Türk Masal ve Destanlarında Şekil Değiştirme ” Kuş Şekline Girme Motifi)
Türk destan ve masallarında bir hayli işlenen, kahramanların şekil değiştirme, diğer bir ifade ile kuş şekline girme motifi, bilhassa İslamiyet’ten önceki Türk dini inancında da önemli yer tutar.
Eski Türk inançlarında, din adamları olan Kam’lar, zaman zaman birer kartal şekline girer, gökleri dolaşır ve ondan sonra da yerer inerlerdi. Her Kam’ın, şekline girebileceği bir hayvan vardı. Ama büyük Kam’ların eşleri daha çok “kuş”lar idiler. Anadolu’daki eski Türk şairleri, başka bir kuşun şekline girme olayını “donuna girmek” deyimi ile ifade ediyorlardı. Büyük mutasavvıflardan Ahmet Yesevi, zaman zaman “turna donuna”, Hacı Bektaş-ı Veli, “güvercin donuna”, Abdal Musa ise, “geyik donuna” bürünürlerdi. Abdal Musa, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya gelişini şöyle anlatıyordu:
“Güvercin donuyla Urum’a uçan, İmamlar evinün kapısın açan!..”
Gerçekten, Anadolu’daki hikâyelere göre Hacı Bektaş-ı Veli, “bir güvercin donuna (şekline) girmiş ve böylece uçarak Anadolu’ya kadar gelmişti.” Hacı Bektaş-ı Veli’nin, büyük güç ve tesirini gören Anadolulu yerli dervişler, onu kıskanmışlar ve ona karşı cephe almışlardı. Bu mücadeleleri gösteren bazı sembolik hikâyeler de yok değildir. Söylendiğine göre; “Hacı Bektaş-ı Veli, güvercin donunda Anadolu’ya gelince, onu hemen Doğrul Baba karşılamıştı. Doğrul Baba, bir doğan donuna girmiş ve Hacı Bektaş-ı Veli’yi yakalamak istemişti. Hacı Bektaş-ı Veli ise, bunu görünce silkinerek insan olmuş ve derhal Doğrul Baba’nın boğazından sıkarak nefesini kesmeye başlamıştı. Doğrul Baba, durumun tehlikeli olduğunu görünce, Hacı Bektaş’tan aman dilemiş ve o da onun maiyetine girmişti.”
Merhum Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’e göre; bu hikâye de aslında, bir Türk mitolojisidir. Çünkü “Doğrul Baba”nın adı “Tuğrul” kuşunun adından alınmıştı. Tuğrul da, Türklerin hem kutsal hem de çok iyi av yapabilen, büyük kuşlarından biri idi.
Bektaşiler, Uygurlar’ın bu eski dönüşümünü İslâmiyet’e uydurmak ve onunla bağdaştırmak istiyorlardı. Nitekim Bektaşi Şairi Abdal Musa, Hacı Bektaş-ı Veli’in güvercin şekline girmesini mutasavvıfların “devir”, yani dönüşüm nazariyesi ile şöyle açıklamaya çalışıyordu :
“Ali oldum, Adem oldum bahane, Güvercin donunda, geldim cihâne.’.. “
Merhum Prof. Dr. B. Ögel’e göre; bu daha çok, eski Sibirya Şamanlarının düşüncesi ile Uygur tükellik nazariyesinin devamından başka bir şey değildi’
Şimdi, bu motifin işlendiği Türk destan ve masallarından örnekler verelim.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yerleşik aşiretlerimizde pek meşhur olan “Alanlı Memo Destanında, bu motif şöyle kullanılmıştır :
“Peri padişahının üç kızı vardı,
Büyüğünün adı Günkız’dı, ortanca bacının adı Aykız ve Yıldız-kız’dı en küçüklerinin.
Bir gün çıkıp Gül Çeşmesi başına gittiler, Keklik tüyü postlarından soyundular, Gül havuzuna daldılar.
Üçü de postları örtünüp keklik biçimine girdiler. Gül Çeşmesi’nden uçtular, Botan Cizresi kentine geldiler…
Zin’in dairesinde kondular pencerelere, ışık deliklerine …”
Dede Korkut’ta işlenen motif de aşağı yukarı aynıdır. “BASAT’IN TEPEGÖZ’Ü ÖLDÜRDÜĞÜ DESTAN“da şöyle denilmektedir :
“Oğuz bir gün yaylaya göçtü. Aruz’un bir çobanı var idi. Adına Konur Koca Sarı Çoban derlerdi. Oğuz’un önünce bundan evvel kimse göçmezdi. Uzun Pınar denmekle meşhur bir pınar var idi. O pınara periler konmuştu. Ansızın koyun ürktü. Çoban erkeçe kızdı, ileri vardı. Gördü ki peri kızları kanat kanada bağlamışlar (vermişler), uçuyorlar. Çoban, keçesini Üzerlerine attı, peri kızının birini tuttu… Peri kızı kanat vurup uçtu… “
Yine Dede Korkut’taki, “DUHA KOCA OĞLU DELİ DUMRUL DESTANI“nda sergilenen düşünce de aşağı yukarı aynıdır :
“… Deli Dumrul der : Bre, al kanatlı Azrail sen misin dedi. Evet benim dedi. Bu güzel yiğitlerin canını sen mi alıyorsun dedi. Evet, ben alıyorum dedi. Bre Azrail, ben seni geniş yerde istiyordum, dar yerde iyi elime girdin değil mi dedi. Ben seni öldüreyim, güzel yiğidin canını kurtarayım dedi. Kara kılıcını sıyırdı eline aldı. Azrail’e çalmağa hamle kıldı. Azrail bir güvercin oldu, pencereden uçtu gitti…”
İslamiyet’ten önceki Türk destanlarından biri olan “YARADILIŞ DESTANI”nda ise, şu hususlar dikkati çekmektedir :
“Her şeyden önce ve sadece su vardı. Yer, gök, ay ve güneş yoktu. İlah Kara Han (Kayra Han) ile insan vardı. Her ikisi de birer kara kaz şeklinde, suyun üstünden uçuyorlardı. .. Kara Han kadını yakalayıp yüzüne tükürdü. Tükürür tükürmez de kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş, eti yenmeyen tüyü bir işe yaramayan kui’day denilen kuştur. Kara Han erkeği yakalayıp onun da yüzüne tükürdü, o da bir kuş olup uçtu, adına yalban kuşu dediler…
Birkaç örnek daha verelim.
“KARTAGA-MERGAN DESTANI”ndan :
“…Kartaga, evine dönerken savaş atının dağ sırtları üzerinde koşarak yurta yaklaştığını görür, fakat at hiçbir şey söyleyemeden altın eşiğin dibinde cansız olarak yere serilir. O zaman av atı, çabucak üzerindeki eğer ve kantarmanın alınmasını ister, bunun üzerine yerde bir defa ağındıktan sonra yalbagay kuşu şekline girerek ak ve kara bulutlara doğru uçar ve gökte küçük bir kuş yakalayıp yere indirir. Kartaga-Mergan kuşu yakalar. Av atı tekrar eski şekline girerek, bu kuşun savaş atının ruhu olduğunu söyler, onu atın ağzına koyarsan, hemen canlanır, der… Kartaga-Mergan, Kan-Töngüs’ün yurtunu alıp götürürken, kız kardeşi bir atmaca şekline girerek yükseklere uçup gider. ..”
“KUĞULAR”dan :
“Bir padişahın, on bir oğluyla bir tek kızı vardı. Bu çocukların sevgili anneleri ölünce, padişah başka bir kadınla evlendi. Bu yeni hanım Sultan, büyücüydü; üvey evlâtlarını da hiç sevmiyordu… Üvey anne, kızın on bir erkek kardeşini büyü ile birer kuğu şekline soktu. Bu zavallılar, geceleyin yine insan olurlardı; fakat güneş doğar doğmaz kuğu şekline girerek havaya uçarlardı. Yeşil göllere giderek, orada sazların mor gölgelerinde yıkanırlardı…
“YILAN BEY İLE POLTAN BEY”den :
“… Ayşe Sultan, Poltan Bey’in sözlerini Padişaha söyledi. Padişah halkı topladı. Büyük bir ateş yaktırdı, ‘torunumu bu ateşe atacağım!’ diye ilân etti. Çocuğun gömleğini, çocuk diye, ateşe attılar. Bunun üzerine bütün kurtlar, kuşlar, geyikler, kederlerinden kanatlarını, tüylerini döktüler, yas tuttular. Bu felâkete kendilerinin sebep olduklarını gören iki peri, iki beyaz güvercin suretinde gelerek ateşe atıldılar… “
“CİHANŞAH HİKAYESİ”nden :
“…Sabah oldu. Cihanşah odada oturuyordu. Baktı, güvercin geldi, kondu pencereye. Pencereden girdi içeriye. Gitti, içeri odada soyundu. Güvercin elbisesini gizledi. Kız elbisesiyle meydana çıktı… Periler Padişahının kızıymış. Uçtu gitti… O kızlar üç bacıdır. Senede bir defa buraya gelirler. Burada havuz var, onların havuzu, gelir, yıkanır, giderler… Cihanşah baktı ki, üç tane güvercin geldi, bacaya kondu. İçeri boylandılar (baktılar), dışarı boylandılar. Büyük kız dedi ki, beni insan kokusu geliyor. Küçük kız dedi, burada beni insanın ne işi var, buraya nereden gelecek? Ortancıl kız dedi ki, sen insan oğlunun eline düştüğünden kokuyu unutmuşsun, kokudan anlamıyorsun dedi… Bacadan indiler aşağı. O yana baktılar, bu yana baktılar kimse yok, soyundular. Havuza indiler, yıkandılar, çimdiler… (Cihanşah) elini uzattı, kendi nişanlısının gömleğini çekti aldı. Bunlar çıktılar (havuzdan), büyük kızlar gömleklerini giyindiler, kil” çük kız elini attı, gömlek yok. Kız, benim gömleğimi çaldılar dedi. Büyük kız dedi, demedim mi burada beni insan var? O senin gömleğini çaldı. Bunlar acele giyindi. Güvercin donunu da giydiler, çıktılar bacaya. Cihanşah’ın nişanlısı kaldı… “
“ÜÇ YUMURTA”dan :
“… Dedi bak, ileri gideceksin, bir çeşme var, bir havuzdur. Havuz gül ile bezenmiş, güzel silinip süpürülmüş. O havuzun başında güzelce yatacaksın, iki tane güvercin gelecek. O güvercinler soyunacak, melâikedirler. Onlar soyunduğu zaman, birinin donunu gizleyeceksin. O güvercinler sana yumurtaların yerini söyleyecekler… Bu gitti güzelce, çalıdan, çırpıdan kendisine bir perdelik yaptı, görünmeyecek bir şekilde havuzun başında, öğlen sıcağında baktı ki hakikaten de, kanat kanata vurarak iki tane beyaz güvercin indi çeşmenin başına, soyundular, düştüler çimdiler. Bu, birinin elbisesini gizledi… İkisi de çıktı. Biri giyindi çıktı, kanat vurdu uçtu gitti, biri kaldı…”
“PADİŞAHIN ÜÇ OĞLU”ndan :
“…Mehemmet gitti, baktı ki bir güzel kız oturuyor. Kız, aman dedi Mehemmed sen nere bura nere, katır gelir tırnak salar, kuş gelir kanat salar, kara dev şimdi gelir, seni de yer, beni de yer. Ne yapalım? Dedi sen bir kuş ol kon pencereye. Kara dev gelecek… Ya Ali ya Bismillah der devi vurursun. Bu kuş oldu, kondu pencereye… Kara dev geldi, oturdu sofrasının başına ekmek yedi, bu ya Ali ya Bismillah dedi kılıcını çekti, buna nasıl çektiyse bu ikiye bölündü… “
Görüldüğü gibi; Türkistan’dan Anadolu’ya, buradan da Balkanlara kadar uzanan geniş bir coğrafi sahada yayılan bütün Türk boy, oymak ve aşiretlerinde müşterek olan unsurlar ve değerler aynıdır. Asırlar geçmesine ve yabancı kültürlerin bunca taarruzlarına ve tahribatlarına rağmen de bu ortak dokuların ve motiflerin değişmediği, bilâkis daha canlı ve görkemli olarak dimdik ayakta durdukları aşikârdır.