Adem ve Havva’nın Cennetten Kovulma Hikayesi. Şeytan Ademe Neden Secde Etmedi? Adem’in yediği yasak meyve nedir? Dinlere göre Adem ile Havva Hikayesi
Dinî inançlara göre yeryüzündeki ilk insan çifti. Adem, ilk insan ve ilk peygamber, Havva ise Adem’in eşidir.
İnsanlığın babası olarak anılan Hz. Adem Kuran’dan edinilen bilgilere göre topraktan yaratılmıştır. Ancak Kuran’ da ve hadislerde bu yaradılışla ilgili olan herhangi bir tarihe rastlanılmamaktadır. Ayetlerden anlaşıldığı üzere insan kendi kendine var olmamış ve ortaya çıkmamıştır. Yine Kuran’dan edinilen bilgilere göre, Adem’i yaratan Tanrı, ona kâinattaki her şeyin adını öğretmiş, meleklere ise Adem’e secde edilmesini emretmiştir. Azrail dışında bütün melekler bu emre itaat etmiş, Azrail ise, kendisinin ateşten yaratıldığını, dolayısıyla topraktan yaratılan Adem’den daha hayırlı olduğunu iddia ederek secde etmemiştir. Bundan dolayı Tanrı’nın lanetine uğrayan bu melek İblis adını almıştır.
Kuran’da, Havva’nın yaradılışı ile ilgili olarak ayrıntılı bilgi yoktur. İslami kaynaklarda ise Havva’nın yaradılışı ile ilgili bazı görüşler vardır. Bu görüşlere göre Havva, Adem’in sol kaburga kemiğinden yaratılmıştır.
Tanrı, Adem ile Havva’nın cennete yerleşmelerini buyurmuş ve onlara cennette sonsuz bir hürriyet vermiştir. Ancak Adem’le Havva’ya sadece bir yasak getirilmiş, cennetteki bir ağaca ve meyvesine yaklaşmamaları istenmiştir. Fakat yılan görünümüne giren İblis’e uymuşlar ve yasak ağacın meyvesini yiyerek Tanrı’nın koyduğu yasağa aykırı davranmışlardır. Bundan dolayı Tanrı tarafından cennetten kovularak ayrı düşmüşler, bunun üzerine yaptıklarından pişmanlık duyarak Tanrı’ya yalvarmışlar ve af dilemişlerdir. Tanrı yarattığı kullarını affetmiş, böylece Adem’le Havva, yüzlerce yıllık yaşantılarına başlayarak birleşmelerinden birçok nesiller ortaya çıkmıştır.
Adem’le Havva’nın affedilmelerinden sonra yeryüzüne inmeleri ile ilgili olarak Kuran’da herhangi bir işaret yoktur. Ancak, İbni Abbas’dan rivayet olunduğuna göre, Adem Hind topraklarına, Havva ise Cidde’ye indirilmiştir.
Diyalektik öğreti ise, her varlığın doğup yaşayarak yerini daha gelişmiş bir varlığa bıraktığını ileri sürer. Bu yok oluş, metafizik bir yok olma değil, bir değişmedir.
Adem İle Havva İle İlgili Başka Bir Hikaye
Evrenin yaratılış öyküsü Tevrat’ın ilk birkaç bölümünde masalsı bir dille anlatılır. Allah, evreni yarattıktan sonra dünyadan aldığı bir avuç toprakla ilk insanı yaratır. (Bu ilk erkeğin adı olan Adem sözcüğü İbranice ‘de insan anlamına gelir.) Adem’i, içinde meyveler, ırmaklar ve istediği her şey bulunan Cennet adında bir bahçeye yerleştirir. Ama Adem yalnızdır; bu nedenle Allah Adem’in kaburga kemiğinden ona bir eş yaratır. Âdem, kendisinin bir parçası olan bu ilk kadına Havva adını verir.
Bu iki kusursuz insana Cennet’te tam bir özgürlük tanınmış, yalnızca iyilik ve kötülük bilgisini taşıyan ağacın meyvelerinden yemeleri yasaklanmıştır. Allah, henüz kötülük nedir bilmeyen bu iki insanın hep böyle günahsız kalmasını ister. Ne var ki şeytan bir yılan kılığında bahçeye girer ve yasak meyvenin tadına bakması için Havva’yı kandırır. Havva yediği meyvenin birazını da Âdem’e verir. Böylece, yasak meyveyi yiyerek o bahçenin tek yasasını çiğnemiş olan Âdem ile Havva ilk günahı işlemiştir. O zaman Allah bu ilk çifti Cennet’ten kovar ve elinde alevden kılıç taşıyan bir meleği Cennet’in bekçisi yapar.
İslam inancında da Adem çamurdan, Havva onun kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kuran’a göre ilk peygamber olan Âdem’e, Allah’ın isteğine karşın İblis adlı bir melek secde etmez. İblis’in yılan kılığında Cennet’e girerek Havva’yı kandırması onun da Adem’e yasak meyveyi yedirmesi Tevrat’taki gibi anlatılmıştır. Cennet’ten kovulduktan sonra yeryüzünde ayrı ayrı yerlere indirilen Adem ile Havva, İslam inanışına göre Cebrail aracılığıyla birbirlerini bulurlar. Kuran’da Âdem’ in Kâbe’nin yapımında bulunduğu, sonra da Cebrail’den hac törenini öğrendiği yazılıdır.
Adem İle Havva Olayının Yorumlanması
ADEM İLE HAVVA kutsal kitaplara göre (Tevrat, Kur’an) Tanrı’nın yarattığı ilk erkek ve kadın. Dinsel inanışa göre melekleri, yeri ve göğü yaratan tanrı yeryüzünü şenlendirmek için topraktan Adem’i, onun kaburga kemiğinden de Havva’yı yarattı. İkisini birlikte Cennet’e koydu. Tanrı meleklerin Adem’e secde etmelerini buyurdu, melekler arasında önemli bir yeri olan Şeytan kendisinin ateşten yaratıldığını, Adem’in ise topraktan yaratıldığını öne sürerek Tanrı’yı dinlemedi. Bunun üzerine Cennet’ten kovuldu. Şeytan da Adem ile Havva’yı kandırarak, onların yasak meyveyi yemelerini ve bu nedenle Cennet’ten kovulmalarını sağladı. Dinsel inanca göre tüm insanlar Adem ile Havva’dan türemişlerdir.
- En ilkelinden en gelişmişine kadar bütün toplumlar, öte den beri insanın kökeni üstüne düşünüp durmuşlardır. Biz de, bilimsel açıdan yaşamın kimyasal kökenlerini düşünebilir ve bu yaşamı insanlığa kadar ulaştıran yavaş evrimi gözlerimizin önünde yeniden canlandırabiliriz.
- Ne var ki, evrim, yaşamın ve insanın ortaya çıkışının anlamını bize açıklayamaz ve hiç bir bilgin, bir bilgin olarak şu soruları yanıtlayamaz: Doğaya oranla insan nedir, Ahlak ya da kötülük, Tanrı aşkı ya da günah nedir?
- Tanrının kendine benzeterek yarattığı ilk insanlar olan Adem ve Havva’nın öyküsüne, çeşitli kutsal kitaplarda yer verilmiştir. Adem İbranicede «erkek» demektir. Havva ise «canlı» anlamına gelir; çünkü, ilk kadın bütün canlıların anasıdır. Kur’an’a göre (XV. 261 Tanrı, Adem’in bedenini «kum, toprak ve pis kokan çamurdan» biçimlendirip ona can verdi. Erkeğin yalnız kalmaması için, Tanrı onu derin ” bir uykuya daldırdı ve ilk erkeğin bir kaburgasından, ilk kadın Havva’yı yarattı. Sonra, Tanrı, onları cennete yerleştirdi; yalnızca, bahçenin ortasındaki elma ağacının meyvelerini (iyi ile kötüyü ayırma aracı) yemelerini yasakladı.
- Yılanın kışkırtmalarına kapılan Havva, Adem’i bu yasağı çiğnemeye itti: Birlikte ağacın elmalarını yediler; «iyi» ile kötüyü öğrendiler. O zaman Tanrı onları cennetten kovdu; ölümlülüğe ve alın terleriyle çalışmaya mahkum etti.Böylece, Hristiyanların «ilk günah» diye tanımladıkları bu olay türümüzü acıya, çalışmaya ve ölüme mahkum ederek, insanın durumunu belirledi.
Bu öykünün simgesel anlamını kavramak için, daha yakından incelemek gerekir.
• Cennet, doğanın durumunu, yani yaratılış ile yaratıklar arasında uyumlu bir anlaşmayı belirtir. Bu görkemli bahçede, içgüdü en iyi ahlâk ve doğuştan mutluluktur. Adem ne kötülüğü ne de aklın hilelerini bilir; çalışmanın ve acının ne olabileceğini bilmez.
İlk günahtan sonra, doğanın bu durumu bütünüyle ortadan kalktı ve yeni Adem, başkalaşmış gibi oldu. Eski durumundan yalnızca, Tanrı’ya benzediğini ve hayvandan üstün olduğunu anımsıyordu.
• Demek ki simgesel anlam, ilk günah kavramında yoğunlaşır. Cennette niçin yasak meyveleri olan bir ağaç vardı? Tanrı böyle bir girişimde bulunabilecek insanı neden yaratmıştı; Cennette bir yılan nasıl bulunabilirdi?
• Hıristiyan din bilimciler bu sorunlara ilişkin birçok düşünce ortaya atmışlardır. Onlara göre, ilk günah, yılanın da söylediği gibi, Tanrı ile eşit olma kendini beğenmişliği olarak düşünülebilir. Bu Tanrı sevgisinde büyük bir eksiklik olduğu için, Tanrı, imgesi gibi yani özgür yaratmış olduğu insanı, bu özgürlüğü kötüye kullandığından ötürü cezalandırmıştır.
İnsanın Yaratılış Gayesi
Her türlü noksanlıklardan münezzeh olan Allah (cc), insanoğlunu ancak kendisine kulluk etmesi için yaratmıştır. Nitekim bu husus Kur’an’da da vurgulanmıştır. İlk insan Hz. Adem’in yaratılışı Cennette gerçekleşmiştir. Fakat şeytan Adem’i ve eşi Havva’yı kandırmış, bunun neticesinde de Allah (cc) Adem ile Havva’yı cennetten çıkararak yeryüzüne indirmişti O zamandan beri artık insan yeryüzünde yaşar, orada ölür, oraya defnedilir ve hesaba çekilmek üzere ikinci defa yine topraktan diriltilecektir: “Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız.”
İnsan yeryüzündeki yaşam sürecinde kendisinden istenilen görevleri yerine getirip getirmemekle, şehevi arzularına, dünyanın aldatıcı şeylerine kapılıp kapılmamakla sınanmaktadır. Kıyamet gününde de, bu dünyada yaptıklarının karşılığını görecektir. Bu hususa Kur’an’da şöyle değinilir: “Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter. O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.”
Yine Kur’an’da belirtildiği üzere dünya hayatı bir süs, oyun eğlence ve imtihandan başka bir şey değildir:
“Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir süs yaptık. (Bununla beraber) biz mutlaka oradaki her şeyi kupkuru bir toprak yapacağız.”
“Biliniz ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği, ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahrette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.”
Dolayısıyla akıllı kişi dünyada yapması gereken şeyleri iyi düşünen ve eylemlerinin doğru dürüst olmasına son derece dikkat eden kişidir. Ve yine o sadece Allah rızasını gözetir ve hayırlı şeyleri hedefler. İşte bu kişi hesap gününde amel defterini sağ tarafından alır, yaptıklarının karşılığında güzel mükâfaat elde eder, gayretinin meyvesini toplar ve genişliği yer ile gökler kadar olan, kendisi gibi müttakiler (Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde ve O’nu tazîm ile O’ndan korkan kişiler) için hazırlanmış Cennete girer.
Ancak doğruluk ve dürüstlüğe, helal ve harama önem vermeksizin sadece şehevî arzularını gerçekleştirmekten başka bir şey düşünmeyen kişi ise kıyamet günü amel defterini sol tarafından alır ve Cehennem o kişinin barınağı olacaktır ki söndükçe ateşi yeniden alevlendirilecektir.
Hayırlı ve güzel olan şeyler herkes için açık seçik ve hiç kimseden gizli olmayan şeylerdir. Bazı insanlar aklını rehber edinir, yapacağı işi iyice düşünür ve hakkın peşinden giderler. İşte bunlar Allahın kendilerini hidayete erdirdiği ve hem dünyada hem de ahirette mutluluğa ulaştırdığı kimselerdir. Fakat bir takım insanlar da vardır ki yapıp ettiklerini iyice düşünüp tefekkür etmeksizin bâtılın peşine takılırlar, Allah böylelerini dünyada mutsuz kılar, öbür alemdeki yerleri de içinde ebedi kalacakları cehennemdir.
Bütün kainatı ve içindekileri yaratan, diriltip öldüren ve bütün canlıların rızkını veren Allah’tır. Öldükten sonra da insanları yeniden diriltip dünyada yaptıkları hayırlı ve şerli amellerine göre onları hesaba çekecektir. Müslüman bunların bilincindedir olan ve bu hususta en ufak bir şüpheye kapılmaz.
Allah’ı bütün eş ve ortak koşulan şeylerden tenzih edip sadece O’na kullukta bulunan kimseler, Allah’ın kendilerine hidayet verdiği gerçek müminlerdir. Fakat öyleleri de vardır ki bir takım şeyleri Allah’a eş ve ortak koşarlar, O’na oğul isnat ederler ve hatta Allah’ı baba-oğul-kutsal ruh üçlüsünden baba olarak kabul ederler. Ayrıca inek ve putlara tapanların yaptıkları gibi, hayvanlara tapanlar da vardır ki bütün bu davranışlar çok garip şeylerdir. Çünkü bu saydığımız davranışları sergileyenler en başta Allah’ın eksikliklerden tenzih edilmesi ilkesine aykırı davranmış oluyorlar. Acaba nasıl oluyor da Allah’ı onun yaratıklarından biri gibi kabul edip ona oğul isnat edebiliyorlar? Ve yine acaba nasıl oluyor da anlama ve konuşma yeteneği olmayan, en ufak bir fayda ve zarar vermeye güç yetiremeyen hayvanlara ya da cansız varlıklara tapıyorlar. Böyleleri, Allah’ın kendilerine gazaplandığı insanlardır ve Allah onlar için cehennemi hazırlamıştır, orası ne kötü bir yerdir.
Hoşa gitmeyen çirkin işler, bünyelerinde şerri barındırırlar. Bu hususta insanlığın geneli müttefiktirler ve bunları reddedip ortadan kaldırmak için mücadele etmektedirler. Zina, yalancılık, samimi olmayan davranışlar ve benzeri şeyler insanlığın çirkin gördüğü fiillerden sadece bir kaçıdır.
Allah’ın kendilerini hidayet ile İslâm yoluna ulaştırdığı insanlar yukarıda birkaç örneğini verdiğimiz fiillerden ve insanı o fiilleri işlemeye sevk eden şeylerden kaçınırlar. Bununla da yetinmeyip tamamen ortadan kaldırmanın gayreti içinde olurlar ki onlar İslâm’a sımsıkı sarılmış iman erleridirler.
Bir de yukarıda belirtilen fiillerin çirkinliğini kabul edip ortadan kaldırılması gerektiğine inanan ancak bizzat kendileri onlara zemin hazırlayan, alt yapı oluşturanlar var. Örneğin zinaya karşı çıkarlar ve zina yapanları kötülük ve fuhşiyatı işlemek ile nitelendirirler. Ancak bir yandan da kadın erkek karışımında bir sakınca görmezler.
Kadınların açılıp saçılmasında ve ziynetlerini teşhir ederek yarı çıplak bir şekilde topluma çıkmasında onlara göre hiçbir sakınca yoktur. Hatta insanların içgüdülerini harekete geçirecek ve birbirlerine karşı körükleyecek şekilde kadınlarla erkeklerin beraber oldukları törenler düzenlemekte de bir beis yoktur. Aksine, böyle merasimleri ilericiliğin ve gelişmişliğin simgesi olarak kabul ederler. Fakat gidişatı böyle olanlar her ne kadar kötülüklere karşı olduklarını söyleseler de bizzat kendi uygulamaları insanları zinaya ve gayri meşru işlere sürükler, günahtan kurtulma gayretlerinde samimi olmadıklarını, insanlığı bekleyen tehlikelerle mücadelede ihlaslı olmadıklarını gösterir. Bu tutum, Allah korkusu ve kıyamette hesap verme düşüncesini içselleştirememiş, şehvetlerinin peşine takılıp içgüdülerinin esiri olmuş ve İslâm’a sımsıkı sarılmayanların içine düştükleri bir tutumdur.