Divan edebiyatı, Türkler ” müslümanlığı kabul etmelerinden sonra islam uygarlığının bilim, inanç ve kuralları çerçevesinde, arap ve fars edebiyatlarını örnek tutarak meydana getirdikleri yazılı edebiyat. “Divan edebiyatı” denmesi, şiirlerin toplandığı kitaplara “divan” adının verilmesindendir.
Elimize geçen en eski örneği ilk müslüman türk devleti olan Karahanlılar’ın (832-1212) egemen oldukları bölgede, XI yy’ın ikinci yarısında, hakaniye lehçesiyle yazılmış olan bu edebiyat, daha sonra azeri ve Türkiye lehçelerinin yaşadığı bölgelere de yayılarak, XIX. yy. ortalarına kadar sekiz yüzyıl sürmüştür.
Divan edebiyatını şiir ve düzyazı alanında besleyen kaynaklar şunlardır: Kuran ve hadisler, dinsel bilimler (tefsir; kelam, fıkıh), islam tarihi, tasavvuf, iran mitolojisi (Firdevsi’nin Şehname’si), peygamber ve evliya hikâyeleri, çağın bilimleri (kimya, simya, hikmet, mantık, tıp, astronomi, musiki vb.), türk ulusal kültürü ve yerli malzeme (günlük olaylar, gelenek ve görenekler vb).
Divan edebiyatının dil, vezin, nazım biçimleri vb. bakımından taşıdığı başlıca özellikler şu temellere dayanır:
Türkler islam uygarlığı çevresine girdikten sonra, türk dili, islam âleminde bilim dili olarak kabul edilen arapçanın, sanat dili olarak kabul edilen farsçanın sözcük ve kurallarıyla yüklü hale gelmiştir.
Arap nazmının ölçüsü olan aruz vezni kabul edilmiştir. Dilin yabancı sözcüklerle yüklü hale gelmesinde aruz vezninin de payı vardır. Yapısında uzun ünlü bulunmayan türkçe, uzun ve kısa hecelerin türlü biçimlerde yan yana gelmesinden oluşan aruz veznine uydurulmak için yabancı sözcükler aracı olarak dile girmiş; bunların sayısı, ilk zamanlara oranla, gittikçe çoğalmıştır.
– Aydınlara özgüdür, bu nedenle halktan kopuktur.
– Her açıdan Arap ve İran edebiyatının etkilerini taşır.
– Dili Osmanlıca yani Arapça, Farsça ve Türkçenin karışımı bir dildir.
– Düz yazı, şiirden daha geri plandadır.
-Anlatım ağdalı, zor anlaşılır ve süslüdür. Öyle ki düz yazılarda tümce ne kadar uzatılırsa sanat değerinin o kadar arttığı varsayılmıştır.
Çoğu arap ve fars edebiyatlarından alınan birtakım nazım biçimleri kullanılmıştır. Divan edebiyatının nazım birimi “beyitir. Beyit, başlı başına bir bütün sayılır. Düşünceleri anlatan cümleler birer beyit içinde tamamlanır; yani, her beyit, kendi sınırları içinde bir anlam bütünlüğü taşır. O bakımdan, divan nazmında beyitler arasında konu birliği aranmaz; yapıtlar beyit beyit yazılır; bu nazımda yapıtların uzunluk ve kısalıkları da beyit sayısıyla ölçülür.
Divan nazmında beyit öylesine önemlidir ki, şairler, kimi zaman, yapıt diye bir tek beyit yazarlar; bu yoldaki bağımsız beyitlere “müfred” denir.
Beyitlerle kurulan nazım biçimleri, “gazel tipi” (gazel, müstezat, kaside, kıta) ve “mesnevi tipi” olmak üzere iki kümede toplanır.
Divan edebiyatında nesir, sonradan “sade nesir”, “süslü nesir” ve “orta nesir” diye adlandırılan üç koldan yürümüştür. Halk için yazılmış olan ve genellikle kolay anlaşılmayı amaç edinen sade nesirle çoklukla ahlaki, dini yazılar, nasihatnameler, peygamber ve evliya hikâyeleri, islami cenk hikâyeleri, bazı tarihler vb. yazılmıştır Arap ve fars edebiyatlanndaki örneklere uyma özentisiyle XV. yy.’da başlayan süslü nesir, yabancı sözcük ve dil kurallarıyla yüklü, “seci”lerle (nesirde kafiye), anlam ve sözcük sanatlarıyla (teşbih, istiare, tenasüp, cinas vb.) süslü, gereksiz sözlerle doldurulmuş, anlaşılması güç bir nesirdir Orta nesir ise, her iki yöntem. den yararlanan ortalama bir nesirdir; secilere ve zaman zaman yabancı sözcüklere de yer verilen, fakat anlatılan konu ve düşünceyi yazı hüneri göstermeye yeğ sayan bu nesirle tarihler, fetvalar, bilimsel yapıtlar, seyahatnameler; sefaretnameler, tezkireler vb. yazılmıştır.
Tasavvufi duyuş ve düşüncenin anlaşılmasında ve aktarılmasında mühim bir görevi de Divanlar görmüşlerdir. Tekke hayatı başından beri şiir ve musıki ile beraber olmuştur. Osmanlı döneminde yaşayan sufilerin büyük bir çoğunluğu bu sanat dallarında söz sahibi olmuş, bir kısmı da müstakil divan meydana getirecek kadar güçlü olmuştur.
Tekke atmosferini terennüm eden sufflerin başında Yunus Emre’yi saymak, ondan önce yaşayan Ahmet Yesevî’nin Divan-ı Hikmet’ini de unutmamak gerekir. 12.000 beyitlik Garibname’yi yazan Aşık Paşa (Ol. Kırşehir, 734/1333), Seyyid Nesimi ve Eşrefoğlu ile devam eden bu gelenek 17. yüzyılda bir başka zirve ile karşılaşmıştır: Niyazı-i Mısrî (Ol. Limnî, 1105/1694). Bu sahanın diğer “usta”larından birkaç tanesinin adı verilebilir
Aydınlı Dede Ömer, Kemal Ommi, Karahisarlı Abdürrahim, İbrahim Tennurî, Ahmed Sarban, Vizeli Alaaddin, Bursalı İsmail Hakkı, İbrahim Hakkı, Aziz Mahmud Hüdayî, Sinan Ommi, Kütahyalı Gay-bî, Şeyh Galip, Hasan Gülşenî, Kuddusî, Sivaslı Suzî, Mehmet Ali Hilmi, Dede Osman Şemsî, Şemsed-din Sivasi…
Bu divanlar sadece bir dervişin dinî, ahlaki, tasavvuf! duygularını aktarmakla kalmaz, dönemi ile ilgili faydalı bilgiler de verirler. Tekke şiirlerinde, toplumun tekkeye bakışını, devlet-tekke ilişkilerini, mürid ve mürşidlerin kaabiliyetlerini, tasavvuf hayatta canlı olan gelenekleri, tekke mensuplarının birbirlerine bakışını bulmak zor değildir.