Edebiyatta Aşk Ne Demektir. Türk Edebiyatında Aşk Nasıl Anlatılmıştır? Halk Edebiyatında, Tanzimat dönemi edebiyatında aşka bakış nasıldır? Aşkla ilgili eserler ortaya koyan yazarlar, şairler
Türk edebiyatında aşk. Kahramanlık ve cihangirlik duygusunun ön planda geldiği İslamiyet’ten önceki Türk edebiyatında aşk, önemli bir yer tutmaz. Bu devir ideal insanını temsil eden Oğuz Kağan, efsanevi vasıflar taşıyan çok güzel iki kızı sever, hiç bir merasime tabi olmadan onlarla yatar. Bu iki kız Oğuz’a kendisi gibi yiğit üçer oğul verirler. Atlı göçebe devrinin yaşayış tarzını, örf ve âdetini aksettiren Dede Korkut Kitabında da aşk, daha sonraki eserlerde görüldüğü gibi insan hayatının ağırlık noktasını teşkil etmez.
Eski Türklerde kadın ile erkek arasında, onları birbirinden ayıran engeller yoktur. Bu devirde kadınlar da erkekler gibi ata biner, ok atar ve savaşır, daima erkeğinin yanındadır, ona eşit ve yardımcıdır. İslamiyet’ten sonra, gerçek hayatta ve edebiyatta kadın ile erkek arasındaki münasebet değişir. İslamiyet ve yerleşik hayata geçiş, köy, kasaba ve büyük şehirlerde yabancılarla beraber yaşama, Türklerin yaşayış ve hayata bakış tarzına yeni bir şekil verir. İşte bu devirde gerek halk, gerek divan edebiyatında din ile aşk konusu ön plana geçer. Türklerin örnek aldıkları Araplar ve Acemler, daha önce bu konularda yüzlerce eser vücuda getirmişlerdir. Arap ve fars edebiyatlarında kadın ve erkek güzelliği varlığın en manalı parıltısı ve aşk en yüksek saadet olarak yüceltiliyordu.
Yüksek saray edebiyatları vücuda getirmiş olan bu iki millet tasavvufla karışık ulvi aşk görüşünün yanı sıra en süfli şehvet hikayeleri ve şiirleri de vücuda getirmişti. İslamiyet’ten sonraki Türk edebiyatını bunlar geniş surette etkilemiştir. Türk edebiyatının özelliği İslami devirdeki sosyal tabakalaşmaya göre, halk ve yüksek tabaka edebiyatları olmak üzere özellikle dil ve şekil bakımından birbirinden farklı iki kısma ayrılmış bulunmasıdır.
Yüksek tabaka edebiyatı daha çok Fars ve Arap edebiyatlarının tesiri altında kaldı. Divan edebiyatında gazellerin ve mesnevilerin başlıca konusunu aşk teşkil eder. Divan şairleri genellikle sevgililerimi dış görünüşlerini boy, yüz, kaş, kirpik ve dudaklarını mübalağalı benzetmelerle tasvir ederler. Onların kaderi karşısında aldıkları tavır, kudretli ve zalim bir hükümdar karşısında almış oldukları tavırdan farksızdır Mutasavvıf şairler sevgililerinde Tanrı’nın bir aksini görürler. Tanrı’ya karşı olan sevgi ve özleyişlerini anlatırlar. Çeşitli tarikatlar, dünyevi aşktan ta tamamıyla farklı ilahi bir aşk fikrini ve idealini geliştirmişlerdir. Mesnevilerde bu iki aşk hikayeler vasıtasıyla ortaya konulur. Bu mesnevilerden büyük bir kısmında farsça eserler örnek tutulmuştur.
Divan edebiyatında iki büyük şair Fuzuli ile Şeyh Galib dini vı ulvi aşkı en yüksek şekilde tasvir etmişler dir. Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun’u ile Şeyi Galib’in Hüsn ü Aşk’ı belki bütün doğu ede biyatlarında aşkı en derin ve güzel şekil de anlatan eserlerdir. Divan edebiyatında dünyevi aşkı anlatan pek çok mesnevi vardır. Şiirde Nedim, ten zevkini en ince şekil de anlatan şairdir. Divan edebiyatında XV yüzyıldan sonra şehir güzellerini tasvir eden ve bir hayli müstehcen şehrengizler yazılmıştır.
İslami devir Türk halk edebiyatında da aşk önemli bir yer tutar. Aşık denilen halk şairleri, sevgililerinin güzelliğini ve onlara karşı duymuş oldukları hisleri çok güzel koşmalarla tasvir etmişlerdir. Divan şiirine nazaran halk edebiyatında terennüm edilen aşk hayata daha yakındır. Karacaoğlan, şiirlerin de köyde rastladığı Türkmen güzellerine hitap eder. Yüksek tabakaya mahsus aşk hikayelerinin bir kısmı büyük değişikliklere uğrayarak halk edebiyatına da geçmiştir. Fakat halk hikayecileri orijinal. memleket havası ile dolu aşk hikayeleri de yazmışlardır Bu hikayelerde aşk ile kader çatışır. Kader, önceden aşıkların alın yazısını çizmiştir.
Halk hikayelerinin kahramanları genellikle şairdir. Şiirlerini saz çalarak söylerler Bu şiirler üslup bakımından son derece sade ve ahenklidir. Türk halk hikayeleri arasında Kerem İle Aslı’nın ayrı bir yeri vardır. Gerek halk, gerek yüksek tabakaya mahsus aşk hikayelerinde aşıkları birbirinden ayıran çeşitli sosyal engeller vardır Aşıklar bu sosyal engelleri aşmaya çalışırlar. Engeller, aşıklardaki hasret ve özlemi arttırır.
Halk seviyesine inen tarikatlarda, nefes ve ilahi adı verilen lirik ve mistik bir aşk şiiri vücuda gelmiştir ki, bunların en güzellerini XIV. yy. da yaşamış olan Yunus Emre söylemiştir. Anadolu da Muhiddin Arabi ve Mevlana Celâleddin’in ortaya koydukları mistik aşk görüşü, yüzyıllar boyunca halk ve yüksek tabaka edebiyatlarını besleyen bir kaynak olmuştur. Tanzimat’tan sonra batı edebiyat örf ve adetlerinin tesiri altında eski aşk görüşü değişir. Eski Türk cemiyetinde özellikle büyük şehirlerde kadın ile erkek arasında sevişme ve evlenmeye tesir eden engeller ve aile otoritesinin tenkidi, son çağ Türk edebiyatının başlıca konularından birisini teşkil eder.
Tanzimat devrinde yazılan tiyatro ve romanlarda birbirini seven gençlerle aile büyükleri arasındaki çatışma önemli bu yer tutar. Bu devir Türk edebiyatında yaşanılan hayatı tasvir ve gerçeklik duygusu ön planda geldiği için eski Türk edebiyatındaki klişeleşmiş davranışlar, duygu ve düşünceler bir yana atılır. Aşk, her neslin ve her şahsın kendisine göre yaşadığı bir macera olur. Bu devir eserlerinde aşkın çeşitli şekilleri, günlük hayatın olayları tasvir edilir. Artık mücerret fikirler ve basma kalıp duygular değil. her şahsa göre değişen ferdi tecrübeler, duyular, duygular ve tutkular anlatılır. Son çağ Türk edebiyatında aşkı yeni ve orijinal bir şekilde anlatan başlıca romancılar şunlardır: Halid Ziya, Halide Edip, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar. Şiirde Abdülhak Hamid’den itibaren daha çok aşk duygusu ile tabiat duygusunu birleştiren yeni bir lirizm gelişir. Şiirde de büyük şairler, basma kalıp görüşleri kırarak, aşkı, kendi mizaç ve hayat görüşlerine göre anlatırlar. Ahmet Haşim, Yahya Kemal. Cahit Sıtkı veya Orhan Veli’nin aşk şiirleri arasındaki fark, divan ve halk şairlerinin eserleri arasında bulunan farktan çok fazladır. Yeni Türk edebiyatında geleneğin yerini ferdi hayat tecrübesi alır.