Elazığ (Harput) Lohusalık Adetleri

Elazığ, Harput Lohusalık Adetleri Hakkında Bilgi

Harput aileleri içinde kadınlar Gebe kaldılar mı, bu gebeliklerini uzun müddet ev halkına, hatta kocalarına bile hissettirmeden sabır ve tahammül gösterir, karnında beslediği yavrunun mevcudiyetini bir suç işlemiş gibi etrafındaki insanlardan daima saklar ve çekinirdi 6-7 ayı geçip de bariz bir şekle gelinceye kadar bu suretle hareket eder, hatta evdeki en yakın erkeklere bile, burnu karnında iken mümkün mertebe gözükmez, arlanır ve utanırdı. Ev halkı, bir kadının gebe kaldığını fazla miktarda ekşi maddeler yediğini görünce hissederlerdi.
Bazı zengin ailelerin şımarık gelin ve kadınları müstesna, diğer halk çoğunluğunda Gebe kadınlar, doğurmadan bir gün evveline kadar ev işlerinde çalışır, sanki Gebe değilmiş gibi istirahat nedir bilmezlerdi. Harput da bu gibi gebe kalan kadınlara iki canlı denilirdi ki, hakikaten kadın karnındaki canlı ile iki sayılabilirdi.

Bir kadının bu suretle Gebe olduğu anlaşılınca, ev halkı Loğusanın yataklarını hazırlar ve yatak yüzlerini yenilerler.. Çocuğun yatağı ve Beşiği de kızın ana babası tarafından hazırlanır ve doğumdan birkaç gün evvel kızlarının evine gönderilirdi. Loğusanın yatacağı oda derlenir, temizlenir ve bu yataklar da odada hazır bir durumda bekletilirdi. Vaktaki, doğum ağrıları baş gösterince hemen Ebeye haber gönderilir.. Ebe gelir.. Durumu inceler.. Ona göre müdahale lazım geliyorsa çocuğu hemen alır, yoksa tabiata bırakılarak beklenirdi, ta ki, çocuk kapıyı çalıncaya kadar.

Eski zamanlarda şimdiki, gibi en aşağı 500 liradan başlayarak 2500 liraya ve daha fazlaya doğum yapan ne bir doktor, ne de Loğusanın günlerce yatacağı bir hastane masrafı vardı. Ebenin ücreti de. Loğusayı görmeye gelen eş – dost tarafından Ebe parası olarak verilir, aile bütçesi bu şekilde sarsılmazdı. Şimdi diyeceksiniz ki. doğumlarda zayiat çok olurdu. Hayır! Aziz okuyucularım, Hayır!.. Doğumlarda bu gibi vak’a-lere nadiren tesadüf edilirdi.

Ebeler de şimdiki gibi mektepli falan değillerdi. Halk arasından çıkmış ve bu işi, kendinden bir evelki Ebeden öğrenerek çalışmış, tecrübeli, yaşlı başlı kadınlardı. Hele şimdiki gibi erkek Nisaiyeci Doktorlara (JİNEKOLOG) açılma, o zaman olsaydı, dinden imandan çıkılır ve kadın kocasından boş olurdu. İşte zaman bu kadar ilerlemiş ve inanılmayacak derecede değişmiştir.

Eskiden Doğumların pek kolay ve basit olduğunu yukarıda kayıt etmiştim. Bu bir hakikattir ve size bir misal da verebilirim: Tahminime göre 1908 -1912 yılları arasında akrabamızdan bir Hanım, Gebe olarak bir vurgun arabasıyla Elazığ’dan kalkmış.. Diyarbekir Askeri Rüştiyesinde öğretmen olan kocasının yanına gitmekte iken ikinci konak mahalli olan Kezin Hanında bir kuru odada yatmakta iken bir gece ağrıları tutmuş., ve kendi kendine doğurmuş.. Hem de İkiz olarak., iki tane Er kek çocuk.. Hiç bir yardımcı istemeden – istese de Dağ başında kimi bulabilirdi – birbiri ardınca doğurmuş.. Çocukların göbeklerini cebindeki ufak çakı ile kesmiş.. Temizliklerini de kendi elleriyle yapmış.. Tertemiz kundaklamış ve sabahleyin erkenden arabasına binerek yolculuğuna devam etmiştir, işte size ayni zamanda tam bir Türk kadını tipi!..

Doğum olunca Babalara, Dedelere ve sair yakin akrabalara müjdeciler gönderilir.. Çocuk erkek ise ev halkında ve bütün ailede bir şadüma nidir başlar.. Herkes memnun.. Herkesin yüzü gülmede.. Kız ise bunun aksi olaylarına şahit olurduk.. Bir kere kız doğuran Loğusanın “yüzüne bakılmadığı gibi, Loğusa da sanki bir suç işlemiş gibi kimsenin yüzüne bakamazdı.

Doğumu müetakip Loğusanın ve çocuğun temizlikleri yapıldıktan sonra Loğusa yatağına, çocuk Beşiğine yatırılırdı. Loğusaya o gün ve ertesi günler yemek verilmez, yalnız bir miktar tereyağı ile Bal, bir arada eritilir ve süzüldükten sonra veyahut Kuymak verildiği gibi arada sıcak şerbetler de verilirdi. Çocuklar için, ince Mermerşahiden gömlekler, Zıbınlar, Göbek bağları.. Başlarına Pörk ve sarığı gibi giyim eşyası.. Hindistan cevizi, Anason gibi şeyler de hazır bulundurulurdu. Bunlardan başka Çocuklar için daha evvelden Dağlardan hiç el sürülmemiş bir miktar da kırmızı toprak getirilirdi. Bu topraklar, mahallinde kazılır ve ince bir kalburdan geçirilerek çuvallara konulur, Merkeplerle eve getirilir ve münasip bir kap da muhafaza edilirdi.
Bu toprağa bütün halk (Höllük) derlerdi. Ne tuhaf tesadüftür ki, ben bu satırları daktilo ederken postacı da Uluova Gazetesinin 26/10/1963 tarihli ve 3284 sayılı nüshasını bana getirmişti. Yazılarımı bıraktım. Gazeteyi okumaya başladım. Bu nüshanın (Günah mı olur) sütununda şu satırları bulmayalım mı?
Nereye gidersem, gideyim.. Hangi mevkiye yükselirsem yükselelim.. Kardeşim! Size nasıl ifade edeyim: HÖLLÜK toprağının kokusu burnumda tüter Güldüm ve sonra anladım ki, bunu yazan da benim gibi yanıklardan.. Ve dolayısıyla Harput’ a hasret çekiyor.

HÖLLÜK’ten başka tedarik edilecek araçlardan birisi de (HÖLLÜK BARDAĞI) dır. Çocuk haftalık, veya on günlük oldu mu? bu bardak Höllük’le doldurulur, bir ateşin üzerine veya Kürsü’nün içine konularak toprak burada tamamıyla ısıtılır.. Çocuğun altı temizleneceği zaman bu kızgın toprağı, kalın ve kırmızı bir bez içerisine kor. çocuğu belden aşağı bu toprağın üzerine yatırarak sımsıkı sarar ve kundaklar.. Zamanı gelince açılır.. Toprağın üstündeki kaka ve yaşlık alınır, atılır.. Tekrar yeni ve sıcak Höllük’e sarılır. Bu suretle kadınlar, çocuk bezi yıkamaktan kurtulmuş olurlardı.

Loğusalıkta bir de batıl bir inançla Loğusaya ve çocuğa nazar değmesin ve Loğusayı allar basmasın diye bir (EĞİŞ) in sivri ucuna bir baş soğan geçirilerek dik bir halde Loğusanın başı ucuna konulur.. Sonra ipekli canfesden yapılmış kabın içinde bir kelâm-ı kadim de baş tarafına asılır.. Beşiğin baş tarafında da mavi boncuklar, ufak kaplumbağa iskeletleri ve bir takım nushaler göze çarpar. O günler de konu komşu, akraba ve dost hanımları, ya bizzat kendileri gelir, yahut da hizmetçi ve dadılarını gönderir göz aydınlığında bulunurlardı.
Doğumun birinci veya ikinci günü ailenin yakınlarından bir erkek çağrılarak, yeni doğan çocuğun sağ kulağına Ezan-ı Muhammedi okutturulurdu. Ezan salât-ü selâmı muhtevi olduğu için bu adet. bütün İslam aleminde olduğu gibi Harput da da tatbik edilirdi. Bu çok defa da çocuğa isim konulduğu vakit yapılırdı.

DIĞASKEN GÖRME ve DIĞASKEN HAMAMLARI :

Dığasken Görme merasimi Bütün konu komşu, akraba ve dost ailelerin hanımları kafile kafile Loğusanın evine gelerek yattığı odaya girer, oturur hal hatır sorar ve hediyelerini verirlerdi. Yakınları ise renkli kurdeleye bağlı altınları bir Amerikan iğnesiyle çocuğun başına veya yastığına iliştirilirlerdi ki, bu adet zamanımıza kadar gelmiştir. Bu altınlar, o zamanın yirmilik, yirmi yedilik, ellilik ve bir liralık altın paralarından ibaretti. Bunlardan başka bir de Ebe parası vardı ki, bu da hastayı ziyaret edenler tarafından Ebeye verilirdi. Bunun miktarı da ziyaretçilerin hal ve vaktine göre gümüş madeni iki kuruştan başlar, yirmi kuruşa (Bir mecidiye) kadar yükselirdi. Ebe, bir hafta – on gün kadar Loğusanın yanından gece gündüz ayrılmaz, hastaya ve çocuğa nezaret ederdi. Ebe, aldığı bu bahşişlerden başka Doğum evi tarafından da kendisine hediyeler ve bir miktar da para verilir, memnun olarak evine dönerdi.

Harput da Ebeye de (Kivre) kadar önem verilir ve yetişen çocuklar, bilhassa Bayramlarda kafile kafile Ebelerinin evlerine gider, ellerini öper ve bir çoğu da elleri hediyelerle dolu giderlerdi.
Loğusa, gerçi bir hafta on gün içinde yatağını terk ederek ayağa kalkarsa da kırk gün evinden çıkamaz ve yıkanmazdı. Kırkıncı gününü takip eden Loğusa için (DIĞASKEN HAMAMI) hazırlıklarına başlanır, hamam günü belli olur ve bu hamama da hastalığı zamanında Loğusaya ilgi gösteren ve bilhassa çocuğun başına altın dikenler davet edilirdi. Bazen bu hamamlara Tefçiler de götürülür, şarkılar, türküler söylenerek çalınır, çağrılırdı. Hamamdaki misafirlere yaz ise sepetlerle meyveler, kış ise yağlı çörekler ve kuru yemişler dağıtılarak ikram edilirdi.

Kaynak: İshak Sunguroğlu, Harput Yollarında

Originally posted 2020-11-07 15:48:01.