Ağın Halk Müziği ve Yöre Sanatçıları

Elazığ’ın Ağın İlçesi; Müzik Kültürü, Halk Müziği Sanatçıları, Yöre Müziğine Katkı Sağlamış Kişiler

Halk müziğimizin eski icracıları Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Ermenilerdi. Cumhuriyet dönemiyle birlikte icracılar ve çalgılarda da değişiklikler kaçınılmaz olmuştur.

Türklerin temel sazları davul, Zurna ve Bağlama iken bunlara Klarnet, Keman, Cümbüş gibi batı sazları da eklenmiştir. Yöremizde zurnanın yerini klarnet (gırnata) almış; keman ve cümbüş yardımcı saz olarak kullanılmaya başlanmıştır. Elazığ, Eğin, Arapkir ve Ağın yöresinin ortak sazları olan davul ve klarnetin çalınış tekniği (stil- ağız) olarak farklılıkları vardır.

Ağın ve Arapkir’de süsleme zenginliği hem davulda, hem de klarnette görülürken Eğin’de sadeleşme görülür. Elazığ’da ise üflemeler zurnaya daha yakındır; sert ve seri icra edilir. Bu ayrı icralar ister istemez farklılıkları (varyantları) yaratmaktadır.

Ağın’da çalgıcıya gösterilen saygı, gerçekten çok önemlidir. Köyde ya da Kasabada çalgıcılar gerçek sanatçıya gösterilen ilgi ve saygıyı görürler. Kemancı Duran GEZER (Dılo) ve davulcu Hüseyin ………(Çavuş dayı) çingenedir. Ancak onlar da diğer çalgıcılar gibi saygınlıkları ile kendilerini kabul ettirmişlerdir.

Yöremizde kadınların kullandıkları tek saz Zilli teftir. Tef çalan yanındaki bir ya da iki kişiyle türküleri söyler ara bölümleri nay nay nay gibi sözcüklerle doldururlar. Tüm türkülerde tefin çalış sitili aynıdır.

YÖREMİZDE MÜZİK ve ÇALGININ GEÇMİŞİ

Ortak doğada yaşayan, Ağın, Eğin (Kemaliye), Arapgir, Keban ve Çemişkezek yöresi insanlarının ortak kültürleri ve bu ortak kültürlerinin kaynağı olan ortak bir müzikleri vardır.

Özellikle Ermenilerin yoğun olduğu Eğin, Arapgir, Çemişkezek ve Ağın yörelerinde, birçok türkü ve oyun havalarındaki dokuz sekizlik vurgunun 2+3+2+2 ve 2+2+3+2 türleri yaygındır. Anadolu ve Ortaasya yöresi müziklerinde bu tür dokuz sekizlik vurgunun bulunmaması, bu vurguların Ermenilerden kaldığı kanısını uyandırmaktadır.

1940’lı ve 1950’li yıllarda gün 70 yaşının üstünde olan Vahşenli Cancik Dayı ile düğünlere giderdik. Ermeniler döneminde de davul çalan Cancik Dayı, Ermeni müzisyenlerinin bizim havalarımızı çaldıklarını, Ermenilerin de bizim havalarımızla oynadıklarını söylerdi.

Oyunlar ,müzik vurgularının ayak ve kol devinimlerine uygulanmasıdır. Ortak müzikleri olan yöremizin Ağın, Eğin ve Arapgir yörelerinde, oyunlar da ortak niteliktedir. Bu üç yerleşim yerinin doğusunun Fırat ve Murat nehirleri ile kesilmiş olması nedeniyle, eskiden insanlar aracılığıyla taşınan müzik ve oyunlar, bu iki ırmaktan doğuya ve batıya bağlantı kuramamıştır. İletişim araçlarının gelişmesinden sonra, yöremiz dışındaki müzik ve oyunlara özenen yöre insanları, kendi müzik ve oyunlarını unutur duruma gelmişlerdir. Bu özentiye neden olan en büyük etken de, özenilen bölgelerin ekip çalışmaları ile oluşturulan düzenlemeden doğan beğenidir. Yöremizde böyle bir düzenleme çalışması yapılmadığından, bu yitirimin sürmesi kaçınılmaz olacaktır.

Halk müziği derlemelerinde temel kural, parçanın alındığı yerin adıyla kayda geçmesidir. Derlemecinin eline geçen bir parçanın, derlenen yere çok uzaklardan gelen biri aracılığıyla taşınması olasılığı da vardır. Biz kendi yaşantılarımızda bu savımızı kanıtlar nitelikte kimi olaylar gördük.

En belirgin örneğimiz, “Arapgir Gelin Ağlatması” olarak TRT repertuarına geçen türküdür.1938 yılından bu yana yöre müziğiyle ilgiliyim. Rahmetli Gani Dayı ile birçok düğün ve eğlencelerde bulundum. 1942 yılına dek, yöremizde Gelin Ağlatma havasını, Gani Dayı da içinde olmak üzere, bilen yoktu.1940’lı yıllarda Ağın Halkodası yönetiminde bulunan aydın öğretmen büyüklerimiz her yaz en az iki gösteri düzenlerlerdi. 1942 yılındaki bir gösteri için çalıştığımız müzik içine, rahmetli Nuri Onat ağabeyimiz, Gelin Ağlatma türküsünü de koyarak, bizlere öğretti. Bizler de düğün ve eğlencelerde bu havayı çalmaya başladık. Gani Dayı da bizlerden öğrenip yöre düğünlerinde çalarak bu havanın yayılmasını sağladı. Arapgir’e de ulaşan bu türküyü, Muzaffer Sarısözen Arapkir’den derledi ve adını da “Arapgir Gelin Ağlatması” koydu.

Bu konuda ikinci bir örneği de,1950 yılında Gani Dayı ile düğüne gittiğimiz Aşuvan Köyü’nde gördük. Bulgaristan göçmenlerinin yaşadığı bir köy olan Aşuvan’a, kendi yöremizde düğün yerine geliş sırasında çaldığımız “Sabahın Seher Vaktinde” ezgisi ile girdik. Hoşbeşten sonra, köyün yaşlıları bize ileri derecede yakınlık göstererek nerenin göçmenleri olduğumuzu sordular. Biz, göçmen olmadığımızı söylediğimizde, “Göçmen değilsiniz de bu havaları nereden biliyorsunuz?” dediler.

“Sabahın Seher Vaktinde” gibi havaların, Bulgaristan’da kendi havaları olduğunu söylediler. O zaman, bu havalarımızın Osmanlı döneminde Anadolu’dan oraya götürülüp yaşatıldıklarını bilmediklerini anladım. Göçmenlikle adlandırmaya kızan Gani Dayı’yı kaş göz imleriyle yatıştırdım. Şimdi, diyelim ki, bir araştırmacı Bulgaristan’da bu göçmenlerin yanına gelip “Sabahın Seher Vaktinde” türküsünü orada derleseydi, bu türkü Bulgaristan’ın hangi yöresinde derlenmişse oranın adıyla anılacak “Anadolu’dan gitmiştir” diyenin savlaması geçersiz olacaktı.

Üçüncü bir örneği ise, Ağın Karaağaç’da yaşadık. Elazığ’dan gezmeye gelen Eczacı Aydın Temizer, yanında bir mühendis arkadaş da getirmişti. Yöremiz havalarını çalıp söylerken mühendis arkadaş ağlamaya başladı. Nedenini sorduğumuzda, Elazığ’ın bu havasını, Karslılar bir gösterilerinde Kars türküsü diye söyledikleri için çok üzüldüğünü bildirdi. Ben gene bu olayı insan taşımacılığına yorumlayıp Kars’ta Elazığ’dan giden kimsenin olup olmadığını sordum. Var olduğunu, bunlardan tanıdıklarının da bulunduğunu söyleyince, bu türküyü oraya bu tanıdıklarının götürdüğünü anlattım, rahatladı.

Bu konuyla ilgili bir başka anımız da şöyledir: Rahmetli Sabri Baykurt ağabeyimiz askerliğini Bartın’da yapmıştı. Orada öğrendiği “Bartın Yolu Düzdedir” türküsünü bizlere öğretti, bizler de çalıp söyledik. Ağın’da askerlik görevini ifa eden jandarmalar düğünlere gelir, kendi yörelerinden türküler söylerler; bizler de çalar, onları oynatırdık. “Oy Gumrihğa Gumrihğa, Tahir Allah Gumrihğa”,”Ah Vele Yumma”,”Tombulum” gibi havalardan, yöremizde unutulmayıp yaşatılan “Tombulum” oyun havası da bunlardandır.

Halkbilimde özellikle oyun ve türkülerin adlandırılmasını ben şöyle görüyorum: Büyük yerleşim yerleri göl; küçük yerleşim yerleri de çay, dere, pahar gibi su kaynaklarıdır. Halk türküsü ve oyunlar bu kaynakların çıktığı kırsal kesimlerde oluşur. Büyük yerleşim yerleri kalabalık ve sanayi üretimi yapılan yerler olduğundan, türkü ve oyun yaratımına katkıları azdır. Kırsal kesimden buralara gelen ve bu değerlerin birikiminden oluşan göle bakan birileri, suyun bu kesimi falan çayın, şurası filan derenin, aha bura da şu paharın diye bir ayırım yapabilir mi? Bu adlandırma, hem bu birikim, hem de yönetimsel bağlılık nedeniyle küçük yerleşim yerlerinin tanınmamasından ötürüdür. Bir kez de sahiplenildikten sonra, bir oyun ve türkünün asıl yerine dönmesi olanaksızdır.

Elazığ’ın en meşhur oyunu olan “Çayda Çıra” için de Diyarbakırlılar şöyle söylerler: Bizim de tanık olduğumuz gibi, Diyarbakır’da Dicle nehrine “Çay” derler. Karpuzculuğu ile tanınmış Diyarbakır’da, eğlenenler, çay kıyısındaki karpuz tarlalarında su üzerine kazıklar çakarak oturma yeri yaparlarmış. İçini boşaltıp yedikleri karpuz kabuklarının içine kül doldurur, gaz dökerek yakar, sonra da bunu çay suyuna bırakırlarmış. Yukarıdan beri suya bırakılıp yanan bu şeylere “çıra” der; şehrin önündeki durgun yerde toplanan bu çıralara bakarak da “Çayda Çıra Yaniyi” diye söyleyip oynarlarmış.

Akçadağ Köy Enstitüsü’nde okuyan arkadaşlarımız, 1942 yılında, Van dolaylarındaki arkadaşlardan öğrendikleri “Keçiğe” adlı oyun havasını yöremizde de oynamaya başladılar. Kürtçe “kız” anlamına gelen bu türkülü oyun havası, “Hara valla keçiğe” diye Kürtçe sözlerle oynanırdı. İşte bu göllere tapulanmamak için, yöremizden derlediğimiz ve Eğin, Elazığ, Arapgir göllerine ulaşmamış oyun ve türkülerimizi yayınlamadan, kimsenin ellerine geçmemesine özellikle özen gösterdik. Bu konuda bir atasözümüzün kullanıldığını belirtelim: “Erken kalkan yol alır, er evlenen döl alır” denir ve bu konuyla geniş ilgisi vardır. Elazığ, yöremizde “erken kalkmış ve er evlenmiştir.

“Yöremiz çalgıları konusuna gelince; tüm Anadolu’da olduğu gibi, yöremizde de çalgı, davul zurna imiş. Tanzimatla mehterin yerini bando alınca, zurnanın yerini de klarnet almış. Müslümanların müzikle uğraşmasının günah sayıldığı dönemlerde, müzik yapanlar Ermenilermiş. Vahşenli Cancik Dayı, 1890-1905 yıllarında Vahşen’de (Şenpınar) Armen ve Arakel adlarında iki kardeşten birinin klarnet, diğerinin de keman çaldığını, kendisinin de bunlarla düğüne gittiğini söylerdi. 1880’li yıllarda Amerika’dan yöremize bulgur çekme ve harman makinelerini getiren Ermeniler, bu iki Avrupa sazını da yöremize ilk getiren hemşerilerimizdir.

Bu dönemde İnli Kuas adında bir Ermeni zurna çalar, çok büyük bir davulla düğünlere gelirmiş. Bu büyük davul yörede öyle ün yapmış ki, büyük bir şeyi anlatmak için”İnli’in davulu gibi” diye bir benzeti deyimi günümüze dek gelmiştir. Cancik Dayı Ermenilerin kendi düğünlerinde de bizim oyunlarımızı çalıp oynadıklarını söylerdi.

1895 doğumlu olan babam Adıgüzel Beydemir, Vahşen’deki Armen ve Arakel kardeşler ile İnli Kuas’ı kendisinin de bildiğini söylerdi. Askerlik görevlerini bandocu olarak yapan Müslümanlardan klarnet çalanlar, askerlikten sonra da çalmayı sürdürmüşlerdir. Babamın bildiği ilk Müslüman klarnetçi, Arapgirli Mahmut Çavuş adında birisiymiş. 1910 yıllarında Mahmut Çavuş, Ağın’da Kepekçigilin Ziya yahut İbrahim’in düğününe gelmiş ve babamın dediğine göre, Ağın, klarnet çalan ilk Müslümanı böyle görmüş. Vahşenli Veysel Yalçın Dayı, Küşne’de 30-35 evlik, Vahşen’in içinde 40 evlik Ermeni olduğunu, Vahşenli Agopcan’ın zurna ve klarnet, Bağdik’in keman, Aram’ın da davul çaldığını söylerdi. Yöre düğünlerini bu üç Ermeni hemşerimiz yaparmış. Babam da bunları bildiğini söylerdi. Salim Gençosman Amca’nın klarnet öğrenmek için çalıştığını, öğretmen okuluna gidince bıraktığını gene babam söylerdi.

1910-1920 yılları arasında İnli Fazlı ile Cücügenli İhsan klarnet çalar olmuşlar. İhsan tuluat kumpanyalarıyla gezer, düğünlere gitmezmiş. 1938-1941 yıllarında Arapkir’de ortaokulu okurken, Cücügenli İhsan Dayı’yı tanıdık. Hancılık yapan, akşamcılığı ve dünyaya boş vermişliğiyle ün salmış bir kimse olarak tanınırdı, klarnet çaldığını görmemişizdir.1930’lu yıllarda Cücügenli Fazlı Dayı, oğlu Sabri ile, Ağın’da Fahrettin Tüzün’ün kayınbabası Mustafa Dayı’nın düğününe gelmişti. Oğlu Sabri çok küçüktü; yürüyerek çaldığı si bemol klarnetin kalağı neredeyse yere değecekti. Fazlı Dayı, Sabri’ye çok sert davranır, klarneti iyi çalması için dövermiş. Babamın asker arkadaşı olan Fazlı Dayı’nın oğlu Sabri, 1930’lu yıllarda bir gün bize gelip bir gece kaldı; damda otururken klarnet de çalıp ertesi gün gitti. Sonradan öğrendik ki, babasının baskısından kaçmış ve bir daha da yöreye gelmedi. Sabri, Türkiye’de tanınmış bir klarnet ve alto saksafon ustası oldu. Sümerbank Malatya Fabrikası bandosunda, Adana ve İstanbul piyasalarında yaşamı boyunca saygın bir müzisyen olarak çalıştı.

Bu dönemde, İnli Gıldo adında tanınmış bir zurnacı da varmış ama, babam bunun Ağın’a hiç düğüne gelmediğini söylerdi. Cüjügenli Şükrü ile İnli Kuas zurnacıları babam da bilirdi. Kurtuluş Savaşı yıllarında, Dersim üzerinde jandarma görevlisi olarak askerlik yapan babam, İnli Fazlı ve Cücügenli İhsan Dayı ile birliktelermiş.
Klarnet çalan bu iki arkadaşına heveslenen babam da klarnet almış. Ben babamın klarnet çaldığını çok az anımsıyorum, ama evde bulduğum klarnete ben de heveslenerek çalmaya başladım. Ortaokulun birinci sınıfında iken sınıfa klarnet getiren öğretmenimiz bana çaldırırdı.

Hörenekli İbrahim Avlar Amca, 1910’lu yıllarda, Gırani’de Şerif Dayı’nın kardeşi Şakir’in zurna çaldığını, ilk klarneti İnli Fazlı’da gördüğünü, Onarlı Çete’nin zurna ile düğünlere gittiğini söylerdi.1930’lu yıllarda, Ağın’da Bekir Karagülle keman çalardı. Babamdan sonra müzikle uğraşan ikinci Ağınlı olan Bekir Amca, kemanı, kemençe gibi sol elinde asarak çalardı. Bekir Karagülle Amca’nın nota bildiği, bestelerinin olduğu söylenirse de kanıt getirecek bir belge yoktur.

Bu dönemin çalgıcılarını bizler de biliyoruz. 1938-1941 yılları arasında Arapgir’de Onarlı Çete’nin zurna çaldığını, Şehir Pağnikli Ali’nin klarnet çaldığını, Ermenilerden keman ve klarnet çalanları görmüştük. Gene bu yıllarda Tepdeli Gani Dayımızın ağabeyi Mustafa Dayı Diyarbakır’da askerliğini yaparken, Elazığlı Hüseyin Çavuş’tan klarnet öğrenip gelmiş, yöremizde de çalmaya başlamıştı.

Hüseyin Çavuş’u ben de tanıdım; 1948 yılında Diyarbakır’da askerliğimi yaparken, ondan 110 liraya bir sol klarnet almıştım. O döneme göre iyi bir klarnetçi idi. Mustafa Dayı, Gani Dayı’ya da klarnet çalmayı öğretti; ölene dek de birlikte düğünlere giderlerdi. Uzungil Mahallesi’nde Reşit Bey’in düğününe birlikte gelmişlerdi ve Gani Dayı’nın üstünde asker giysisi vardı. Genç yaşta ölen Mustafa Dayı’nın yerini tutan Gani Dayı’mız, yöremiz müziğinin en büyük ustası, halkla ilişkisi çok derin olan bir müzisyen, zurnanın kökünü yöremizden kazıyan bir devrimci olarak 1980 yılının sonlarına dek yaşadı. Traktörle bir köye giderlerken, bir kadına yer vermek için ayağa kalkınca traktörden düşerek beyin kanamasından öldü. Unutulmaz anılar bırakan büyük sanatçı ve değerli insan Gani Dayı’mızı rahmet ve saygı ile anmayı bir insanlık borcu sayarız.

1940-1950 dönemlerinde klarnet çalan, Arapgir Pağnik’inden Ali ve Veysel vardı. Horoç’tan Tahsin klarnet, kardeşi Veysel keman (kemençe gibi asarak), küçük kardeşleri de davul çalarlardı. Gene Horoç’tan, babamın teyzesi torunu, Kurdikgilin Hasan davul çalardı. Gücülü Mehmet Dayı kemanı kemençe gibi asarak çalardı. Vahşen’de Cancik Dayı ve oğlu Ali davul çalarlardı. Kebanlı Kadir Usta klarnet çalardı ve oğulları Mehmet ile Ali’ye de klarnet öğretti. Ağın’da ben klarnet, Kemal Alp bağlama ve cümbüş, Sadettin Koçer keman, Hacı Bekir Dayı’nın kaynı Lütfü darbuka ve davul, Hüseyin Çelenk davul, Kemal Niksarlı keman ve mandolin çalardık. Yöremizde davulcu adı söz konusu olunca, Gani Dayı’nın adını “Çavuş” koyduğu Hüseyin İşcan anımsanmadan geçilmez. Ecüzlü’de oturan Çavuş, günümüze dek gelmiş geçmiş davulcuların en ustasıydı. Çalınan havanın ezgisine göre, her ölçüyü değişik vurgularla çalar, tokmak ve çubukla mızraplı sazlardaki mızrap vurguları gibi vurgular yapardı

1950 sonrası, Gani Dayı’mız, yeğenleri Burhan’ı klarnetçi, Mehmet’i de cümbüşçü olarak yetiştirdi. Daha sonra da oğlu Mustafa Ölmez klarnet çalmaya başladı ve İstanbul alanında müzik yapabilecek ölçüde gelişti. Cüjügenli Fazlı Dayı’mızın oğlu Emin klarnet çalmaya başladı ve yöremiz müziğini iyi çalan belirgin bir klarnet sanatçısı oldu. Onar’da İbrahim, yöre düğünlerinin tanınmış klarnetçisi oldu. Peküsülü Ahmet de dönemin tanınmış klarnetçilerinden iken, 1995’te öldü. Oğlu Ali Kemal İstanbul’da yöremiz müziğini yapan klarnetçi oldu. Ocaklı

Güzel, yöremizin tanınmış kemancılarındandı.”Dılo” diye tanınan Turan Gezer, yöremiz düğünlerinin baş çalgıcısı olarak, keman çalardı. Hem sazı, hem de oyun ve öykünmeleri ile toplumu neşelendirir, bulunduğu düğüne başka bir renk katardı.

Arapgir’in Amberge’den yöremize en iyi klarnet çalıcısı İbrahim çıkmıştır.Günümüzde, Vahşenli Ahmet Yalçın klarnet, Sonay Yay davul çalan gençlerimizdendir. Hozakpur’da klarnet çalmaya özenen birçok genç varsa da bunlardan İbrahim gencimiz Elazığ yerel müziği çalışan bir klarnetçi oldu. Ağın’da Erol Yazıcı cümbüş çalmaktadır. Kardeşim emekli öğretmen Şakir Beydemir, özençli (amatör) olarak klarnet çalar, Öğretmen, Amcagilin Ahmet bağlama çalmaktadır.Buraya dek adını verdiğimiz müzisyenler, eskilerin deyimi ile, “çantadan yetişme”dir.
Bilimsel olarak öğrenimle müzik yapan Hüseyin ve Tahsin Gençosmanoğlu ağabeylerimiz, yöremizden çıkan, Ankara Devlet Konservatuvarı öğrenimini görmüş ilk sanatçılardır. İbrahim Amca’mızın kızı İfagat Ertaş’ın oğlu Tangör Ertaş, konservatuvar öğrenimli olup Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda keman sanatçısı olarak çalışmaktadır. Burhan İlter ağabeyimizin oğlu Süleyman Nazif, TRT İstanbul Radyosu’nda tonmayster olarak çalışmakta ve eşi Çimen İlter de Halk Müziği okuyucusu olarak aynı yerde görev yapmaktadır. Kemal Alp’ın rahmetli oğlu Rahmi de İstanbul ortamında kanun çalan müzisyenlerdendi.

Hörenekli Bülent Serttaş, Türkiye’de tanınmış bir okuyucu sanatçımızdır. Arapgir ve Eğin yörelerinde yerel müzik yapan çalgıcılar varsa da, Ağın’da tanınmamaktadırlar.Böylece, Ağın ve yöresinde yetişen müzik sanatçılarını anmış, yöresellik geleneğimizi yerine getirmiş oluyoruz. Bu yazımızda, bizden eskilerden aldığımız bilgilere kendi yaşam dönemimizde gördüklerimizi de ekledik. Yaşam sürdükçe insanların doğa ve dörütle ilgili gelişmeleri de sürecektir. Bunun için gerekli olan yaşam kuralı, batılılıktan uzak, laik Cumhuriyet ilkelerinin geçerli olmasıdır. Yüz yıllık bir geçmişi kayda almakla, müzik tarihi konusunda geleceğe belge sunmayı amaçladığımızı bildiririz.

Ağın Yöre Sanatçıları

  • Klarnetçiler : Gani ÖLMEZ (Tepte Köyü), Burhan ÖLMEZ (Tepte Köyü), Mustafa ÖLMEZ (Tepte Köyü), Ahmet DEMİR (Çaybaşı Köyü), A. Kemal DEMİR (Çaybaşı Köyü), İsmail BEYDEMİR (Ağın), Emin ………. (İn Köyü), Ahmet YALÇIN (Şenpınar), Mehmet (Müjdat) KAYA (Ağın), İbrahim ……… (Onar Köyü).
  • Kemancılar : Duran GEZER (Dılo), Bekir ……….., Ocaklı Güzel ………., Gücülü Mehmet ………
  • Davulcular : Hüseyin ………. (Çavuş) Ecüzlü, Ahmet DİRİCAN (Cancik Dayı ), Sonay YAY (Ağın), Hasan Hüseyin (Onar Köyü)
  • Cümbüşçüler : Mehmet ÖLMEZ (Tepte Köyü), Fahri …….. (Ambergeli), Kadir …….. (Arapkir), Erol YAZICI (Ağın).

Türküler, belli bir yörenin gelenek, görenek ve yaşayışlarını anlatan, dil özelliğinin de belirginleştiği halk ezgileridir. Halk Türküleri tamamen anonim ürünlerdir. Türkünün kimin tarafından yakıldığı (Türküyü ilk yaratan) belli değildir. Dilden dile, kulaktan kulağa günümüze kadar gelmiştir.

Derleme çalışmaları sayesinde türküler ölümsüzleştirilmektedir. Ancak derleyilerin işin kaynağına inememesi sebebiyle bir çok türkü, bir başka yöreye mal edilmiştir. Bu nedenle <<Bizim, sizin>> tartışmaları sürüp gitmektedir. Türk Folklor arşivlerine hangi yöre adı ile girmişse girsin; değiştirmek mümkün değildir.
Yöremiz türkülerinin ana teması gurbet, sıla ve özlemdir. Özlemi; sılaya, anaya, babaya, yavukluya, evlada duyulan özlem olarak düşünenler türküleri de o konularda yakmışlardır.

Özlemden doğan mani, ağıt, değiş ve her türlü şiirin türkü olabilmesi için mutlaka ezgisi olması, ezgiyle söylenmesi gerekir. Ayrıca yöremizde söylenen türküler ile, <<YÖREMİZ TÜRKÜLERİ>> ni karıştırmamak doğru olur. Çünkü bizim saydığımız bazı türküler, başka yöre adıyla derlenmiş, arşivlenmiştir. Aynı durum Halk oyunlarımız için de böyledir