Bidat; Sonradan ortaya çıkan şey. İslam dininde Hz. Muhammed zamanından sonra ortaya çıkan değişik hüküm ve esaslar, Bid’at çıkarmak, yenilik yapmak
Bid’at kelimesi. daha çok Hz. Peygamber’in ölümünden sonra, İslam dininde görülen aşırı iddialar için kullanılırdı. Din işlerindeki bazı fazlalık ve eksikliğe de bid’at denildi. İslam dininin, Peygamber tarafından eksiksiz olarak tamamlandığını kabul edenler, bid’at’a karşıdırlar. Çevrenin şartlarını göz önüne alanlar ise, bid’at taraftarıdır. Ancak ortaya çıkan yeniliklerin Şeriata uyup uymadıklarını araştırmak gerektiğini söylerler. Şeriata uyan bid’atlara bid’at-i Hasene, uymayanlara ise Bid’at-i Seyyie adını verirler.
Meselâ, din kitaplarının anlaşılması için Arap filolojisi öğrenme ve önce halkın arasında yaşayan halifenin, sonraları bazı kötülükleri önlemek maksadıyla halktan ayrılması Bid’at-i Hasene; camileri, mushafları süslemek ise Bid’at-i Seyyie sayılır.
Kimi İslam düşünürleri dinsel konulardaki yeniliklerin tümünü haram olarak nitelerken, kimileri böylesine bir genelleme yapmadan iyi, benimsenebilir, kötü, benimsenemez olarak iki tür yeniliği kabul ederler, ikinci görüşü savunanlar Peygamber’in “İslam’da güzel çığır açan kimseler ve bu yoldan gidenler sevap kazanırlar, kötü çığır açanlar ise bu çığırdan gidenlerin günahı kadar günah yüklenirler” anlamındaki sözlerini savlarına kanıt olarak alırlar;
Hz. Muhammet’in “Bütün bidatlar dalalettir (dinden sapmadır)” biçimindeki sözlerindeki bidat sözcüğünün bıdat-ı seyyie anlamında kullanılmış olduğunu savunurlar. Osmanlı hukuku da bi-dat’ı; bidat-ı hasene, bidat-ı seyyie olarak ikiye ayırır ve derece derece sınıflandırır: 1. Bidat-ı marufe; 2. Bidat-ı merdu-de; 3. Bidat-ı memnu; 4. Bidat-ı merdude -ı memnu; 5. Bidat-ı fahiş. Osmanlı hukukçuları şeri hukuk alanı dışında örfi hukuk alanına giren benzer konuları da bidat-ı hasene sayarlardı. Ayrıca bidat sözcüğünü hukuk alanı dışında kalan kimi yenilikler için “şeriate aykırı” anlamında da kullandılar.