Bir yeniçeri geleneğinden, İstanbul’a özgü şekerleme türleri arasına girmiştir. Akide sözcüğü, inanç, bağlılık, birbirinden ayrılmamak, yapışmak anlamındadır. Bir tür sert ve yapışkan şekerin yetkililere sunuluşu, yeniçerilerin devlete bağlılığına kanıt sayıldığından adına akide şekeri denilmiştir.
Ulufe divanı günü yeniçerilere üç aylıkları dağıtılır ve saray avlusunda fodla, çorba, zerde ve pilavdan oluşan bir yemek verilirdi. Bu tören içinde yer alan akide merasimi” ise, kapıkulu askerlerinin aldıkları aylıktan ve yedikleri yemekten hoşnut kaldıklarını gösteren basit fakat İlginç bir ara törendi.
Osmanlı kanunnamelerine göre, ulufe divanının bu aşamasında, sadrazam ile divan-ı hümayun üyeleri ilkin askerin yemeğinden tadarlar, fodlayı kontrol ederlerdi. Bundan sonra kendilerine muhzır ağa, asesbaşı ağa ya da kul kethüdası Tarafından tabaklar içinde şekerler sunulurdu. Bu, askerlerin bir şikâyetlerinin bulunmadığına kanıttı. Dolayısıyla şeker tabaklarının divana getirilmesi herkesi rahatlatırdı. Saray helvahanesinde özel olarak hazırlanan ve işlevinden dolayı akide denen bu şekerler, dirhem (3,2 gr) hesabınca ve mangır (bakır para) biçiminde hazırlanıyordu.
Akide şekerinden, sadrazama 500, vezirlere, yeniçeri ağasına, sekbanbaşıya 300-200, başçavuş, yeniçeri kâtibi, zağarcıbaşı. samsoncubaşı, kethüdayeri, başyayabaşı. turnacıbaşı vb ocak ağalarına 50-20, daha alt düzeydeki ocak subaylarına da 15-5 dirhem miktarında akide verilmesi ocak yasası gereğiydi. Bu işlem bittikten sonra Divanhane önünde feth-i şerif (Fetih Suresi) okunurdu.
Bu saray ve ocak geleneği nedeniyle, İstanbulluların akide şekerini, kent güvenliğinin ve huzurunun bir simgesi gibi gördükleri söylenebilir. İmali basit olan (eritilip ağdalanmış ve tartarik asit katılmış sakkaroz) akide şekeri, İstanbul şekercileri tarafından içerisine tarçın, karanfil, türlü baharat, zararsız boya ve koku maddeleri katılarak değişik biçimlerde İmal ediliyordu. Şekerci esnafı örgütüne bağlı olmaksızın akideyi kaçak yapıp satanlar da vardı. 26 Safer 990” 22 Mart 1582 tarihli İstanbul kadısına yazılan bir hükümde, şekerci esnafının Ehl-i hibre ve yiğitbaşılarının, İstanbul’da ‘koltukçu”ların çoğaldığını, şehre gelen şekeri bunların alıp akide etmekle şeker fiyatlarının yükseldiğini, okkasının 30 akçeden 45-50 akçeye çıktığını şikâyet etmeleri üzerine, koltukçuluğun yasaklandığı bildirilmiştir.
1640’a ait narh defterindeki kayıtlardan aktar ve şekercilere verilen narhlar arasında tarçın, karanfil, anason, amber, gül, kişniş, saray bademi, frengi badem, peynir şekerlerinin yarımda sade akidenin 5 dirhemi için bir akçe, mümessek (kokulu) akidenin 4 dirhemine bir akçe narh konduğu görülmektedir ki akide, değerce, sayılan diğer şekerler düzeyindeydi.
17. yy ‘da yaygınlaşan mevlit geleneğinde, müminlerin, Allah’a ve peygambere içten bağlılıklarının göstergesi olarak kokulu şurup ve şerbetlerin yanında akide şekeri ikram edilmesi de yerleşti. 19- yy ortalarına doğru ise ağdanın mermer tezgâh üzerinde çubuk biçimine getirilip köşeli, yuvarlak beyzi doğranması ile “Hacıbekir kesimi” denen akide türü ortaya çıktı. İstanbulluların pek sevdiği akide, sade, fındıklı, fıstıklı, tarçınlı hatta kakaolu türleriyle Anadolu’ya da yayıldı. Günümüzde de İstanbul’da akide şekeri imal edilmektedir.