Osmanlı devletinde şeriat yasalarının kesin olarak yürürlükte bulunduğu ikinci meşrutiyet öncesi dönemde fuhuş ağır bir suçtu. Ancak, islamlık çokeşliliğe ayrıca halayıkların da yatağa alınmalarına izin verdiği için, fuhuş bir bakıma önlenmiş sayılırdı. Padişah başta olmak üzere, İstanbul’da saray çevresi ve varlıklı erkekler, esir tüccarlarından satın aldıkları cariyeler arasından beğendiklerini “odalık” adı altında nikâhsız eş olarak kullanabilirlerdi. Hatta bu kadınlardan olan çocuklar da meşru sayılırlardı. Bu odalıklar sonradan sahibince azat edilir ve konakta bir yer edinir ya da uygun görülen bir erkeğe nikahlanarak çırak çıkarılırdı. Tüm bu olanaklara karşın fuhuş tam anlamıyla önlenebilmiş değildi.
Büyük kentlerde, özellikle İstanbul’da yarı gizli fuhuş yuvaları vardı. Bunlar İstanbul’da genel olarak Hristiyan azınlıklarla yabancıların kümelendiği Galata ve Beyoğlu gibi semtlerde bulunur, “sermayeleri” de rum, ermeni, yahudi, çingene gibi yerli azınlıklardan oluşurdu. Bir islam kadınının böyle yerlerde çalışmasına kesinlikle izin verilmezdi. Kanuni Sultan Süleyman’ın kanunnamesi uyarınca, fuhuş, bu suçu işleyenin servet durumuna göre 12 para ile 10 kuruş arasında değişen para cezasıyla cezalandırılırken, genç kızlarla erkekleri baştan çıkaranlar için hadım etme cezası uygulanırdı.
Osmanlı devletinin son dönemlerinde adı geçen semtlerde açılan balozlar ve kafeşantanlar da bu tür uygunsuz kadınların barındığı yerlerdi. Ayrıca, İstanbul’ da daha gizli fuhuş yatakları da vardı. Bunlardan nüfuzlu kişilerin koruduğu ayrıcalıklı olanlara, beyzade ve paşazadelerden tanınmış kişilerin devam ettiği güvenlik kuvvetlerince bilindiği halde ilişilmezdi. Ancak koruyucusu gözden düştüğü zaman bu evler basılarak kapatılırsa da çalıştırıcısı nüfuzlu yeni bir “efendi” edinip evi yeniden açtırmakta geçikmezdi.
Fuhuş evleri için kentin tenha köşeleri seçilir, çevrenin dikkatini çekmemeye büyük özen gösterilirdi. Mahalle ve semt delikanlılarının bu açıdan çok uyanık olduklarından, kuşkulu evler imam başta olmak üzere bekçi ve mahalleli tarafından basılır, kadınla zamparası ağır hakaretlere uğrar, iş nikâha kadar dayanırdı. Öte yandan, eşcinsel ilişkiler de fuhuş kapsamında ele alınırdı. Yabancı kaynaklar, Osmanlı devletinde cinsal sapıklığın Bayezit II döneminde başladığını öne sürerler (B. Stern’in Türkiye’deki cinsel yaşamla ilgili Geschlechtsleben in der Tûrkei adlı kitabı [Berlin, 1903]).
Kadının şeriat yasalarının yasakları gereğince ortalıkta görünmemesi dolayısıyla imparatorlukta eşcinselliğin yaygınlaştığı bilinen bir gerçektir. Edilgen eşcinsellik (oğlanlık), osmanlı toplumunda ayıp sayılmasına karşın, etkin eşcinselliğe (oğlancılık), genelinde göz yumulurdu. Böylece birçok ünlü divan şairine esin kaynağı olan bu sapıklık, bir tür erotik edebiyatın gelişimine yol açtı. Büyük kentlerde genç erkek sunan özel evler, imam evleri, oğlan hamamları adıyla anılırdı. Öte yandan, sefere çıkan ya da sürgüne gönderilen bir yüksek devlet görevlisi, yolculuk güçlükleri ve kaçgöç nedeniyle eşini yanında götürme zorluğu yüzünden gulam ya da tıflı (tıfıl) denen genç bir erkeğin maddi ve manevi dostluğuna başvururdu.
Saraylarda, zengin konaklarında harem ve selamlık dairelerinin ayrı olmaları yüzünden kadınlar arasında da eşcinsel eğilimler gelişti. Ancak, toplumda “sevicilik” pek ayıplanmazdı. “Sevici” hanımlar genelinde çok zarif, nükteci ve şair ruhlu kişiler olduklarından bunlara saygı gösterilirse de kızlarla genç evli kadınlar onların meclislerinden uzak tutulurlardı.
İkinci meşrutiyetten sonra belirli semtlerde genelevlerin açılmasına, vesikaya bağlanmak koşuluyla din ayrımı gözetilmeksizin her kadının buralarda çalışabilmesine izin verildi. Cumhuriyet ilan edildikten sonra kadının yavaş da olsa toplum yaşamına katılması ve okullarda karma eğitime yer verilmesi üzerine eşcinsellik bir bakıma ortadan kalktı, öte yandan genelevlere ilişkin tek önemli değişim, sağlık denetimlerinin sıklaştırılması oldu. Fuhuş ve fuhuş yoluyla bulaşan zührevi hastalıklarla mücadele yönetmeliği ise, getirdiği önleyici ve koruyucu önlemlerin yetersizliğinin yanı sıra insan özgürlük ve onuruyla bağdaşmayan hükümlere yer vermesi yüzünden bugünün koşullarını karşılamaktan uzaktır.
Çoktanrılı dinlerde, hemen bütün ilkellerde babil, sümer, hint, yahudi, yunan ve roma uygarlıklarında fuhşun kutsallığına inanılırdı. Tektanrılı dinlerde ise kesinlikle yasaklanmıştır. Tevrat’ın temel ahlak ilkelerini belirleyen On emir’den birinde “Zina etmeyeceksin” buyruğu yer alır. İncil‘de İsa, “Bir kadına şehvetle bakan her adam, zaten yüreğinde onunla zina etmiştir” der.
Kuran’da fuhuş sözcüğü geçmemekle birlikte, aynı kökten gelen ve genel olarak çirkin söz ve davranış anlamında kullanılan fahşâ, daha çok zina anlamındaki fahişe ve bunun çoğulu fevahiş sözcükleri sık sık geçer Kuran’a göre, şeytan, insanlara fuhşu (fahşa) salık verir tam bir gönül bağlılığı ve içtenlikle kılınan namaz, insanı fuhuştan ve her türlü çirkin davranışlardan alıkoyar. Ayrıca, dinin aralarında evlilik yapmalarını yasakladığı yakın arkabaların bu yasağı çiğnemeleri de fuhuş sayılır. Kuran’da müslümanların zinadan kesinlikle uzak durmaları belirtilerek “Çünkü bu bir fuhuştur ve çok kötü bir yoldur” denir. Bu nedenle Kuran’da zina işleyen kadın ve erkekler için ağır fiziksel cezalann yanı sıra, tanıklıklarının kabul edilmemesi gibi yaptırımlar da geliştirilmiştir.
Kuran’da ayrıca müslümanlar arasında fuhşun yaygınlaşmasını isteyen ve buna neden olanların dünyada ve ahirette şiddetle ceza görecekleri bildirilir. Kuran’ da ayrıca eşcinsellik de fuhuş olarak nitelenir ve peygamberlerinin bütün uyarılarına rağmen bu suçu işlemeyi sürdüren Lut (Sodom) kavminin bir taş yağmuru yıkıntıyla nasıl ceza gördüğü anlatılır.