Türkiye’nin en tanınmış boza imalat firması.
Eskiden, halkın diline “93 Harbi” diye yerleşmiş olan Osmanlı-Rus Savaşı nedeniyle Rumeli’den İstanbul’a yoğun bir göç olmuştu. Savaştan hemen önce, 1876’da Karadağ sınırındaki Prizren kasabasından gelen Arnavut genci Sadık, bir süre mahalle aralarında seyyar bozacılık yaptıktan sonra, Vefa semtinde küçük bir bozacı dükkânı açtı ve hemen sonra bitişikteki yeri de kiralayarak dükkânını genişletti.
O zamana değin boza, çok tutulan bir kış meşrubatı olmasına rağmen, iptidai usullerle yapılmakta, gerek imalat, gerekse muhafaza için fıçılar kullanılmakta ve bu fıçılar kötü kokmaktaydı. Prizrenli Sadık sattığı bozaları kendisi imal etmeye başladıktan sonra, fıçı yerine mermer küpler kullanmaya başladı. Bakteri üremesine elverişli tahta yerine mermerin kullanılması hem sağlık koşulları açısından daha elverişli oluyor, hem de mermerin serin tutma özelliği nedeniyle bozanın çabuk ekşimesi önleniyordu. Mermer ayrıca müşterinin gözünü okşuyordu. Genç bozacı aynı zamanda dükkânını şık leblebi ve tarçın kaplarıyla, çeşit çeşit kepçeler ve güzel bardaklarla donatarak, lezzetini geliştirdiği bozanın orada içilmesini de bir zevk haline getiriyordu.
Vefa o dönemlerde muteber bir semt olma özelliğini sürdürdüğü için dükkânın müşterileri arasında hatırlı şahıslar bulunmaktaydı. Bunlardan birisi olan sikkezen-başı Hattat Fettah Efendi saraydan öğrendiği meşrubat tariflerini genç bozacıya aktardı, o da sadece yılın belli aylarında içilen bozanın yanısıra, şıra, limonata, bazı şerbet türleri, dondurma ve salep yapmaya başladı; ünü birkaç yıl içinde bütün İstanbul’a yayıldı, kentin başka yörelerinden pek çok kimse akın akın Vefa’daki bu yeni bozacının bozasını, mevsim kış değilse, diğer içeceklerini tatmaya geldiler, buna rağmen, o başka semtlerde şube açma doğrultusunda kendisine yapılan teklifleri reddetti, iki dükkâna birden yetişemeyeceğini, müşterinin kendisini daima işin başında görmesi gerektiğini, dükkânları çoğaltayım diye lezzeti bozarsa kimsenin artık ona da, bozasına da itibar etmeyeceğini söyledi, imalatı artınca da, kardeşi İbrahim’i Prizren’den getirtti, iki kardeş bir arada işletmelerini kurumlaştırdılar, yıllar ilerledi hacca gidip Hacı Sadık Efendi ve Hacı İbrahim Efendi oldular.
O zamanki takvimle “334 yangını” diye de anılan büyük Fatih yangınında (1918) Vefa harabeye dönünce iki kardeş dükkânı kapatmayı ve işten çekilmeyi düşündüler ama Hacı Sadık Efendi’nin Suriye cephesinden, savaştan dönen oğlu İsmail Bey, babasını ve amcasını teşvik etti. Kendisi Darülfünunun Edebiyat Şubesi’ni bitirdi, Kadıköy Lisesi’nde beden terbiyesi öğretmenliğine başladı. Bütün bu süre zarfında babasına ve amcasına yardım etti. Onların ölümünden sonra da işletmenin tüm sorumluluğunu yüklendi. Soyadı kanunu çıkınca Vefa soyadını alan, bozacı olarak değil, ama daha çok bir spor adamı olarak tanınan, Vefa kulübü üyeliğinin yanısıra, Beden Terbiyesi İstanbul Bölgesi’nde uzun süre güreş ajanlığı yapan ve Fatih Güreş Kulübünün kurucu başkanı olan ismail Vefa boza imalatının bir fabrika üretimine dönüşmesine ve “Vefa Bozacısının mamulünün ülke çapında nam kazanmasına önayak olmuştur.
Bugün Vefa Bozacısı’nın merkezi gene Vefa’dadır, yöneticilerinin beyan ettikleri gibi, işletmenin sadece bir tane şubesi vardır, bu şube Eminönü Meydanındaki tarihi bir binada faaliyettedir. Bununla birlikte, işletmede imal edilen bozayı satan pek çok büfe, muhallebici dükkânı vb kentin dört bir yanında bulunmaktadır. Vefa Bozası hayİİ zamandır kurumlaşmış bir işletmenin ünlü mamulü olarak istanbul’un kış aylarının özelliklerinden birisidir.