Laiklik nasıl ve ne zaman ortaya çıkmıştır, tarihçesi ve önemi hakkında bilgi.
Laiklik; çağdaş hukukta, devlet ve toplum düzenini oluşturan yasaların ilhamlarını dinsel metinlerden almaması, dinsel buyrukların dünyevi işleri düzenleyen yasalara dayanak teşkil etmemesi kuralı, sekülerizm.
Genel olarak “din işlerinin devlet işleriyle karıştırılmaması” şeklinde özetlenir ki bu daha çok laikliğin 1789 devrimi sonrasında Fransa’da biçimlenen en katı yorumunun tanımıdır. Fransız yaklaşımına göre, laik bir ülkenin anayasasında o ülkenin halkı için belli bir dinsel tanımlama ya da aidiyet cümlesi bulunamaz (“Fransız Devletinin resmi dini Hristiyanlıktır” ya da “Türk Devleti Müslümandır” gibi), devlet hiçbir dine diğerine olduğundan daha yakın duramaz. Özetle devletin belli bir dini yoktur ve hiçbir dinin yaygınlaşması ya da örgütlenmesi için yatırım yapamaz, personel istihdam edemez.
Bir yasama, yürütme ve yargı sistemi olarak “laiklik“, günümüzde dünya uluslarının üzerinde hâlâ tam bir uzlaşmaya varamadıkları önemli konu başlıklarından biri olarak çeşitli felsefi çatışmalara neden olmaktadır. Aralarında Türkiye Cumhuriyetinin de yer aldığı, kendilerine model olarak Fransa’yı almış kimi ülkelerin anayasalarında “laiklik” ilkesine kesin bir dille yer verilerek, devlet yönetiminde dinsel kural ve buyrukların herhangi bir rolü olmaması ilkesi peşinen kabul edilmiştir. Buna karşılık İsrail, İran, Suudi Arabistan Mısır, Pakistan, Vatikan gibi ülkelerde Yahudi, Hristiyan ya da İslam şeriatına göre düzenlenmiş anayasalar yürürlüktedir.
Dünyada bireysel özgürlüklerin en yetkin biçimde tanımlandığı hukuksal metinler arasında yer alan ABD Anayasası da bu açıdan laikliğin Avrupalı tanımından oldukça uzaktır Amerikan yasalarında dinsel inanca ve kutsal metinlere sık sık atıfta bulunulurken, ülkedeki banknotların üzerinde de “In God We Trust” (İnandığımız Allah’a) ibaresi yer alır. Buna karşılık Amerikan sistemi de kendisini “laik” olarak tanımlar. Öte yandan, Cumhuriyet‘in ilanından bu yana Fransız tipi “ödünsüz bir laikligi” uygulama çabasındaki Türkiye’nin, bir devlet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı kanalıyla ülkedeki dinsel eğitim ve ibadet hizmetlerini örgütlemesi, laikliğin Avrupalı tanımı adına bir başka derin çelişkidir.
Lâiklik, her ne kadar yasal düzenlemeler gerçekleştirilirken dinsel kural ve buyrukları dikkate almamayı emrediyor olsa da, insanoğlunun sahip olduğu en köklü değerler manzumesi olan dinsel inanç, ilhamlarını laik yaklaşımdan aldığını ileri süren binlerce çağdaş yasada bile varlığını ve etkinliğini doğaçlama bir biçimde ortaya koymaktadır. Çünkü insan davranışlarına yönelik suç ve ceza tanımları en kesin, en anlaşılır ve kamu vicdanını en rahatlatan biçimleriyle “din kurumu”nda yapılmıştır. Zinanın, eşcinsel evliliklerin, hırsızlığın, insan kanı dökmenin, uyuşturucu üretip satmanın ve daha bir çok zararlı fiilin çağdaş yasalarda da kabul gören “suç oluşturma” durumu, kaynağını çağdaş kültürden değil bütünüyle dinsel metinlerden almaktadır. Bu bakımdan, yönetim sistemlerini her ne kadar “lâik”‘olarak tanımlasalar da, çağdaş devletlerin dinsel ilhamlar, buyruklar ve kaynağını yine dinden alan kimi törelerden kendilerini tam anlamıyla arındırmaları mümkün olamamaktadır.