta -çırak ilişkisinin katı kurallarla sürdürüldüğü el sanatlarındandı. Mesleğe girmek isteyen, küçük yaşta bir usta yanına verilirdi, ilkin basit işlerden başlayarak, yeteneğine göre 8-10 yıl, ustanın yanında çıraklık yapar, ondan sonra ustanın izniyle kalfalığa hak kazanırdı. Kalfa olacak genç, çarşıdaki tüm ayakkabıcı esnafına kalfa ekmeği denen bir yemek verirdi. Bu, bir tür kalfalığa geçiş töreniydi. Ustalığa hak kazanan, kendi dükkânını açarken de usta* yemeği denen bir tören düzenlenirdi. Yiğitbaşının başkanlığında yapılan törene tüm çarşı esnafı katılır, bu törenle kalfanın ustalığı onaylanmış olurdu. Hiçbir çırak ya da kalfa, ustasının izni olmadan dükkân değiştiremezdi.

Esnaf loncalarının etkinliğini yitirmesinden sonra da ayakkabıcılıkta usta-çırak ilişkisi sürdü. Sanayileşmeye koşut olarak öteki küçük üretim dallarında olduğu gibi ayakkabıcılıkta da seri üretime geçildi. Ismarlama ayakkabı, yerini hazır ayakkabıya bıraktı. Eskiden bir ayakkabıyı tek bir kişi yapabilirken giderek işbölümü ve uzmanlaşma söz konusu oldu, makineleşme devreye girdi. Geleneksel yöntemlerle bu sanatı sürdürmek isteyenler, alıcı ve çırak bulmada zorluk çekmeye başladılar. Günümüzde meslek okullarında açılan meslek edindirme kurslarıyla, bu sanatın sürdürülmesine çalışılmaktadır.

Ayakkabının Tarihçesi

Mezopotamya’da ayakkabı bilinmezdi. Mısır hükümdarları ve tanrıları hep çıplak ayaklı olarak betimlenmiştir; anlaşıldığına göre sandallar yalnızca ev içinde kullanılıyordu. Buna karşılık Hititliler, Anadolu’da kullanılan çarığa benzer kalkık burunlu tahta ayakkabılar giyerlerdi; çarık sözcüğü Hititliler’in ayakkabılara verdikleri adı ve ayakkabı bağı anlamına gelen İbranice terimi anımsatır (Yaradılış, XIV. 23). Törelerine göre İbraniler kutsal bir toprağa ayak bastıklarında ayakkabılarını çıkarırlardı.

Asurlular bütün binici halklar gibi çizme giyerlerdi. Persler de hep ayakkabılı olarak betimlenmiştir.
Yunan ayakkabıları üç kategoride toplanır: kayışlarla bağlanmış basit bir tabandan oluşan sandal, ayrıca bir tabanı olmayan aba ayakkabı; devrik konçlu bir çeşit potin olan kothornos. Boyu yüksek tutmak için o zaman bilinmeyen ökçenin yerini tutan ve çok yüksek bir mantar tabanı bulunan kothornos, tiyatroda trajedi oyuncularınca giyilirdi, aba ayakkabıyı ise komedi oyuncuları giyerdi. Pedila, başparmak ve diğer parmaklar arasından geçen ince deri kayışlarla bilekten bağlanan bir sandal türüydü. Krepis’in deriden, delikli bir kenarlığı vardı, deliklerden geçirilen kayışlarla ayağa bağlanırdı. Nymphitikon yeni gelinlerin giydiği beyaz ayakkabıydı.

Romalılar da aynı tip ayakkabıyı giyerlerdi; ayrıca kürklü, sivri, köşeli, yuvarlak burunlu, bağlı hatta senatör ve patriciusların giydikleri mülleler gibi kalkık burunlu ayakkabılar yaygındı. Askerlerin ayakkabıları kabaralıydı.

Orta Asya’da yapılan kazılardan elde edilen bulgular, eski Türkler’de deri işleme sanatına koşut olarak ayakkabı yapımının da gelişmiş olduğunu göstermektedir. Yapılan kazılarda çıkan çizme ve çarıklar bunu kanıtlar niteliktedir. Osmanlılarda da deri işleme sanatı gelişmişti. Özellikle yeniçerilerin giydiği yumuşak çizmelere duyulan gereksinim, ayakkabıcılığın da gelişmesini sağlamıştı. XVI. -XVIII. yy.’lar arasında İstanbul esnafının yaptığı ayakkabılar, sağlamlığı ve zarafetiyle ünlüydü. Ayakkabının türü, giyenin sosyal konumunu da gösterirdi.

Askerlerin, çeşitli meslek gruplarının, hizmetkârların giydiği çizme ve ayakkabılar farklıydı. Ev içi ayakkabılarıyla sokak ayakkabıları arasında da fark vardı. Ev içinde giyilen ayakkabılar daha çok atlas, kadife ya da başka kumaşlardan yapılır, üstleri sırmayla işlenirdi. Deri ayakkabılara da sırmayla iş yapıldığı olurdu. Kışlık ayakkabıların içi, çoğunlukla kürk kaplanırdı.

Ayakkabılar yapıldıkları malzemeye ve biçimlerine göre çok çeşitli adlar almıştı. Başlıcaları: başmak, bot, çapula, çizme, çedik, edik, filar, fotin, galata yemenisi, iskarpin, kaloş, kamerçin, katır, kundura, mest, mercan terlik, merkup, mokasen, nalın, pabuç, pantufla, patik, postal, sandal, takunya, terlik, tomak ve yemeni.