Tasavvufta, deney ve akıl yoluyla ulaşılan bilgilerden başka, bir de kulun kendi isteği, gücü ve çalışmasına bağlı olmaksızın, doğrudan Tanrı vergisi ve aracısız olarak kulun içine doğan ya da atılan bir bilgi olduğu kabul edilir.
Tasavvufçular, ilham denilen bu bilgiyi evliyalık inancıyla ilgili olarak kullanır ve bunu, akıl ve duyuların aracılığı olmaksızın, tanrısal gerçeklerin ve sırların, varlık ve olayların iç yüzünün velinin kalbine doğması biçiminde anlarlar. Akıl ve duyu yanılgılarından uzak olan bu bilgide aldanma ve yanılma payı yoktur, ilham, tanrısal vergi olmakla birlikte, ancak arınmış gönüllere ineceğinden, ibadet, riyazet, züht, takva ve çile gibi manevi ve ahlaksal çabalarla kalbi arındırmak (tasfiye) gerekir. Bu yollardan geçerek (seyri sülük) kendisini hazırlayan sufinin kalbine, nereden geldiğini ve nasıl olduğunu bilmediği birtakım sezgiler ve doğuşlar biçiminde gelen ilham, bir bakıma peygambere gelen vahiye benzer.
Şu var ki. bütün kelam bilginlerine göre vahiy insanlar için bağlayıcı olduğu ve müminler için kesin bilgi değen taşıdığı halde, ilhamın doğruluğu ve geçerliliği yalnızca ilgili kişiye bağlıdır. Bu nedenle ilham dinsel konularda kanıt (delil) sayılmaz.
Ehl-i sünnet akımları, yukarıdaki sınırlar içinde ilhamın olabileceğini kabul ederken mutezile mezhebi kerameti ve buna bağlı olarak ilhamı temelden reddeder, İbni Hazm ve İbni Haldun gibi bazı bilginler ise ilhamı olabilir görmekle birlikte bunu, bazı hayvanlardaki şaşırtıcı içgüdüsel durumlar gibi, bazı insanların doğasında (tabiat) bulunan özel bir yetenek biçiminde anlarlar