Osmanlılar’dan günümüze ulaşmış ilk ceza kanunnamesi, Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) çıkarıldı. Üç fasıldan meydana gelen bu yasanın 1. faslında zina; 2. faslında sövüşmek, dövüşmek, cana kıymak, öteki cürümler ve siyasal nitelikteki suçlar; 3. faslında ise suç ve ceza ile ilgili hükümler yer aldı. Yasa maddeleştirilmedi.
Mehmet IV döneminde, 1680’de çıkan ceza yasası da üç fasıldı. 1. fasılda sanıklarla ilgili hükümler, 2. fasılda zanaatkarlarla ilgili hükümler, 3. fasılda muhtesip’lerle ilgili hükümler yer aldı. Bu yasa da maddeleştirilmedi.
Abdülmecit döneminde çıkartılan ceza kanunnamesi (1840) 40 maddelik, bir mukaddime, bir hatime ve 13 fasıldan oluşan bir yasaydı. Bu yasadaki bazı eksikliklerin giderilmesi amacıyla 1851 ‘de yeni bir ceza yasası daha (kanun-u cedit) çıkarıldı. Yeni yasa 43 madde ve 3 fasıldı. Bu tarihe kadar çıkarılan ceza yasaları islam hukukuna uygun bir biçimde düzenlendi. Bu yasalarda kısas cezalarından pek söz edilmemesi; zina, hırsızlık, zina iftirası, içki içme ve yol kesme ile ilgili hadd cezalarının da belirtilmeyip, onların yerine uygulanacak tâzir cezalarının yer almış olması, hadd ve kısas cezalarının fıkıh kitaplarında açık seçik bir dille betimlenmiş olmasından dolayıdır, islam hukukuna göre, hadd ve kısas cezaları alanlarında devletin yasa koyma yetkisi yoktur. Devlet, ancak hadd ve kısas cezalarını ortadan kaldırıcı hukuksal /ladenler ortaya çıkınca, tâzir adı altında ceza verme yetkisini elde eder. Yasalar, bu yüzden şeriatın devlete verdiği yetki oranında hükümler içermiştir.
Yine Abdülmecit döneminde, 1857’de çıkarılan ceza yasası, fransız ceza yasasından çevrilmiş; bu çeviriye yerli birtakım öğeler de eklenerek bir uyarlamaya gidilmiştir. Bu yasa, 264 madde, bir mukaddime ve 3 babdan oluşur.
CEZA, suç işleyene, onu doğru yola getirmek ve benzerlerine örnek olmak üzere suçun ağırlığına göre çektirilen her türlü acı durum. Bu hukuki karşılık, kişiye kamu önünde sert bir uyarıda bulunmaktan onun hayatına son vermeye dek uzayan geniş bir yelpaze oluşturur.
Çağımızdaki en yaygın cezalandırma türü, suçlu olduğu saptanmış kişileri kanunun belirlediği bir süre boyunca cezaevinde tutarak, onları özgürlüklerinden mahrum etmektir. Bu ceza suçluların biranda tutulduğu toplu bir mekanda hapis yatmak şeklinde olabileceği gibi, verilen ceza -“hücre sistemiyle- o kişiye tek başına da çektirilebilir.
Devlet otoritesinin bulunmadığı ya da çok zayıf olduğu eski çağlarda suç ve ceza ilişkisi bugünkü kıstaslara göre son derece muğlak, orantısız ve uygulanan cezalar da çoğu kez barbarcaydı. Devlet organının gelişip yaşanan tecrübeler ışığında yeni ceza hukuku sistemlerinin oluşturulmasıyla, suçların da bunlara verilecek olan cezaların da kanunlarda açık birer tanımı yapıldı. Cumhuriyet ve demokrasiyle yönetilen toplumlarda işlenen suçların cezasını, var olan kanunların ışığında yargıçlar saptar, savcılar ise bu sistemde hem mağdurların hem de bütün kamunun haklarını temsil eder.
İnfaz koruma personeli de verilen cezanın kanunlara uygun biçimde ve belirlenen süreyle çektirilmesine gözcülük eder. Çağdaş ceza hukukunun geçmiş dönemlere göre en önemli üstünlüğü, suçluyu suçu kanıtlanana kadar masum kabul etmesi ve ona, kendisini suçlayan taraf ile eşit koşullarda bir “savunma hakkı” vermesidir.