Anadolu Halk İnançlarında Cinler
Cinler, Anadolu insanının özellikle kadınlarının yaşamını etkileyen, ancak ne oldukları bilinmeyen, geleneklerle, inançlarla gelen, onlarla giden bilinmez varlıklardır.
Anadolu insanı bilinmeyen ne varsa, bir gizli güce bağlar, olayların nedenlerini araştırmaz, araştırma gereğini bile duymaz. Böyle bir davranış biçimi bütün uluslarda vardır. Dinlerin beslediği bu inançların kökeni eskiçağın da ötesindedir. Bu bilinmeyenleri bilenler yok mudur? Eskiçağda olduğu gibi, günümüzde de, bu gizli güçlerle konuştukları söylenen kişiler bulunur aramızda. Anadolu insanı bunlara cinci, yaptıkları işlere de cincilik demiş, çıkmış işin içinden. Cincilik, eskiçağın çoktanrıcı dinlerinde bir görevliler topluluğunun işiydi. Toplumun bütün işleri, gelecekte neler olacak, olayların sonu neye varacak türünden sorunların çözümü konusunda çalışan cinciler, gerektiğinde kıralları bile dize getirmiş, onların davranışlarına yön vermişlerdir.
Cinlerle uğraşan cincilerin işleri hocalarınkine benzemez. Hocalar yalnız Kur’ana, peygamber sözlerine göre iş görürler. Cinciler ise, daha ileri gider, peygamberlerin yapamadıklarını bile yapar görünürler, İslam dini cinciliği yasaklamıştır. Ona göre, cincilik, doğrudan doğruya Tanrının işine karışmaktır. İnsan, geleceği bilemez, onu ancak Tanrı bilir. Oysa cinci, geleceği bildiğini, özel işlemlerle olayların neler doğuracağını önceden açıklama yeteneği taşıdığını söyler açıkça.
Cinci, cinlerle konuşan, onlara gerektiğinde egemen olan insandır. Peki cin nedir? Bunun ne olduğunu bilen yoktur, Kur’anda bir Cin suresi vardır, ancak cin sözünün nereden geldiği de kesinlikle bilinmiyor. Arapçada delirmek, çıldırmak anlamına gelen tecennün sözü bu cin’den türemiştir. Mecnun, cinnet sözleri de cin’den gelir. Bu cin sözünün Çin sözünden arapçaya geçtiği de düşünülebilir.
Kur’an Çin ulusunun ne olduğunu iyi bilmiyordu. Orada yaşayan insanları Yecuc Mecuc topluluğu ya da ona benzer türden bir kalabalık olarak açıklar.
Anadolu insanı için, cinlerin nereden geldikleri, kimlerden doğdukları önemli değildir. Önemli olan, cinin kendisidir. Nitekim, Osmanlı İmparatorluğunda Cinci Hoca ( Cinci Hoca Kimdir? ) diye anılan kişinin Saray’ı nasıl korkuttuğunu, padişahları avucunun içine aldığını bilmeyen yoktur. Saray kadınları, onlarla yakınlık kuranlar, sevenler, sevilenler bütün işlerini bu Cinci Hocaya gördürür, onun sözünden dışarı çıkmazlardı. Cinci Hoca Osmanlı sarayında nicelerinin başını yemiş, kanma ekmek doğramıştır. Selçuklu imparatorluğunun en güçlü döneminde, Sultan Melikşah çağında, yüreklere korku salan Hasan Saabah da cinlerle iş görürmüş, Selçuklu Sultanı Sencer, bu yüzden, kılına bile dokunamamıştır onun.
İnsan cinlere bir inanmaya görsün, eli kolu bağlanır birdenbire. Başının ağrısından ayağına batan dikene değin, ne varsa cinlerden bilir artık. Bütün çılgınlar, deliler başlarına cinlerin üşüştüğü kimseler diye adlandırılır. Bilimle ilgisi olmayan Anadolu insanının düşüncesinde doğal nedenlere dayanan bir yıkım, bir hastalık yoktur nerdeyse. Bütün bunlar cinlerin işidir. Öyle ki, kadının yedi, kimine göre kırk, erkeğin ise bir cini olduğu inancı çok yaygındır.
Anadolu insanını anlamak, onu toplum düzeninde biçimlendiren varlıkları tanımaya dayanır. Anadolu insanı kendiliğinden ileri bir atüım yapacak güçte değildir. Çağlar boyunca edindiği inançlar, izlenimler, onu sımsıkı sarmış sarmalamıştır. Günümüzde bile onun bağlandığı bir inançtan, başına yıkımlar gelse de, kopmaması, elindekine bütün gücüyle sarılması bundandır.
Nice ermişleri yüzlerce yıl yaşatır, nice yöneticilere birkaç yerde birden cuma namazı kıldırır, onların öldüklerine bile inanmaz Anadolu insanı. Türbelere mezarlar, kutsal sayılan yerler onun gözünde canlıdır, cinlerle, perilerle doludur. Anadolu insanı, çağımızda da, gereğince bilinmeyen, bilinmek istenmeyen bir doğa varlığı durumundadır. Onun gözünde su neyse, ekmek neyse, cin, peri, büyü, büyücü, cinci de odur. Bu eskiçağ kalıntısı inançlar öylesine kökleşmiş, öylesine özüne işlemiştir ki, onun yetiştirdiği, Avrupa’da okuttuğu nice aydın sayılanlar bile bu etkilerden kendilerini kurtaramıyorlar.
Ermiş türbelerine, kutsal yerlere adak sunmaktan, kimi yöneticiler yörelerine geldiklerinde ayakları dibinde onlar için kurban kesmekten kendilerini alamıyorlar. Nice Avrupa’da okumuş deney bilimleri alanında öğrenim görmüş yöneticilerimiz vardır, cinlere, uğura inanan, ermişlere adak sunan, kurban kesen. O okumuş denen kimselerin yaptıklarıyla okumamışların yaptıkları arasında inanç bakımından en küçük bir ayrım yoktur.
Cincilik, büyücülük, üfürükçülük yasaktır. Oysa, üzerinde muska, hamayıl taşıyan, bunları cinlerden, uğursuz sayılan gizli güçlerden korunmak için Tanrıya, islam dinine bir sığınma belgesi olarak yorumlayan nice okumuşları vardır Anadolu’nun Bugün Anadolu insanının gönlünde de, gözünde de, cinler, periler birer gerçektir, onu durmadan etkileri altında bulundururlar. Bunları bilim dışıdır diye bir yana atmanın anlamı yoktur. Bilim için önemli olan araştırmadır, açıklamadır, anlatmadır, tanımadır. Konu ne olursa olsun, açıklanmayı, anlaşılmayı gerektirdikten sonra,, bilim dışı sayılmaz.
Mısır’da Firavun IV. Amenofis (I.Ö, XIV. yy.) tek tanrıya inandı diye rahipler çılgına döndüler, Firavun’un başına cinler üşüşmüş, içine cinler dolmuş diyerek kafatasını kaşlarının üstünden kesip kaldırdılar. Cinleri kovmak, Firavun’un çılgınlığını gidermek için yapmışlardı bunu. Sonunda Firavun öldü. Bugün de biri çıkıp bir değil, birçok Tanrı vardır dese, onu da cinler çarpmış, delirmiş diye alaya alacaklar sayısızdır. Halk dilinde inme denen çarpılmalar, sinir bozukluğundan, beyin sarsıntısından doğan hastalıklar cin işi sayılır. Kendi kendine konuşan kimseler için cinlerle konuşuyor, o cinlidir, ona sokulmayın derler.
Bunları öğrenmek, araştırmak gerekir. Anadolu insanının bir yanı böyledir. Buna karşılık, bu tür araştırmaları bilim dışı sayan, gereksizliğine inanan nice dağınık başlar vardır. Onlar da, bu dağınık düşünceleri yüzünden, çağımızın birer çarpılmışındır düpedüz. Avrupa’da, Amerika’da bu konularla ilgili sayısız araştırmalar yapılmış, kitaplar bastırılmış, yazılar yazılmıştır.Anadolu’da bu konuya daha yeterince eğilinmemiştir. Halkbilgisinin bu alam araştırıcı bekliyor.
Bugün yağmur duasına çıkan on binlerce insan yardır. Onları, yağmur yağsın diye kırlara döken, yollara düşüren inancın kökeni araştırıldığında eskiçağın bolluk getiren, yağmur yağdıran tanrıları, tanrıçaları çıkar karşımıza. Cinlere, perilere, büyüye inanılan bir yerde o konularda araştırmalar, incelemeler, karşılaştırmalı açıklamalar yapmak ayrı bir uzmanlık işidir, bir bilim sorunudur. Bu tür konular, kimilerine göre, ilginç olmayabilir, ancak, bilim bakımından, insanın anlaşılması için çok mu çok ilginçtir. İster sanatçı, ister bilimadamı olsun, kişinin başarısı, büyüklüğü işlediği konudan gelmez.
Mimar Sinan, Süleymaniye camii yerine bir kilise yapsaydı, büyüklüğüne, mimarlık alanındaki başarısına eksiklik mi gelirdi dersiniz? Michel Angello en ünlü yontularından sayılan Musa», Davud heykelleri yerine Halife Ali’nin, Ömer’in heykellerini yapsa başarısız mı sayılacaktı?
Genellikle domuzlarda bulunan tirişin üzerinde çalışan bir bilginin başına taş yağdırıp, o haram edilmiş hayvancı bırak, gel de hafızlar üzerinde çalış mı diyelim?
Osmanlı imparatorluğunda fat remil, havas, ilm-i nücûm (yıldızlara, burçlara bakarak alın yazısı okuma) birer bilim sayılıyordu. İstanbul kitaplıklarında bu alanda yazılmış yüzlerce kitap vardır. O kitapların bir çoğu günümüzde yeni yazıya aktarılarak basılıyor, satılıyor. Bunların incelenmesi, Anadolu insanının hangi düşünce ortamında yaşadığını öğrenmek için gereklidir.
Cincilik, dua okuma geleneği Anadolu’da çok eskidir, dedik. Eskiçağdan kalma tapmakları, yıldızlara bakma kurumla nnı incelemek, bilimin hangi aşamalardan geçerek bugünkü basamağa yükseldiğini anlamak için yararlıdır. Onun da tek kaynağı Anadolu insanının yaşama ortamında geçerliğini koruyan cinler» cincilik, cinciler, büyüler, dualar, muskalardır.
Burada, daha çok, aşkla, evlilikle, kadın erkek ilişkileriyle bağlantılı cincilik, dualar, muskalar üzerinde durulmuştur. Bunun yapılması gerekliydi. Anadolu’da büyü, muska, dua, cincilik işleri, çokluk, bu konularda geçerlidir. Seven bir kimse sevgilisini elde etmek için büyü yaptırır, muska yazdırır, cinciye gider de öğretmen olmak için, bakan olmak için gitmez. Yazar, ozan olayım diye muska yazdıran yoktur. Buna karşılık, sevgilime güzel görüneyim, sevgilimi kötü gözlerden koruyayım, kendime bağlayayım diye muska yazdıranların, büyü yaptıranların, cinciye gidenlerin sayısını bilemeyiz. İşte Anadolu insanının somut gerçeklerinden biri de budur.
Kaynak: İsmet Zeki Eyüboğlu ( Cinci Büyüleri ve Yıldızname)