İstanbul Doğum Adetleri Nelerdir?

İstanbul doğum adetleri nelerdir? İstanbul’un Doğum Adetleri, Ebeler, çocuk doğumu, doğum öncesi ve sonrası uygulamalar hakkında bilgi

Çocuk geleneksel Türk toplumlarında soyun ve ocağın devamlılığı için çok önemli bir unsur olmuştur. İstanbul’da da evlendikten az zaman sonra çocuğu olmayan kadın, kocası ve ailesi için endişe nedeniydi.

Eski İstanbul ailesinde, gebe kadın gebeliğin 40. gününden itibaren portakal, limon, sirke gibi ekşi şeylere, kuru ve yaş meyvelere, tatlı ve şekerlemeye düşkün olduğu için, istekleri yerine getirilmeye çalışılır; ekşi ya da tatlı yemesine bakılarak çocuğun cinsiyeti tayin edilmeye çalışılırdı. “Ye tatlıyı doğur atlıyı, ye ekşiyi doğur Ayşe’yi” sözü, tatlı yiyen kadının erkek, ekşi yiyenin kız doğuracağı inancını yansıtmaktadır. Çocuğun erkek olduğunu tahmin için gebenin fiziksel durumu da önemlidir. Erkek çocuk gebelikten üç ay sonra hareket eder. Ağırlık ve hareket kadının sağ tarafındadır.. Gebenin karnı yuvarlaktır. Kaşları ve kirpikleri dökülmesine rağmen gebenin güzelleştiği inancı vardır. Sütü beyaz olur ve süt ilkin sağ memesinden gelir. Bu gelişmelerin tersi söz konusu olursa bebeğin kız olacağına inanılırdı. Eskiden İstanbul’da halk arasında erkek ayının ödü ile safra karıştırılıp içildiği takdirde çocuğun erkek olacağına dair bir inanış olduğu tespit edilmiştir. Gebenin oturduğu odaya iki minder konulur; bunlardan birinin altına makas, diğerine bıçak ya da çakı konur; kadın bilmeden makasın olduğu minderin üzerine oturursa kızı, çakı ya da bıçağın bulunduğu minderin üzerine oturursa oğlu olacağına inanılırdı.

Gebelik süresiyle birlikte doğum hazırlıkları da başlamaktadır. Eski İstanbul’ da doğumu yaptıracak ebe bulunması önemli bir konuydu. Her ailenin güvenim kazanmış; tanıdık, bildik, sır saklayan bir ebe kadın vardı. Doğum evde gerçekleşirdi. Cumhuriyet‘ten sonra daha çok hastanelerde doğum yapıldığı görülmektedir. Gebeliğin 6. ayından itibaren doğacak çocuğun çamaşırları “kundak takımı” adı altında hazırlanır. Tülbent ya da ipekten önü açık bir gömlekle takkeden; pamuklu ve yukarısı geniş, altı dar etek bezinden, yumuşak tülbentten yapılmış sargı bezlerinden; yazma yemeni, duvak ve nazarlıkla ipek ya da patiskadan sade, işlemeli bir kundaktan oluşan takımın doğumdan önce hazırlanmış olması şarttı. Doğumu yaptırması kararlaştırılan ebe hanım son üç aya girildiğinde herhangi bir gün eve çağrılır, besmeleyle ve dualarla hazırlanan takım, kundağın içine yerleştirilirdi. Kundağın içine çöreotu serpilmesi, ayrı bir bohçaya konulduktan sonra kıbleye karşı asılması, üstüne de kese içinde bir Kuran konulması çok eski bir âdetti.

Ebe doğum gününü aşağı yukarı tahmin ederek yakın bir günde doğum iskemlesini bu eve gönderirdi. Bu, kolay bir doğum için kullanılan ve koltuğa benzeyen bir iskemle olup bugün terk edilmiş eski bir araçtır. Gebede ilk sancılar başlayınca ebeye haber verilirdi. Ebe gerekli önlemleri alır, ilaçları hazır ederdi.

Doğum zorlaşırsa iki kişi gebe kadının kollarına girerek odada gezdirirlerdi. Ayrıca kocasının avucundan su içirilip, “helallik” istenmesi de gelenekti. Doğumu kolaylaştırmak için kavun yedirilip et suyu içirildiği de olurdu. Doğum gerçekleştiği sırada ebe tekbir almaya, kelimeyi şahadet getirmeye başlayarak etrafındakilere haber verir, orada bulunanlar da iştirak ederlerdi. Doğumun ardından “son” ya da “eş” denilen plasentanın gelmesi beklenirdi. Ebe eşin gelmesiyle çocuğun göbeğini karından itibaren bir karış uzunlukta keser ve göbek adını koyardı. Bu uzunluk çocuğun sesinin gür ve güzel olması için konurdu. Göbek bağının kesilen kısmı cami ya da okul duvarına sokulurdu. Göbeğin kesilmesinin ardından çocuk evvelce hazırlanmış su ile yıkanır, tadı dilli olması için ağzına şeker sürülürdü. Ebe, çocuğu aile fertlerinin her birinin kucağına vererek bahşiş almayı ihmal etmezdi. Yıkanıp kundaklanan çocuğun yüzüne biri beyaz, diğeri yeşil iki duvak örtülmekte, kundağına incili nazarlık takılıp başucuna Kuran asılmaktaydı.

Doğumun ardından çocuğa 24 saat bir şey verilmez, üç ezan vakti geçinceye kadar çocuğun ağzına ılık şekerli su akıtılırdı. Üç ezan sonra lohusa Kuran’ın açılan herhangi bir sayfasına şahadet- parmağını sürerek çocuğun dudağına götürür böylece çocuğun ağzı açılmış olurdu.

Lohusanın sütünün artması için pekmez, şerbet, mercimek çorbası, börülce, soğan, tahin helvası, karaciğer, boza, süt ve ayran verilir, süt veren kadına “emzikli” denirdi. Sütü kesilen ya da olmayan lohusa akşam ezanı iki kapı arasındaki su dolu bir leğenin içine elinde taze soğan ve ciğer yer halde girer, diğer taraftan “Dağda isen, bayırda isen kızımın (ya da oğlumun) sütü gel” diye bağırırdı. Bunun ardından sütün geleceğine inanılırdı. Emzikli kadının sütü az ya da hiç olmazsa “sütanne” tutulurdu. Çocuğu 1,5-2 yaşlarında sütten kesmek âdet haline gelmişti. Erkek çocukları, kız çocuklarına göre memeden daha geç kesilirdi.

Doğumun ertesi günü lohusa ter döşeğinden kaldırılarak lohusa döşeğine getirilirdi. O günden itibaren lohusaya baldırıkara denilen otun suyundan her gün bir fincan verilmekteydi. Lohusa döşeğine getirildiği gün şerbet de kaynatılarak sürahilere konur, doğan çocuk erkek ise şişeye kırmızı kurdele, kız ise al gaz boyaması sarılırdı. Bu sürahiler lohusanın akraba ve uzak semtlerdeki dostlarına gönderilir, şerbet gönderilen evden bahşiş ve mendil verilirdi.

Doğumun üçüncü gününden itibaren konu komşu, hısım akraba gözaydınına gelirlerdi. Ziyaretçilere kahve, daha sonra sıcak lohusa şerbeti ikram edilir, şerbeti içenler “Allah lohusanın sütünü gür etsin” diye dua ederlerdi. Gözaydınına gelenler ikinci ziyaretlerinde “hatır sorma” adı altında lohusaya hediye getirirlerdi. Bu ziyaretler sekizinci günü sabah sona ermek üzere 7 gün 7 gece devam ederdi. Lohusaya, hediye olarak yakın akrabalar mücevher, kıymetli kumaş, ziynet altınları, şekerleme ya da çeşitli yiyecekler, çocuğa ise maşallahlar, mama takımı, çıngırak gibi oyuncaklar getirirlerdi.

Yeni doğan çocuğa doğumun ilk haftası içinde ad verilir, doğumun üçüncü günü uğurlu bir saatte çocuğun adı konulursa da cuma namazından sonra ad verilmesi daha hayırlı sayılırdı. Babası ya da dedesi abdestli iken çocuğu kucağına alır ve kıbleye dönerek kulağına ezan okur, sonra da kararlaştırılan isim çocuğun sağ kulağına üç defa söylenerek verilirdi. İstanbul’da çocuklara iki ad vermek yaygın bir âdetti. Bunlardan Mehmet, Ahmet, Hasan, Hüseyin, Ali, Fatma, Ayşe, Emine, Zehra gibi Müslümanlarca kutlu sayılan adlar göbek adıdır. Bunun dışında verilen adların seçiminde de aile büyüklerinin, devrin devlet adamlarıyla ünlü komutanlarının adları etkili olurdu. Ayrıca dönem dönem moda olan adlar da vardı.

Lohusalığın 6. günü, son gün toplantısıdır. Eskiden bu günün akşamına kına gecesi denilirdi. Kına gecesi ya da ertesi günü bazı aileler mevlit okuturlar, gece yansı beşik çıkma merasimi yapılırdı. Beşik ince oymalı ve sanatkârane yaptırmış olup içine ağır kumaşlardan sırma yorgan ve yastık konurdu. Beşik, ebe hanım ve çengilerle önünden ve arkasından ikişer kadın ve düğünlerde de hizmetçilik eden hamam ustaları tarafından kırmızılı yeşilli fitilli mumları eline almış vaziyette lohusanın odasına çıkarılırdı. Ebe ince sesle ninni söylemeye başlar, bu sırada aile fertleri ve misafirler tarafından çengilere altın yapıştırılırdı.

Gece yemiş çıkarılması da kına gecesi âdetlerindendi. Bu yemiş eğlencelerinden sonra çengiler taklidi oyunlar oynarlar, izleyicileri güldürürlerdi.

Doğumun 8. günü sabahı lohusa döşeği kaldırılır, gerek ter ve gerekse lohusa döşeklerinde yatan lohusa ve çocuk yalnız bırakılmazdı. Yalnız bırakıldığı takdirde al basarak lohusanın öleceğine ve kırklara karışacağına inanılırdı. Bu nedenle çocuk doğduğu gün lohusanın ve çocuğun başına al bağlamak âdeti vardı. Lohusayı al basmasından korumak için birkaç sarmısak ve soğan, kebap şişine geçirilir, şiş ve sarmısak, soğan başlarıyla birlikte al bir gaz boyamasına sarılır, şişin bir ucuna bir pabuç eskisiyle birkaç mavi boncuk bağlanır ve bunlar lohusa yatağının başucuna asılır ya da kapısının arkasına süpürge konurdu. Lohusa ayrıca doğumdan itibaren kırk gün sokağa çıkarılmazdı. Doğumun kırkıncı günü ilk defa sokağa çıkarılarak hamama götürülür, bu sırada da çeşitli eğlenceler düzenlenirdi.

İstanbul Ansiklopedisi, Aynur Karataş