Avrupalılar için XIX. yüzyılın son otuz yılı bir “altın çağ” sayılabilirdi. Balkanlar bir yana bırakılırsa, Avrupa savaşlar ve ayaklanmalarla dolu bir dönemi geride bırakmıştı. Buna karşılık, hemen bütün Avrupa devletleri bu 30 yıl içinde Afrika kıtasının neredeyse tamamını, Asya’nın önemli bir bölümünü, hatta Okyanusya Adalarını kendi imparatorluklarına katmışlardı.
Bu paylaşım içinde birbirleriyle önemli bir çatışmaya girmemiş olmalarının nedeni, XX. yüzyıl başlarına kadar henüz dünyada bütün büyük güçlere yetecek kadar “boş” toprağın bulunmasıydı. Topraklarının ilhakına karşı direnen yerlilerle yapılan savaşların önemli boyutlara ulaşmasının nedeni ise, Avrupa’nın teknolojik üstünlüğüydü. Bu, bir anlamda, ileri teknolojinin dünyayı fethetmeseydi.
İkinci sanayi devrimi de, birincisi gibi, üretim ve ulaşımda kullanılan enerji kaynağını değiştirmişti. Kömür ve buharın yerini artık petrol ve elektrik alacaktı. Petrolün bir enerji kaynağı olarak kullanılması ancak 1859’da ABD’de ilk petrol kuyusunun açılmasından 20 yıl sonra, içten yanmalı motorun bulunmasıyla gündeme geldi. 1876’da Alman mühendis Nikolaus Otto (1832-1898) doğal gazla çalışan ilk içten yanmalı motoru ortaya çıkardı. Bir kaç yıl sonra Gottlieb Daimler (1834-1900) petrolle çalışan bir motor üretirken Kari Benz (1844-1929) de yakıtı ateşleyecek bir cihaz geliştirdi. Böylece, yeni bir enerji kaynağı sınai kullanıma sokulurken XX. yüzyılın önemli sanayi sektörü haline gelecek olan otomotiv sanayinin de temelleri atılmış oluyordu.
Dönemin öteki büyük teknik buluşu, elektriğin sanayi de uygulanmasıydı. 1831’de Michael Faraday (1791-1867) mekanik enerjiyi elektrik enerjisine çeviren bir makine geliştirmiş ve buna dinamo adı verilmişti. Ama elektrik enerjisi, asıl 1873’ten sonra, özellikle kömürün yetersiz olduğu bölgelerde sanayide kullanılan başlıca enerji türü haline geldi. 1914’e gelindiğinde elektrik İngiltere’de kullanılan sınai enerjinin yarısını, Almanya’da ise daha fazlasını oluşturuyordu.
Üçüncü bir teknik yenilik de ağır sanayide ve inşaat sektöründe demirin yerini ucuz çeliğin almasıydı. 1856’da İngiliz madencisi Henry Bessemer’in (1813-1898) bulduğu üretim yöntemiyle çeliğin maliyeti eskisinin yedide birine düşüyordu. 1863’te Fransa’da Siemens-Martin yöntemi ya da açık fırın yöntemi diye bilinen ikinci bir çelik üretim tekniği geliştirildi. 1878’de de S.G. Thomas (1850-1885) ve Percy Gilchrist (1851-1935) adındaki iki İngiliz Bessemer yöntemini yüksek oranda fosfor içeren demir cevherine uyguladılar. Bu tarihten sonra çelik, yüksek dirençli ucuz metal gerektiren demir yolu ve inşaat gibi alanlarda demirin yerini aldı.
Kimya sanayii de ilk büyük gelişimini bu dönemde yaşamıştı. Laboratuvarlarda kömür yan ürünlerinin değişik kullanım biçimlerinin geliştirilmesiyle birlikte, kimya sanayii sentetik boyaların üretimine geçti. Bu, Doğu ülkelerinin geleneksel doğal boya üretimine ölümcül bir darbe indirecekti. Sentetik madde üretimi sadece boyalarla sınırlı kalmadı; aspirinden suni gübreye kadar bir çok madde de bu dönemde ortaya çıktı. Sentetik tekstil sanayii de ilk ürünlerini yüzyılın sonuna doğru vermeYe başladı.
İkinci sanayi devrimi, tarım dışındaki hemen bütün üretim dallarının makineleşmesini sağladı, ilk elbise ve ayakkabı fabrikaları bu dönemde kuruldu. Dikiş makinesi da 1870’lerden sonra bulunmuştu. Makineleşme matbaacılığı da etkiledi; linotip dizgi makinesinin bulunmasıyla birlikte gazete ve kitap maliyeti yarı yarıya azaldı, inşaatçılıkta vinç ve elektrikli bıçkı makinesi da bu dönemde kullanılmaya başlandı.
Yeni teknoloji, tüketicilere yeni ürünler de sunuyordu. Bisiklet, telefon, elektrik ışığı, otomobil ve gramofon gibi bütünüyle yeni ürünler getirmişti. Bunlardan otomobil gibi pahalı olanlarından toplumun sadece en- üst kesimleri yararlanabiliyordu. Buna karşılık, telefon ve elektrik ışığı, devletin ve yerel yönetimlerin halka sunduğu hizmetler araşma girmeye başlamıştı. Özellikle elektrik ışığı, halkın günlük yaşamında belirgin bir rahatlama sağlamıştı.
Elektrik ışığı ilk kez 1820’de bulunmuş olmakla birlikte ancak 1879’da Thomas Edison’un (1847-1931) ince filamanlı ampulü geliştirip pazara sürmesinden ve 1880’lerde ilk elektrik santralarının kurulmasından sonra kullanılmaya başlamıştı. 1900’de ABD’de New York gibi büyük kentlerde sokak ve evlerin çoğunluğu elektrikle aydınlatılıyordu.
Yeni teknoloji, ulaşım ve haberleşmede de bir devrim yaratmıştı. Dünyanın ilk metrosu 1863’te Londra’da açılmış ve 1890’da da buhar yerine elektrikle çalışmaya başlamıştı. Paris metrosu ise Dünya Fuarı ile aynı yılda 1900’de işletmeye açıldı; 1902’de de Berlin metrosu çalışmaya başlayacaktı. Yer üstü trafiğinde de 1880’lerden sonra elektrik enerjisi kullanılmaya başlamıştı; 1890’dan sonra atlı tramvay yerini elektrikli tramvaya bırakmıştı.
Büyük kentlerde, metro ve tramvayın yanı sıra, kent-içi tren de aynı dönemde işletmeye açılmıştı ‘ bunun ilk ve en şaşırtıcı örneği 1869’da yapılan ve bir viyadük üzerinde çalışan New York hava demir yoluydu. Uluslararası ulaşımda da XX. yüzyılın ilk yıllarında önemli bir ilerleme kaydediliyordu: 1900’de açılan Trans Sibirya Demiryolu Avrupa’nın Asya üzerinden Büyük Okyanusa ulaşmasını sağlayacaktı.
Birinci Sanayi Devriminin haberleşme teknolojisi alanında getirdiği en büyük yenilik telgraftı ikincisi ise telefonla telsiz telgrafı onaya çıkardı. ABD’Iİ fizikçi Alexander Graham Bell (1847-1922) sağırların işitmesini sağlayacak bir araç geliştirmeğe çalışırken 1876’da telefonu icat etti. 1879’da ABD ve ingiltere’de ilk uzun mesafeli teiefon görüşmeleri yapılmaya başlandı. 1900’da ABD’de her 50 kişiye bir telefon düşüyordu. Telsiz telgraf 1895-1901 arasında Guglielmo Marconi (1874-1937) tarafından geliştirildi; 1905’den sonra deniz haberleşmesinde büyük ölçüde telsiz kullanılacaktı.
Bu dönemde elektrik ışığı ya da telsiz kadar çarpıcı olmamakla birlikte günlük yaşamı etkileyen başka araçlar da bulunmuştu. Bunlardan biri, 1880’lerde geliştirilen ve gazete , maliyetini büyük ölçüde azaltan linotip dizgi makinesiydi.
İlk pratik daktilo da 1873 yılında ABD’de Remington Ateşli Silahlar Şirketi tarafından üretilmeye başlandı. XX. yüzyıla girildiğinde daktilo büyük bürolarda vazgeçilmez bir araç halini almıştı. ABD’ li sanayici George Eastman ‘ın (1854-1932) 1884’te esnek kağıttan makara filmi bulması ve daha sonra da Kodak kamerasını geliştirmesiyle fotoğrafçılık da oldukça popüler bir uğraş haline geldi. 1885’te ön ve arka tekerlekleri eşit çapta ” olan ilk zincirli bisiklet yapıldı; üç yıl sonra da bozuk yollarda bisiklet sürmeyi kolaylaştıran havalı tekerlek bulundu. 1900’lerde bisiklet, atlı araba ya da otomobil alamayan geniş kitlelerin başlıca gezinti aracı olmuştu.