Yarim İstanbul’u Mesken Mi Tuttun Türküsü Hikayesi

İstanbul’a çalışmak için giden bir yiğit ve onu bekleyen sevdalısının hikayesi.

Ben diyeyim Kayseri, siz deyin Kırşehir, Eğin, Arapkir, ya da Konya... Bir genç bir  genç kızla evlenir. Toprak verimsiz. Çalışmak için İstanbul’a gider. Ara sıra… Köyüne para gönderir. Kendisi de dönmek ister köyüne ama geçim derdi yolunu bağlar. Eşi ise memlekette bekledi, hep bekledi. Yine bekledi. Ama kötü şeydi çaresiz beklemek, kötü şeydi. O da insandı, çiğ süt emmişti ama duralıydı, helâldi sütü…

Kızcağız baktı olacak gibi değil, büyük bir kilime başladı kocası gittiğinde. Yedi yılda tamamlanacak bir kilime… Nakış nakış özlem kokan, buram buram sevgi tüten, erdem tüten bir kilime… Karalı her renginde, her ilmeğinde dilsiz; sığda, karanlıkta kalan, duyulmayan bir damla göz yaşı saklayan, bununla ölümsüzleşen bir kilime… Bu kilim yedi yıllık bir özlemin yapıtıydı.

Bu kilim anlatır öykülerini. Bu kilime kirkit sallamaktan kolları yoruldu da, beklemekten yorulmadı. Bahtı kara kız vereme tutulmuştu. Tüm acıların, özlemlerin biriktiği bir gönül veremine. Muratsız ayrılacaktı yaşamdan. Bu dünyaya doymadan gidecekti, kopacaktı tüm bağlarından. Bir ömür bitiyor, bir kilim tamamlanıyor, ağasının diktiği fidanlar meyve veriyor ve bunların üstünde içli dertli dudaklardan bir çağrı dökülüyordu. Kara yazılı bir kızın ölümü ile biten bir kilimle, bir türkü doğuyordu. Bu çağrı döküldüğü dudakları yakıp kavuran bir ağıttı. Yıllarca bağrına kara taşlar basan mutsuz bir kızın sağır mesafeler boyunca uzanan ünlemesiydi. Bu kırk bin köyün birinden, Yedi köy içinde şanlı Zeynebimizin, türküsüydü. Bu «mezarları yad ellere kazılan» Nasibe’mizin dramıydı. Bu, gerdek gecesi kamayla öldürülen elleri kınalı, başı duvaklı gelinimizin, Esmamızın ağıtıydı. Bu işveli Asiye’mizin, fistanı dal işlemeli Fadime’mizin haykırışıydı. Bu yüzyıllardır en doğal hakları ellerinden alınmış, özgürlükleri kısıtlanmış, kafes arkası yaşamını sürdüren, yüzlerini peçelerin gecelediği analarımızın, bacılarımızın, kızlarımızın o dinmeyen ağıtıydı!…

Evet, bir özlem uzuyor, bir kilim, bir ömür bitiyor; bir türkü doğuyordu…