Aba Nedir; Yünden gevşek bir biçimde dokunduktan sonra uzun süre su ile dövülerek imal edilen bir tür kaba kumaş olan aba, bu kumaştan yapılan pallo ve sako cinsinden bir kışlık giysiye de ad olmuştur.
Dervişler, ilmiye sınıfı mensuptan ve medrese talebesi de bir tür aba giymekle birlikte bu üstlük, zengin ve kibar çevrelerde yoksulluk belirtisi sayılırdı. Abanın kumaş olarak bilinmesi ve giysi yapımında kullanılması eski olmakla birlikte istanbul yaşamına yaygın bir biçimde girişi yeniçeri yağmurlukları ve denizcilere özgü su geçirmeyen üstlüklerle olmuştur.
Abadan ayrıca sako, şalvar, çakşır, potur, cepken, salta, yelek, cüppe, yağmurluk, terlik, kukuleta yapıldığı gibi at donanımında ya da yük taşımada kullanılan yardımcı eşya yapımında da yararlanılmıştır. 18. yy’dan başlayarak Osmanlı ordusunda asker giyim kuşamı için aba türii kumaşlar da kullanılmıştır. Özellikle Alemdar Mustafa Faşa’nın sadrazamlığı sırasında (1808) kurulan Sekban-ı Cedid Ocağı’nda askerler için abadan dizlik ve tozluk yaptırılmıştı.
İstanbul’da halk arasında da aba türü kumaşlar yaygın biçimde kullanılmaktaydı. Ancak İstanbul’a Özgü bir aba türü ve tekniği saptanamamıştır. Abanın hammaddesi olan yünün raşrada ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliğinin yaygın olduğu yörelerde elde edilmesi dokuma işinin de buna bağlı olarak taşrada oluş masına elverdiğinden İstanbul’da satılan abanın büyük bölümü başka yerlerden getirtiliyordu, İstanbul’a aba gönderen şehirlerarasında Halep, Gaziantep, Kahramanmaraş. Antakya ve Balıkesir ön sırada yer alıyordu. Bununla birlikte İstanbul’da da aba imalathaneleri vardı.
Bu tür kumaşların yapımında dink ve aba dolabı çalıştırmak için çok miktarda su gerektiğinden İstanbul’daki imalathaneler Beyazıt. Eyüp, Yenikapı ve Samat-ya semtlerinde toplanmıştı. Sonraları Feshane de üretilen kaliteli aba “Feshane abası” adıyla anılmıştır.
İstanbul’da abadan giysi ve eşya imal eden, bunlar üzerine çeşitli motifler isleyen zanaatkarlarla bu tür eşyaları satanlar genellikle Kapalıçarşı’da toplanmışlardı. Eski narh defterlerinde ve esnaf nizamnamelerinde öteki zanaatlarda olduğu gibi abacı esnafı için de bazı kurallar konulmuş, sıkı ve iyi aba isleyip satmak zorunda oldukları buyumlmuştur.
Evliya Çelebi’nin yazdığına göre abacılar, Kapalıçarşı ve Eski Bedestenin dış esnafından sayılmakta, şehrin çeşitli yerlerinde bulunanlarla birlikte 300 dükkânda 700 usta ve kalfa çalışmaktaydı. İstanbul’un değişik semtlerindeki sokaklarda toplanmış birkaç Abacılar Çarşısı vardı. Bunların toplandığı sokaklara “abacılık'” ya da “abacılar”la ilgili adlar verilmişti. 19. yy’da Eminönü Zindankapısı ile Odunkapısı arasında toplanan abacı esnafından dolayı Zindankapısı Caddesi’ne halk arasında yakın zamanlara kadar “Abacılar Caddesi” de denilirdi. Fatih, Eminönü, Beyoğlu ve Beşiktaş ilçelerinde bazı usta abacıların ya da bu mesleğin anısını yaşatmak İçin konulmuş “Abacılar Sokağı”. “Abacı Halim Sokağı”, “Abacı Latif Sokağı”, “Abacı Mahmut Sokağı’ gibi sokak adları günümüzde de yaşamaktadır.
İstanbulda bilhassa küçük esnaf ve ayak takımı ile dervişler, hal ve vakti icabı çuha giyinmesi lazım gelirken, yaradılışının dervişane tevazuunu feda edemeyen kimseler tarafından kullanılırdı. On yedinci asır ortalarında İstanbulluları kendine mahsus zarif kıyafetlerine hayran bırakmakla meşhur Abaza Mehmed Paşa, bir seferinde, kendisini taklid eden devrin hükümdarı Dördüncü Murad ile beraber birer kat aba cebken yaptırmışlardı ki, bu Abaza kesimi aba cebkenler büyük şehirde derhal moda olmuştu. Alemdar Mustafa Paşa sadaretinde sekban ocağı kurulduğunda, neferlere aynı biçimde aba dizlik ve tozluk yaptırılıp giydirilmişti. Abadan şalvar, cebken, yelek, cübbe, yağmurluk, salta, potur, mest, terlik yapılırdı. , Kaim kumaş olan aba, İstanbul halkının sırtında bilhassa kışın görülürdü; ortalık soğumağa başlayınca; “Abaları sandıktan çıkarmalı” denilirdi.
Enderunlu Fazıl: Bilinir kadri aba mevsimi bâran olsun diyor. Servet sahibi, kibar kimseler nazarında da aba giymek, yoksulluk alâmeti bilinirdi; Sümıbülzade Vehbi “Lütfiye” sinde gençlere şöyle nasihat ediyor:
Mali mevcudu idüb mahvü hebâ
Yakışır mı giyesin sonra aba
Abacılık, İstanbulun küçük el sanayii arasında büyük şehre has bir şöhret yapamamıştı. Eski narh defterlerinde ve esnaf nizamnamelerinde abacıların, abanın iyisini işleyip satmağa mecbur oldukları yazılıdır. Evliya Çelebi abacıları, Kapalıçarşı esnafının en namlılarından ve Eski Bedestenin dış esnafından gösteriyor; yine onun kaydına göre, on yedinci asır ortalarında İstanbulda 300 dükkânda 700 abacı işlermiş; esnaf alaylarında da eski bedestenlerle beraber geçerlermiş.
Geçen asır sonlarına doğru abacılar, Zindankapısiyle Odunkapısı arasında toplanmışlardı iki şehir rehberi haritasında Zindan-kapı caddesi diye gösterilen yol, son zamanlara kadar halk arasında Abacılar Caddesi diye anıla gelmişti. “Abayı yakmak” tâbiri halk ağzında mecazen âşık olmak, hir güzele vurulmak mânasına gelirdi, “abası yanık” da âşık demektir; yeni nesiller tarafından unutulmuş güzel tâbirlerdir. Darbımeselerimiz arasında da “Abacı gebeci, sen neci?..” diye bir söz vardır; en küçük bir alâkası olmadığı halde herhangi bir işe, mes’eleye, söze müdahale edenlere, karışanlara karşı söylenirdi.