Kocaman kavuğunun altındaki pamuk şekeri gibi kaba sakallarıyla gülümserken hayal ederiz onu. En çok çocuklar sever, en çok çocuklar güler bu neşe kaynağı bilgeye…
O güzel insan, artık dünyanın birçok yerinde de tanınan ve kültürümüzün gülen yüzü Nasrettin Hoca’dan başkası değildir elbette.
Onu biraz daha tanımak istemez misiniz? İşte Nasrettin Hoca’nın hayatıyla ve fıkralarıyla bize anlattıklarının özeti…
Anadolu’nun ortasından doğan büyük nehir…
Türk mizahının en önemli temsilcilerinden olan Nasrettin Hoca, miladi takvime göre 1208 yılında Eskişehir’e bağlı Sivrihisar’ın Hortu köyünde doğmuştur. Yerli ve yabancı birçok kaynağa göre babası Hortu köyünde imamlık yapmış olan Abdullah Efendi, annesi ise Sıdıka Hatun’dur. Yine aynı kaynaklardan Nasrettin Hoca’nın bu köyde yirmi üç yaşına kadar yaşadığı, bu sırada babasının medresesinde eğitim gördüğü, daha sonra da Sivrihisar Medresesini bitirdiği anlaşılmaktadır. Hoca dış görünümü itibarıyla, kısa boylu ve tıknaz biri değildir. Büyükçe horasani sarığının altında, orta uzunluktaki boyu ve kilosu, yuvarlak yüzü, hafifçe çekik gözleri, uzunca burnu, kesik bıyıkları, ince uzun sakalı ile sağlam ve güçlü yapılı birisidir.
Herkesin bir Nasrettin Hoca’sı var…
Hoca’nın davranışları ve sözleri halk arasında yüzyıllar boyunca ağızdan ağıza yayılmış, kişiliği de zamanla efsaneleşmiştir. Yaşamıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan sevgisi nedeniyle söylentilere karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır. Bu söylentiler arasında, onun Selçuklu sultanlarıyla tanıştığı, Mevlâna Celaleddin ile yakınlık kurduğu, kendisinden en az yetmiş yıl sonra yaşayan Timur’la konuştuğu, hatta birkaç yerde birden göründüğü bile vardır. Bütün bunlardan anladığımız kadarıyla onun ne olduğu, nasıl olduğu biraz da onu düşünenlerin hayal gücüyle ilgilidir.
Fıkra; güldürücü fıkra, latife, nükte, hikâye, masal, teselleme, kıssa, temsil vb. sözlerle belirtilen, anlatılan halk edebiyatının bir dalıdır. Nasrettin Hoca da diğer bazı kişiler gibi Türk anlatı geleneğinde fıkra tipi olmuş ve ün kazanmış kişilerden biridir, hatta birincisidir.
Nasrettin Hoca’nın hayatta olduğu zamanlar, birtakım nükteleri yaygınlık kazanmıştı. Ancak Nasrettin Hoca’ya ait olarak anlatılan birtakım nükte ve fıkralar sonradan ona bağlanmış, bunlara yenileri eklenmiş, fıkra sayısı giderek artmıştır. Hatta bugün “Nasrettin Hoca’nın” fıkralarından çok, “Nasrettin Hoca” fıkraları anlatılmaktadır.
Mezarı bile fıkra gibi…
1237 yılında Akşehir’e yerleşen Nasrettin Hoca, o devirde önemli bir kültür merkezi olan Akşehir’de zamanın ünlü âlimlerinden dersler almıştır. Akşehir’de uzun süre müderrislik ve kadılık yapmıştır. Hoce Nasüreddin adı ile anılan, zamanla halkın dilinde Hoca Nasrettin veya Nasrettin Hoca şeklinde hitap edilen hocamız, 1284 yılında Akşehir’de vefat etmiştir. Türbesi Akşehir’de, şehir mezarlığında bulunmaktadır. Hoca’nın mezarı da fıkraları gibi hem güldürücü hem de düşündürücüdür: Yanları açık olan (duvarları olmayan) türbenin bir kapısı ve kapısında da kocaman bir kilit bulunmaktadır. Hoca’nın mezarı bugün de pek çok insan tarafından ziyaret edilmekte ve mezar dünyada şekliyle güldüren tek mezar olma özelliğini korumaktadır.
Anadolu’nun neşeli sesi…
Nasrettin Hoca’nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin gerekse halkın onun ağzından söylediği fıkralardaki anlam, yergi ve alay ögelerinin inceliğiyle ölçülür. Ona ait olduğu ileri sürülen fıkralar incelendiğinde kullanılan kelimelerin açıklamalarından anladığımız kadarıyla Nasrettin Hoca, sadece yaşadığı dönemin değil tüm Anadolu halklarının yaşama biçimini, güldürü ögesini, alay ve eğlenme türünü, övgü ve yergi becerisini dillendirmiştir.
Onunla ilgili fıkralara baktığımızda kullanılan ögelerin odağının sevgi, yergi, övgü ve alaya alma olduğunu görmekteyiz. Gülünç duruma düşürme, kendi kendiyle çelişkiye sürükleme, katı kuralların karşısında çok ince ve iğneli bir söyleyişle yumuşaklığı yeğlemedir. O, bunları söylerken bazen bilge, açıkgöz, atak, kurnaz; bazen de bilgisiz, vurdumduymaz, utangaç, şaşkın, korkak gibi çelişik niteliklere bürünür. Özellikle de karşısındakinin durumuyla çelişki içinde bulunma, fıkralarının egemen ögesidir. Bu ögeler Anadolu insanının, belli olaylar karşısındaki tutumunu yansıtan, düşünce ürünlerini oluşturur.
Nasrettin Hoca düşündüren ve güldüren üslubuyla halkın duygularını yansıtan bir mizah odağı olarak ortaya çıkar. Söyletilen kişi, söyletenin ağzını kullanır, böylece halk Nasrettin Hoca’nın diliyle kendi sesini duyurur.
Nasrettin Hoca’nın fıkralarında tanık olduğu olaylar genelde halk arasında geçer. Genelde “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit.” üslubuyla yöneticilere de birtakım mesajlar iletmeye çalışır.
Hoca’nın yardımcısı: Dünyanın en ünlü eşeği
Hoca’nın fıkralarında karısı, komşuları ve de eşeği vazgeçilmez unsurlardır.
Anadolu insanının yarattığı mizah ürünlerinde atın yeri yoktur, denilebilir. Eşek, acıya, sıkıntıya, dayağa, açlığa katlanışın en yaygın simgesidir. Soyluların, sarayların çevresinde üretilmiş fıkralarda eşek bulunmaz oysa at geniş bir yer tutar. Bu konuda, başka bir çelişki sergilenir, fıkrada güldürücü öge ile yerici öge yan yana getirilir. Bunun örneği de kendisinden eşeği isteyen köylüye, “Eşek evde yok.” deyince ahırda onun anırmasını duyan köylünün “İşte eşek ahırda.” diye diretmesi karşısında Hoca’nın “Eşeğin sözüne mi inanacaksın, benimkine mi?” demesidir.
Hoca eşeğinden ayrı düşünülemez. Onun bineği olan eşek gerçekte bir yergi ve alay ögesidir. Eşeğini kimi zaman kaybeder, kimi zaman ona ters biner, kimi zaman da inandırıcılığını onunla kıyaslatır. Birçok fıkrada yer alan Hoca’nın eşeği, hiç sızlanmayan, onun aklına esen oyunlara katlanan, sevgili ve dayanıklı bir arkadaştır. Bununla birlikte bu cana yakın arkadaş yüzünden Hoca’nın başına birçok aksilik de gelmiştir.
Onu dünya tanıyor
Nasrettin Hoca, ömrünü insanlara doğru yolu göstermeye adamış, iyilikleri bildiren, doğrulara sevkeden ve kötülüklerden sakınmaya çalışan bir kişidir. Bu işi yaparken kendisine has bir üslup kullanmıştır. Bu usul, doğruyu herkesin anlayabileceği bir dil ve üslup ile gayet anlamlı şakalar hâlinde kısaca dile getirmesidir. Onun fıkralarının her biri atasözü değerinde olup keskin bir zekâ ve güçlü bir aklın ürünüdür.
Nasrettin Hoca aynı zamanda İran, Bulgaristan, Yunanistan gibi komşularımız başta olmak üzere, farklı ülkelerde de tanınmaktadır. Azerbaycan’da Nasrettin Hoca fıkraları çok yaygındır. Jelil Memmedkuluzade (Celil Mehemmed Kulizâde) tarafından bir araştırma niteliğindeki “The Journal Hoca Nasrettin” (Hoca Nasrettin Dergisi) adlı derginin ilk sayısı 7 Nisan 1906’da çıkmış ve uzun yıllar yayınını sürdürmüştür.
Her zaman gönlümüzü şenlendiriyor, her yıl Akşehir’i…
Bugün Akşehir’de Nasrettin Hoca’yı anma amacıyla 5-10 Temmuz tarihleri arasında “Uluslararası Akşehir Nasrettin Hoca Şenlikleri” düzenlenmektedir. Bu şenliklerde halk oyunları, konserler, tiyatro gösterileri, çeşitli yarışmalar, karikatür ve resim sergileri düzenlenir.
İlk defa 1959 yılında düzenlenen şenliklerde bugüne kadar temsili hoca olanlar arasında bulunan bazı sanatçılarımız şunlardır: Lütfi Ökeşli, Osman Ongun, Zafer Özbakır, Levent Kırca, Abdullah Şahin, Erol Günaydın, Erdoğan Özbakır, Sevim Güvendik…
Originally posted 2020-10-22 12:47:15.