Cam İşleme Sanatı Nedir, Tarihi, Osmanlı Cam Sanatı

Pencere camları, su bardakları, süs eşyaları, pişirme kapları, otomobil camları günlük yaşantımızda kullanılan cam çeşitlerinden sadece birkaçıdır. Lensler, teleskop aynaları ve fırınlar için özel camlar kullanılır.

Günümüzde kullanılan camların büyük çoğunluğu kum, soda tozu ve kireç taşı karışımının 1500°C’de fırında eritilmesiyle üretilir. İçeriğe eklenecek malzemeler konulmadan önce bir miktar kırık cam konularak işlem hızlandırılır.

Karışım eridikçe saflıktan uzak kısımların tümü yüzeye çıkar ve yüzeyde ayıklanarak atılır. Erimiş cam, yapışkan bir duruma gelene kadar soğumaya bırakılır. Daha sonra kalıplara konarak üstleri örtülür.

En ucuz cam türü, pencereler için kullanılan yaprak camdır. Erimiş cam fırından alınır ve ince yapraklar oluşturacak şekilde silindirden geçirilir.

Tabaka camlar erimiş camın levhalar oluşturacak şekilde düzleştirilmesiyle meydana gelir. Kenarlar daha sonra düzleştirilerek makineyle cilalanır. 1952’de Alastair Pilkington yüzen cam adını verdiği yumuşak ve cilalı bitiş yerleri olan camı bulmuştur. Araba camları tabakalarca yüzen camın ve lamine cam adı verilen özel bir plastiğin bir araya getirilmesiyle elde edilir.

Türklerde cam sanatı. Anadolu Selçuklu döneminden günümüze ulaşmış çok az örnek bulunmaktadır. Artuklu ve Selçuklu yapılarında cam kullanıldığını gösteren buluntular elde edilmiştir. Beyşehir gölü kıyısındaki Kubadabad Sarayı’nda yapılan kazılarda, alçı şebekeli pencerelerde cam parçaları ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca, bu kazılarda emaye tekniğinde bir tabak bulunmuştur (Konya Karatay müzesi). Konya’daki Alaettin köşkü ya da Kılıçarslan köşkü olarak bilinen yapıda da cam izlerine rastlanmıştır.

Gözenekli oldukları için dışarıyı göstermeyen bu camlar, renkli olduklarından mekâna ilginç bir aydınlatma sağlıyordu. Bunların kenarları kalın, ortaları inceydi. Diyarbakır’daki Artuklu sarayı kazısında da, üzerinde kabartma olarak ejder figürü işlenmiş cam parçası bulunmuştur.

Osmanlılarda Cam

Osmanlılar’da cam sanatının gelişimi çeşitli kaynaklardan ve minyatürlerden izlenebilmektedir. Ancak ele geçen örneklerin yerli olup olmadığı kesinlikle bilinmemektedir. Murat III’ün oğlu Mehmet’in 1582’de yapılan sünnet düğününü anlatan Surname-i Hümayunda (Topkapı sarayı müzesi kütüphanesi), çeşitli sanat dallarının yanında camgeran, cam fırınları başında çalışırken ve hazırladıkları eşyayı sergilerken gösterilmektedir. Bu minyatürdeki araç ve gereçlerle fırının yapısı günümüzdekilerle benzerdir. Albümün bir başka minyatüründe ise renkli pencere camı yapımcıları betimlenmiştir. Osmanlı yapılarında renkli cam büyük bir ustalıkla kullanılmıştır. Ancak bunlar alçı çerçeveli olduğundan çok çabuk kırılmış, eski örnekler günümüze ulaşmamıştır.

Dinsel yapılarda ve sivil mimaride, tepe penceresi ya da kafa penceresi denilen üst pencerelerde Osmanlı cam sanatının özgün örnekleri bulunmaktadır. Bunlar arasında İstanbul’da Süleymaniye Camisi’nin, Üsküdar Mihrimahsultan Camisi’nin, Rüstem-paşa Camisi’nin, Yeni Cami’nin, Topkapı Sarayı’nın pencereleri sayılabilir.

Osmanlılar’da kullanılan cam eşya, önceleri Avrupa’nın önemli cam üretim merkezlerinden geliyordu. 1569 tarihli bir belgeden Venedik’ten cam dışalımı yapıldığı öğrenilmektedir. Bunlar Türk beğenisine ve kullanım gereksinimlerine göre hazırlanmıştır. 1700’lerden sonra Bohemya’dan da cam eşya alınmıştır. 1716’da Venedik camlarının alımı bir fermanla yasaklanmıştır.

Geleneksel Türk camcılığının da XVII. ve XVIII. yy.’larda geliştiği görülür. Bu dönemde camcılık merkezi Eğri-kapı ile Tekfur sarayı arasındaki kesimdedir. Bakırköy Baruthane-i Amire çevresinde de cam parlatma atölyeleriyle güher-çile ocakları kurulmuş, bu bölgeler dışında cam işleriyle uğraşmak yasaklanmıştır.

Mustafa III döneminde (1757-1774), Tekfur sarayı çevresinde yaygın bir şişe ve camcılık merkezi oluşturulmuştu. Mahmut I zamanında (1730-1754) Fransa’dan cam ustaları getirilmiştir. Selim III döneminde (1789-1807), Mevlevi Mehmet Dede’nin İtalya’ya gönderildiği, orada camcılıkla ilgili yenilikleri öğrenerek İstanbul’a döndüğü öne sürülür.

Abdülmecit zamanında (1839-1861). Çubuklu’da, Beykoz’ da ve Incirköy’de yeni cam atölyeleri kuruldu. Çeşmi Bülbül mahallesinde, çeşmibülbül olarak adlandırılan cam eşya üretildi. 1899’da

Saul Modiano tarafından Paşabahçe’de, bugünkü Tekel fabrikasının yerinde “Fabbrica vetrami di D. Modiano” kuruldu, bir süre sonra da kapandı. Çok renkli ve zengin bezemeli Türk cam eşyaları arasında gülabdanlar, ibrikler, laledanlar, şamdanlar, sürahiler, şişeler, daldırmalar, kâseler, vazolar, kuş biçimi kaplar, şekerlikler, fincanlar, tabaklar sayılabilir. Günümüzde özellikle Paşabahçe şişe ve cam Fabrikaları’nda, geleneksel formlara ve tekniklere bağlı kalınarak el yapımı cam eşya da üretilmektedir.

Divan Edebiyatında Cam

Divan edebiyatında daha çok renk ve biçim benzerliği dolayısıyla dudak, gül, gonca ve lale için bir benzetme öğesi olarak kullanılır Güneş hiç durmadan dönmesi, rengi ve biçimi yüzünden kadeh olarak düşünülür. Kadehler işlenip süslendiği için göz ile kadeh arasında bir ilişki kurulur, göz kadehine sevgilinin sureti ya da hayalinin işlendiği anlatılır. Âşığı mest ve harap eden sevgilinin güzelliği kadehe benzetilir; dudak ise rengi nedeniyle içinde şarap bulunan kadehi hatırlatır. Aşığın sevgiliden ayrılışı, canın bedenden ayrılışı gibi acıdır, bu yüzden şair sevgilisinin mercan gibi dudağından cam isteyerek sarhoş olup çektiği acıyı unutmak arzusundadır.

Selçuklularda Cam Sanatı

Bugüne kadar yapılan araştırma ve incelemelerde Selçuklular döneminde işleme parçasının gün ışığına çıkmamasına rağmen 1072 yılında yayınlanan bütün Türk boylarının kullandığı kelimelerden oluşan “Divan-ı Lügat it Türk” bu konuda kapsamlı bilgiler içermektedir.

İğne karşılığı “yiğne”, yüksük karşılığı “yüksek” kelimelerini kullanarak işlemede kullanılan araç ve gereçlerle ilgili verdiği bilgileri tamamlayan Kaşgarlı Mahmut; bir çok kelime ile dikiş ve işleme iğnelerine, tekniklerine değinmiştir.

Bu kaynağın dışında Selçuklular döneminden kalan “Varka ve Gülşah” hikayesini bezeyen minyatürlerde Gülşah’ın çadırının, atın üzerinde bulunan çulun ve Kubadabad Sarayı çinilerini bezeyen bazı figürlerin üzerindeki elbiselerin işlemelerle bezendiği görülmektedir.

Cam İşleme Sanatı

Cam ve cam eşya üretme tekniği. 2. Cam sanayisi. —3. Cam satma veya da takma işi. 

Camdan yapılmış kapların ilk bilinen örneklerine Mısır ve Mezopotamya’da rastlanır (İ.Ö. XVI. yy.). Daha eski dönemlere ait muska ve boncukları, camcılardan çok, bileşenleri (silis, kireç) bakımından cama yakın malzemeleri işleyen diğer zanaatçıların yaptığı sanılmaktadır.

Seramik örneklerden esinlenerek biçimlendirilen kaplar, koku şişeleri, Mısır ve Mezopotamya’da, kum ya da seramik maça çevresine cam katmanları uygulandıktan sonra maça ufalanıp çıkarılarak elde ediliyordu. Bunlar her iki bölgede de aynı dönemlerde ortaya çıktıysa da, Mısır’ın bu tekniği Yakındoğu’dan aldığı sanılmaktadır. “Mozaik” cam ve kayıp balmumu yönetimine göre kalıplanmış cam, İ.Ö. 1500 yılına doğru yine Mezopotamya’da yapıldı.

Roma imparatorluğu döneminde üfleme tekniğinin bulunması, camın yaygınlaşmasını ve üretim maliyetinin düşmesini sağladı. Toscanella’da bir etrüsk mezarında, üflenmiş cam eşyanın bulunması, bu tekniğin İ.Ö. II. ya da I. yy.’da kullanıldığını göstermektedir.

Roma döneminde, metal ve seramik modellerin etkisi altında 30’un üstünde cam modeli kullanıldı ve daha sonra bütün dünyaya yayılan süsleme yöntemlerinin çoğu yine bu dönemde bulundu. Bu yöntemler arasında şunlar sayılabilir: kalıplama ve preslemeyle elde edilen kabartmalar, cam içine tel yerleştirme, kabaralarına, kesme, yontma, oyma, telkarilerle içten renklendirme, altın varaklar ya da millefiori, mineleme, boya ya da yaldızla boyama. Yalnızca “diyatret” camlar (bir tür fileyle sarılmış camlar) taklit edilemedi.

Roma imparatorluğu genişledikçe cam sanayisi bütün Yakındoğu’ya İtalya’ya, İspanya’ya, Galya’ya, Köln ve Utrecht çevresindeki germen ülkelerine yayıldı. Constantinus’un hükümdarlığı sırasında (330) başkentin Roma’dan Bizans’a taşınmasından-sonra camcılar yeni başkente yerleşti.

Camcılık Yakındoğu’da Sasaniler döneminden başlayarak İran’da yeniden canlandı; en yaygın örnekler kalıplara üflenerek elde edilen renkli sırla ya da façetalı kesme yöntemleriyle bezenmiş eşyalardı. En ünlü parça, Paris’te Madalyalar Müzesi’nde korunan Hüsrev l’in (VI. yy.) kupasıdır. VII. yy.’da Araplar Mısır, Iran, Suriye, Mezopotamya’da cam sanatının gelişmesine katkıda bulundu ve bu bölgelere İslam dünyasının yarattığı çeşitleri getirdi.

Fatımiler döneminde Kahire’ de kesme cam yapımında kayaç kristalleri taklit edildi, ibrikler hayvansal, bitkisel ve geometrik biçimler aldı. XII. yy.’dan başlayarak, Mısır ve Suriye’de cam üstünde yaldız ve çok renkli mine kullanan Müslüman camcılar asıl ünlerini bu tekniklerle kazandılar. Bol ve gösterişli olan bu üretim daha sonra Avrupa’da çok tutuldu (hatta XIX. yy.’da taklit edildi). Mineli camdan yapılan cami kandillerinin biçimleri bazen kabaydı; ancak, hiçbir dinsel yasağın sınırlamadığı tören şişe ve kuf palan daha zarif biçimler ve daha zengin bezemeler taşıyordu (yazıtlar, çiçek, hay-I van motifleri, saray yaşamından alınan i konular ve armalar). Timur Suriye cam atölyelerini Semerkand’a taşıdı, ama yeni bir okul yaratmayı başaramadı; böylece cam üretimi gerilemeye yüz tuttu. Camcılık, Safevîler döneminde İran’da yeniden canlandıysa da, İtalyan etkisinden kurtulamadı.

Çin, Roma İmparatorluğu’ndan cam satın alıyordu; V. yy.’da İran ile değiş tokuşa girişti ve Venedik camlarını getirtti. Çin yapımı cam, daha çok yeşim, mercan ya da porselen gibi sert taşları taklit etmeyi amaçlıyordu. Bu dönemde cam, hiçbir zaman saydamlığı için kullanılmadı. XVIII. yy.’da çok moda olan enfiye kutuları ve çok katmanlı cam kapları, Berlin müzelerinde gören Galya bunlardan çok etkilendi. Hindistan’da da camcılar, sert taşları, özellikle yeşim taşını taklit etmeye çalışıyordu.