Kabadayı: Gücüne güvenerek herkese meydan okuyan kimse için kullanılır: Akşam olunca mahallenin kabadayıları kahvenin önünde toplanırlardı. Güçlü kuvvetli, babayiğit: Kabadayı çocuktur, işi de iyi bilir. Bir şeyin en iyisi, en önde geleni: Bunların en kabadayısı bile üç kiloyu geçmez.
Osmanlılar döneminde hemen hemen her mahallenin bir kabadayısı vardı. Kabadayılar ağırbaşlı, saygılı, kötülüklerden kaçınan ve anlaşmazlıkları çözüme bağlayan kişiler olarak tanınırlardı. Kendilerini mahallenin düzeninden sorumlu sayar, mahalle sakinlerinin sorunlarını çözümlemek için çaba gösterir, genç kızları ve kadınları korur, delikanlıların kötü alışkanlıklar edinmelerini, yanlış davranışlarda bulunmalarını önlemeye çalışırlardı. Genellikle tulumbalarda çalışır, tulumbacı reisi ya da ağası olurlardı. Mahallenin önde gelen kişileri tarafından da korunur ve kollanırlardı. Silah taşımaz, gerektiğinde yumruklarıyla dövüşürlerdi. Bu özellikleriyle bıçkınlar, külhanbeyleri vb. zorba takımından ayrılan kabadayılar zamanla silah taşımaya, kötü alışkanlıklar edinmeye, zorbalık yapmaya başladılar ve eski saygınlıklarını yitirdiler. Aralarında rekabet yüzünden çıkan kanlı kavgalar ve uygunsuz davranışları nedeniyle mahallenin huzurunu kaçırdılar ve çevreye korku saldılar XIX. yy. sonlarına doğru sayıları azaldı ve ikinci Meşrutiyet’ten sonra giderek ortadan kalktılar
Kabadayıların kendilerine özgü bir giyinme biçimleri vardı. Bol paçalı pantolon, yelek giyer, yemenilerinin topuklarına basar, feslerini öne ya da yana yıkarlardı. Ceketlerini tek omuzlarına atar, bir omuzlarını öne eğerek yürürlerdi. Son dönemlerde “yumurta topuk” adı verilen yüksek ökçeli ayakkabılar ve “kırlangıç ense” denilen saç biçimi moda olmuştu. Genellikle ellerinde bir tespih bulunurdu.
Kabadayı, Trakya yöresinde, özellikle Kırklareli ve çevresinde yalnız erkekler tarafından ya da kadın erkek birlikte oynanan, karşılama türü bir halk oyunu. (Kollarını birbirlerinin omzuna atarak karşılıklı bağlı dizi oluşturan oyuncular ilkin küçük adımlarla ağır ağır yürür, daha sonra diziyi bozmadan çökme ve dönme figürlerine geçerler. Ağır bir ritimle başlayan oyun, bundan sonra giderek hızlanır)
Eski Osmanlı hayatında kabadayılar ağırbaşlı, kötülükten kaçınan, iyiliksever kimseler olarak tanınırlardı. Bu nitelikleriyle külhanbeylerinden, bıçkınlardan v. b. zorba takımından ayrılırlardı. Her semtin kabadayısı mahallesinin kızlarını birtakım çapkınların takılmalarından korur, yaşı küçük genç erkeklerin kahve, meyhane, kumarhane gibi yerlere gitmelerini önlerdi. Genellikle tulumbalarda reis veya ağalık yaparlardı. Semtin varlıklı, önde gelen “kimseleri kabadayıları korur, kollardı, önceleri bıçak, tabanca v.b. silâh kullanmaz, sadece tokat ve yumrukla döğüşülerdi. Zamanla silah kullanmaya başladılar. Aralarındaki rekabet kanlı kavgalara yol açtı. ve kötü alışkanlıklar kazandılar.
Kabadayıların Giyimi
Kabadayılar bol paçalı pantolon, yelek giyer, yemenilerinin topuklarına basar, feslerini Öne eğerler, ceketlerini tek omuzlarının üstüne atarlardı. Bir omuzları Öne doğru eğik. kendine özgü yürüyüşleri vardı.
Eski İstanbul Kabadayıları
Bir çeşit şehir şövalyeliği olan eski İstanbul kabadayılığının kendine mahsus adetleri, kanunları bulunmaktaydı. Zayıfı, güçsüzü korumak, mahallenin namusundan sorumlu olmak bu özelliklerin başında gelir. Hoşsohbet, nüktedan olmakla beraber ağırbaşlılıklarından bir şey kaybetmeksizin ölçüyü kaçırmamaya dikkat ederler, şüphesiz ki içkiyi, içki muhabbetlerini ve âlemlerini çok sevmekle beraber sarhoş olarak kendini kaybedip çeşitli rezaletlere düşecek hale gelmezlerdi.
Kabadayılar, mecbur olmadıkça kavga etmezler ve silah kullanmazlar, cana kıymazlardı. Meyhanelerde parasız içki içmek, sarkıntılık yapmak onlara yakışmazdı. Kendi muhitlerinin zorbası sayılan kabadayılar, ekseriya semai kahvelerinin önünde, balozlarda, tulumba koğuşlarında görülürlerdi.
II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) saraydan himaye gören Fehim paşa ve arkadaşları “Onikiler” adıyla bilinir ve şehrin korkulan bir çetesi halinde her yerde dolaşırlardı. Kâğıthane âlemlerinden geç dönmek zorunda kalanlar, yatsı sularında komşuya oturmaya giden yaşlı kadınlar, yaramazlık yapan çocuklar, Onikiler’e rastlayıp başlarına bir bela gelmesinden korkarlardı. Onikiler ve rakip kabadayılar çoğunlukla Beyoğlu’nda birbirlerine girerler, galip gelen tarafın paşası, o gün sarayda diğerlerine caka satardı.
Başlangıçta bulunduktan semt halkı tarafından sevilen ve hürmet gören kabadayılar, 20. yy’ın başlangıcından itibaren bozulmaya, halka yardımcı olmaktan çok parazit bir unsur haline gelmeye başladılar. Bunlar yaptıkları eylemlere, vurgunculuklara, palavracılıklarına göre değişik isimlerle anılmaya başladılar. Meşhur kabadayı türleri olarak “küçük beyler, palavracılar, fiyakacılar, mahalle kabadayıları, meyhane kabadayıları, dil kabadayıları, yumruk kabadayıları, bıçakçılar, kalleşler, hacamatçılar, kıyakçılar, yedibelalar, çamurlar, dayak hastaları” sayılabilir.
Fiyakacılar Aksaray, Yusufpaşa, Cerrahpaşa, Şehzadebaşı, Çeşmemeydanı, Firuzağa, Tophane gibi semtlerde bulunur, kadınlara sataşır, mahalle kahvelerine girerek kavga çıkarırlar, daha sonra ya da başka yerlerde yaptıkları rezaletleri anlatıp övünürlerdi. Bazıları birkaçı birleşip kendilerine pay vermeyen, çay, kahve ya da içki ikram etmeyen kahveci veya meyhaneciyi sopalarlar, taşıdıkları tabanca, saldırma gibi silahları etrafa gösterecek biçimde kendilerine mahsus bir yürüyüş şekliyle dolaşırlardı.
Kıyakçılar kızgınlıklarıyla tanınırlar, ellerini bıçaklarına veya silahlarına sudan bir sebeple dahi atsalar muhakkak bir cinayete sebebiyet verirlerdi.
Hacamatçılar usturayı ucundan bir parmak kalıncaya kadar sicimle bağlayarak köşebaşı, sapa, tenha yerlerde durarak vuracakları adamı beklerler, fırsatını bulunca birkaç kere savurup amaçlarına ulaşırlardı.
Palavracılar ortaoyunu komikleri gibi bir atılışta aslan, bir vuruşta dokuz can alıcı olurlar; “Var mı bana yan bakan?” narasıyla sokakları inletirlerdi. Az cesur, çok korkak, polise karşı itaatkâr, dişli kimselere karşı alçakgönüllü olurlardı. Devam ettikleri kahvehane, meyhane gibi çeşitli yerlerde, birbirini tutmaz palavralar atmak, hiç görmediği bilmediği kimselerle dost olduğunu söylemek, 110 kiloluk pehlivanlarla güreş yaptığını, onları yendiğini tekrarlamak başlıca özelliklerindendi.
Kabadayılar, aralarında halledemedikleri meseleleri aslı İtalyanca olan “racon” yoluyla hallederlerdi. Herhangi bir meselede iki taraf da haklı olduğunu iddia edip anlaşamadıklarında kıdemli kabadayılardan oluşan hakem heyetine müracaat ederler, hakemler tarafları dinleyerek bir karara varırlardı. Bu karara herkes uymaya mecburdu. Hakemlerin verdiği karar kabul edilmezse taraflar, aralarındaki meseleyi kavga ederek hallederlerdi.
Kabadayılar, kâküllü saçları üzerinde sol kaşa düşürülmüş, tepesinden yana gelen kalın ibrişim püsküllü sıfır numara kalıplı siyah fes takarlar, kartal kanat, kısa ceket altına “patatuka” denen önü iri düğmeli fermene, onun altına kılaptanlı, aslan, kaplan, tavuskuşu, denizkızı işlemeli “camedan” denilen bir yelek, daha içe ise muhtelif renkte ve göğüs kısmı bal peteği şeklinde oyuldu mintan giyerlerdi. Belde ise ipekli sakız veya Trablus kuşağı bulunur, “yarım Fransız” denilen yukarısı dar, dizden aşağısı genişleyen ve arka paçası koyu mor kadife kaplı kıvrık pantolon, ayaklarına da yumurta ökçeli, basık arkalı yarım şıpıdıklar giyerlerdi.
Eski İstanbul’un sayılı kabadayıları içinde Arap Apdullah, Arif Bey, sarraf niyazi, Arap Dilaver, Kavanoz Mehmed, Kadırgalı Kör Emin, Topal Tevfik önde gelen simalardandır.