Türkiye’de feminizm. Feminist ideoloji XX. yy.’da batı dünyasında gösterdiği iki yükseliş döneminde Türkiye’de de belli etkiler yarattı. Suffragette hareketle yüzyılın başında tepe noktasına ulaşan klasik feminizm, Osmanlı ülkesinde başta istanbul olmak üzere büyük kentlerde yaşayan aydın çevre kadınlarını etkiledi, özellikle II. Meşrutiyet döneminde (1908) kadınlar, çıkardıkları Muhasin, Kadın, Kadınlar dünyası vb. çok sayıda dergi ve kurdukları Teali-i Nisvan, Asri kadınlar cemiyeti gibi dernekler aracılığıyla eşit haklar istemini ortaya attılar Bu dönemde üzerinde durulan başlıca sorun, çok eşlilik ve daha çok erkekler tarafından sıkça ve tek taraflı olarak kullanılan İslami kurallara göre boşama yöntemine yer veren aile hukukunun eleştirisiydi.
1918’de Osmanlı devletinin yenilmesi ve ülke topraklarının işgal edilmesi, feminizmin savunucusu meslek sahibi (özellikle öğretmen) ve aydın kadınların mücadelede önceliği, Ulusal kurtuluş savaşına vermelerine yol açtı,
Kurtuluş savaşı’nın kazanılmasından sonra Mustafa Kemal’in başlattığı Cumhuriyet reformları, kadınların toplum içindeki konumunda, İslama dayalı Osmanlı düzenine göre çok önemli ilerlemeler sağladı. 1926’da Medeni kanunun kabulüyle başlayıp 1934’te ulusal seçimlerde, seçme seçilme haklarında kadın erkek eşitliğinin tanınmasıyla tamamlanan bu reformlar dönemi sonunda, 1935 te İstanbul’da toplanan Uluslararası Feminizm kongresi’nin hemen ardından tek parti yönetimi, Türkiye’de kadınların tüm haklarını kazandıkları gerekçesiyle Türk Kadınlar birliği’nin kapatılmasını kararlaştırdı. Bu tarihten 1980’lerde feminizmin yeniden canlanışına değin kurulan Türk Anneler derneği, Kadın hakları derneği, Üniversiteli kadınlar derneği, Hukukçu kadınlar derneği vb. derneklerin ortak yanı, kazanılmış hakların korunmasını amaçlamalarıdır. 1970’te batıda güçlenen yeni feminist hareketin etkileri bu derneklere ulaşamadı. Aynı biçimde ilkönceleri batı etkisiyle gelişen sosyalist öğrenci hareketlerinde de, batının aksine feminizm hiçbir yankı uyandırmadı.
Yeni feminizm Türkiye’deki etkilerini on yıllık bir gecikmeyle 1980’lerde duyurmaya başladı. 1970’lerin sonlarında yapılan birçok araştırma, kadınların bugüne değin elde ettikleri yasal haklara karşın toplumun ekonomik, kültürel ve politik bakımdan en çok ezilen kesimini oluşturduğunu ortaya koydu. Toplumun aydın kesimlerinde bile etkilerini duyuran, kökleri islam dinine ve geleneksel ataerkil ilişkilere dayalı erkek egemenliği ağırlıklı bir kültür; tedınların bir yanda ev kadınlığı ve analık, öte yanda da cinsel nesne rolünde tutsak edilmelerini öngörüyordu.
1981’den başlayarak önce istanbul’da daha sonra Ankara, izmir, gibi büyük kentlerde, orta sınıf kökenli, iyi eğitim görmüş çalışan genç kadınlar arasında, erkek egemenliğinin ağır bastığı bu kültürü ve cinsiyetçi değer yargılarını sorgulayan feminizmin desteklenmeye başladığı görüldü.
1983’te Somut dergisi’nde altı ay süreyle bir sayfa çıkararak özgün görüşlerini topluma ileten feministler, 1984’te Kadın çevresi adıyla bir yayınevi kurarak kitap yayımına başladılar. 1987’de de ilk bağımsız süreli feminist yayın olan Feminist dergisini çıkardılar.
Kamuoyunun ilgisini cinsiyet ayrımcılığı üzerine çekmek için giriştikleri kitle eylemlerinin ilki, 8 mart 1986 da TBMM’ye sunulan “Kadınlara karşı ayrımcılığa karşı sözleşme”nin gerektirdiği önlemlerin alınmasını talep eden 3000 imzalı toplu dilekçe kampanyası oldu. Bu kampanyanın uzantısında 1987’de Ayrımcılığa karşı kadın derneği kuruldu. 17 mayıs 1987’de İstanbul’da yapılan “Dayağa karşı kadınlar dayanışması” yürüyüşüyle başlatılan ve deöisik eylemlerle sürdürülen kampanya da kamuoyunda ilgi gördü. Bu hareketin olumlu sonuçlarından biri, İstanbul’da, kocalarının eziyetine maruz kalan kadınların gerektiğinde sığınabilecekleri birkaç sığınma evinin kurulması oldu. Önce Şişli, ardından Bakırköy belediyeleri birer Kadın sığınma evi açtı.