Batılılaşma nedir? Türkiye’de Batılılaşma Hareketleri, Cumhuriyet döneminde batılılaşma amacı ile yapılan yenilikler. Türkiye’nin batılılaşma süreci
Batılılaşma a. Batılılaşmak eylemi. Osmanlı devletinin gerileme döneminde başlayan ve Cumhuriyet ile yeni boyutlar kazanarak süren, Batı’ya koşut ve çağdaş bir toplum ve devlet düzeni kurma amacına yönelik siyasal ve düşünsel hareket.
Viyana bozgunu ile başlayarak (1683) Karlofça antlaşması ile noktalanan (1699) bir dizi yenilgi, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir dünya devleti olarak oynadığı önemli rolü yitirmesine yol açtı. XVIII. yy. başlarında bile Batı, gerek siyasal ilişkilerinde gerekse asken ve teknik alanlarda Osmanlı İmparatorluğu’ndan çok daha ileri bir düzeye ulaşmış durumdaydı. Bu durum Osmanlı devletini, daha önce küçümsediği batı uygarlığının kimi öğelerini taklit etmek ve benimsemek zorunda bıraktı. Sadrazam Nevşehirli Damat ibrahim Paşa (1718-1730) bu yolda ilk adımları attı: Pasarofça Antlaşması’nın (1718) ardından önce Viyana’ya (1719) sonra da Paris’e (1721) Osmanlı elçileri gönderdi; itfaiye örgütü batı örneğine göre düzenlendi; ilk matbaanın kuruluşundan sonra Batı’nın askerlik yöntemleri ve silah gücü konusundaki bilgiler önem kazandı.
Lale devri diye bilinen bu dönemde, batı kültürü ve yaşam biçimi saray ve yönetici sınıf çevrelerinde büyük ilgi görmeye başladı. Fransız bahçe düzeni, Fransız mobilyası saray çevrelerinde moda oldu. Batılılaşmanın bu biçimine tepki gösteren İstanbul halkı bir esnaf ve yeniçeri ayaklanmasıyla Lale Devri’ne son verdi (Patrona Halil ayaklanması 1730). Bu, batılılaşma hareketiyle birlikte ortaya çıkan bir etki-tepki ilişkisinin ilk örneğiydi.
Ancak batılılaşma hareketleri daha çok askerlik alanında Mahmut I (1730-1754) ve Abdülhamit I (1774-1798) dönemlerinde gelişimini sürdürdü: Fransız soylusu Comte de Bonneval’in (Humbaracı Ahmet Paşa) Humbaracı Ocağı’nın ıslahıyla görevlendirilmesi (1731); Üsküdar’da Hendesehane’nin açılması (1734); Fransız uyruklu baron de Tott önderliğinde Tophane’nin yeniden düzenlenmesi; denizcilikle ilgili yeni bir matematik okulunun kurulması (1773) vb.
Selim III döneminde (1789-1807) Batı’yı örnek alarak gerçekleştirilen ıslahat hareketleri hız kazandı: Avrupa yöntemlerine uygun yeni bir ordu (Nizamıcedit) kuruldu; askerlik ve denizcilik okullarının açılmasına önem verilerek bu alanda Fransızların yardımına başvuruldu; yeni açılan okullara Fransız subayları öğretmen olarak atandı; Fransızca öğrenimi zorunlu tutuldu. Bu dönemde gerçekleştirilen yeniliklerden biri de, Batı’da sürekli Osmanlı elçiliklerinin kurulması ve bunların kurumlaşmasıydı.
Batılılaşma bu dönemde iyice güçlenerek sanat alanına da yansıdı. Selim III, Avrupa’dan çağrılı olarak gelen opera sanatçılarının oyunlarını sarayında İzledi. Ancak, ülke genelinde ekonomik ve toplumsal yaşam geri olduğundan, bunalımla birlikte kargaşa arttı. Rumeli ve Anadolu’da yer yer ayaklanmalar çıktı; âyan’lar bağımsız hareket etme eğilimine yöneldiler. Öte yandan, 1789 Fransız Devrimi’nin etkisiyle özgürlük ve ulusçuluk akımlarının yaygınlık kazanması, imparatorluğun sınırlan içinde Müslüman olmayan topluluklar arasında ayrılıkçılık hareketleri başlattı. Bu arada, askerlik alanındaki düzenlemelerin yeniçerilerin çıkarlarını sarsması; yeni vergilerin esnaf kesiminin sıkıntılarını artırması; ulemanın batılılaşma karşısındaki olumsuz tavrı; yeniçeri, esnaf ve ulema arasında sıkı bir güç birliğine ve bu da Kabakçı Mustafa ayaklanmasına yol açtı (1807). Selim III tahttan indirildi, batılılaşmadan yana olan devlet adamlarının büyük bölümü öldürüldü, Nizamı cedit dağıtıldı.
Mahmut II döneminde (1808-1839) ulemanın desteği sağlanarak Yeniçeri ocağı ortadan kaldırıldı (1826). Devlet örgütü yeniden düzenlendi, yetki ve sorumlulukları etkinlik alanlarıyla sınırlı nazırlıkların kurulmasıyla, batı örneği bir kabine oluşturulmasına doğru ilk adımlar atıldı. Padişahın merkezci yetkisinin güçlenerek baskıcı özellikler kazandığı bu dönemde, batılılaşma yolunda önemli gelişme oldu: kurulan yeni ordunun subay gereksinimini karşılamak amacıyla askeri okulların açılmasına hız verildi; Harbiye ve Tıbbiye açıldı; padişahın isteği doğrultusunda Avrupa ya öğrenciler gönderildi; Babıâli’de Tercüme* odası kuruldu ve Avrupa dili bilen, batı kültür ve düşüncesiyle doğrulmuş yeni aydınlar burada yetişti (Ali Paşa, Fuat Paşa vb ); ilk nüfus sayımı yapıldı; Osmanlı tarihinde ilk resmi gazete olan Takvim’-i vekayi yayımlandı; batı giyim ve yaşam biçimine öykünüldü,
İngiltere ile imzalanan ticaret antlaşmasıyla (1838) İngiltere çıkışlı sanayi mallarının Türk pazarlarına sunulması yolu açıldı. Böylece, İngiltere’nin Osmanlı devletine olan dışsatımı eskisine oranla beş kat arttı. Osmanlı tüccar ve üreticisi batı rekabetine dayanamayarak gücünü yitirdi. Bunun sonucu, batılılaşmayla birlikte Avrupa’ya ekonomik ve siyasal bağımlılık da artmaya başladı.
Abdülmecit döneminde (1839-1861) ilan edilen Gülhane hattı hümayunu (3 kasım 1839) sonrasında eğitim, hukuk, yönetim, maliye, askerlik alanlarında batı örneğine göre yapılan yeni düzenlemeler, basın (Ceride*-i havadis, 1840; Tercüman*-! ahval, 1860; Tasvir*-i efkâr, 1862), çeviri (Münif Paşa’nın Voltaire, Fenelon ve Fontenelle’nin makalelerinden derlediği Muhaverat-ı hikemiye, 1859/1860; Yusuf* Kâmil Paşa’nın Fene-lon’danTelemaque çevirisi 1859; Ahmet* Vefik Paşa’nın Moliere çevirileri) vb. etkinliklerle yeni boyutlar kazandı.
Bu arada, “alafranga” özellikler taşıyan görgü kuralları, mimarlık üslubu, süsleme sanatı, giyim ve eğlence biçimleri büyük ilgi görmeye başladı. Batı etkisinde bir Türk edebiyatı doğdu. Âli ve Fuat paşaların çevresinde toplanan Tanzimatçı kadrolara karşı ilk eleştiriler Namık Kemal ve Ziya Paşa tarafından yönlendirilen “Yeni Osmanlılar” hareketinden geldi. Batı düşüncesinin etkisiyle anayasalı bir meşrutiyet rejimini savunan Yeni Osmanlılar, Âli ve Fuat paşaların batıcılığına karşı çıktılar. Parlamenter düzenin sağlanmasında şeriat hukukunun yeterli bir kaynak oluşturduğunu savunarak, hukuk yenilemeleriyle şeriat yasalarının uygulama alanını daraltan kısıtlamaları yerdiler.
Tanzimat Fermanı’nın uzantısı niteliğindeki Islahat fermanı (1856), o güne kadar “milleti hâkime” adıyla Osmanlı toplumunun egemen topluluğu olan Müslüman halkı, Hristiyan uyruk ile eşit düzeye getirdi. Ancak, bütünlük içinde bir Osmanlı toplumu düşü gerçeklik kazanmadığı gibi, yaratılmak istenen Osmanlılık bilinci de doğmadı.
Batılılaşma yanlısı Osmanlıcılar karşısında yer alan gelenekçi görüş yandaşları, gerçekleştirilecek düzenlemeler için İslam fıkhının yeterince zengin bir kaynak olduğunu savundular. Batıcılığa karşı bir tepki olan bu düşünce biçimi, sistemli tanımını bağdaştırmacılığın (telifçilik) temsilcisi Ahmet Cevdet Paşa’da buldu, ilk Osmanlı anayasasını (kanunu esasi) yürürlüğe koymak zorunda kalan Abdülhamit II (1876-1909) özgürlükçü ve meşrutiyetçi görüşlere düşmanlık beslediği halde Batı’nın yönetim sistemini, askerlik kurumlarını ve eğitim örgütünü, izlenmesi gerekli bir model olarak benimsedi.
Bu dönemde birçok reform programı gerçekleştirildi: Mülkiye mektebi yeniden düzenlendi (1877); Darülfünun ‘un açılmasıyla ülke, batılı anlamda bir üniversiteye kavuştu; ilk ve ortaöğretim yaygınlaştırıldı; Harbiye ve tıp okulları çağdaşlaştırıldı; demiryolu ve telgraf ağları kuruldu. Siyasal alanda gelenekçi, batılılaşma karşıtı İslamcı şeriatçı akımları destekleyen Abdülhamit II rejimine karşı savaşım vererek ikinci Meşrutiyet’in ilanını sağlayan batıcı aydın kadrolar, yine Abdülhamit II döneminin çağdaşlaştırmış eğitim düzeni içinde yetişti.
İkinci meşrutiyet sonrasında (1908 -1918) kısa bir ara dışında (1912-1913) ülkenin yönetimini elinde tutan ittihat ve Terakki çevresinde yer alan asker, sivil aydınlar için başlıca sorun, devleti içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarmak, varlığını sürdürmekti, ittihat ve Terakki kadroları, ülkenin demokratik bir yönetime kavuşmasında başarılı olamadılarsa da batılılaşma yolunda önemli adımlar attılar: yeni bir Belediye sistemi kuruldu; kamu hizmetleri yeniden düzenlendi; Müslüman halkın tasarrufa yönelmesi ve ticaret yaşamına girmesi özendirildi; ulusal bir banka (itibarı milli bankası) kuruldu;
24 saatlik batılı gün birimi benimsendi; İstanbul Darülfünunu yeniden örgütlendi; ilk ve ortaöğrenimde laiklik ilkeleri doğrultusunda adımlar atıldı; yeni uygulamalarla kadınların da toplum yaşamı içinde yer almaları, iş ve meslek edinmeleri sağlanmaya çalışıldı; toplumsal sorunların ele alınış biçiminde, siyasal tartışmalarda batılı öğretiler geçerli oldu: Ahmet Rıza ülke gerçeklerini yorumlarken, Auguste Comte sosyolojisinin temel ilkelerini kullandı; Prens Sabahattin, Frederic le Play ve Edmond Demolins’in öğretilerine dayanarak yerinden yönetimi önerdi; Türk ulusçuluğunun kuramsal temellerini atan kişi olarak benimsenen Ziya Gökalp de düşüncelerini Emile Durkheim sosyolojisine dayadı. Bu dönemde batılılaşma akımı çevresinde yer alanlar, yaşanılan siyasal ve toplumsal bunalımın, ancak batıcı yaşam biçiminin tümüyle benimsenip uygulanması koşuluyla giderileceğini öne sürdüler. Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı ve daha ılımlı bir bakış açısından Celal Nuri (ileri) bu görüşün başlıca savunucuları oldular.
Mustafa Kemal’in (Atatürk) önderliğinde yürütülen Kurtuluş Savaşı’ndan sonra batılılaşma hareketleri, yapısal bazı değişimlere uğrayarak sürdü. Kurtuluş Savaşı’nın başlarında halk temsilcilerinden bir meclis ve meclis hükümeti oluşturularak egemenliğin kaynağı batı toplumlarında olduğu gibi, ulus temeline oturtuldu.
Mustafa Kemal 1920’li yılların ortalarından başlayarak batılılaşmanın artık bir yaşam biçimine dönüşmesi için gerekli atılımları belirli bir plan kapsamında gerçekleştirmeye koyuldu: saltanat ve hilafet kaldırıldı, eğitim laikleştirildi. Kılık kıyafette batı toplumuna benzemenin gerekli bir aşaması olan şapka yasasının meclisten geçmesi (25 kasım 1925); uluslararası takvim ve saatin kabul edilmesi (26 aralık 1925); batı ülkeleri kanunlarından çevrilen medeni (17 şubat 1926), ceza (1 mart 1926), ticaret (29 mayıs 1926) kanunlarının çıkarılması; devletin dininin İslam olduğu yolundaki maddenin anayasadan çıkarılarak laiklik yolunda en büyük adımın atılması (10 nisan 1928). Harf devriminin başlatılması (1 kasım 1928); uluslararası ölçülerin (metre, kilo vb.) benimsenmesi (26 mart 1931); İstanbul Üniversitesinin kurulması (1 ağustos 1933); ilk beş yıllık planlı kalkınma programının hazırlanması (1933); soyadı yasasının çıkması (21 aralık 1934); kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi (5 aralık 1934); CHP’nin girişimiyle, 6 ilkenin Anayasa’da yer alması sonucu batılılaşmanın tam bir devlet ideolojisine dönüşmesi (1937). Batılılaşma, Atatürk’ten sonra da hızını yitirmedi: çok partili demokratik düzene ve tek dereceli seçimlere geçilerek (1946) bu yolda yeni adımlar atıldı.