Elazığ ve Harput’ta Avcılık

Elazığ’da Avcılık-Elazığ Avcılığının Kısa Tarihçesi

Elazığ Fırat Nehri ile çevrilmiş, ovası, dağları, yaylaları, gölü, Harput’u ve doğdukları yere gönülden bağlı olmuş insanları ile ünlü bir şehrimizdir. Elazığ denince akla tarihi dokusu, kalesi, yatırları ve eşsiz kültürü ile Elazığ’ın ilk yerleşim merkezi olan Harput gelir. Elazığ ilinin ilk yerleşim bölgesi olan Harput aynı zamanda Elazığ avcılığının da başlangıç yeri olarak kabul edilebilir.

“Eskiden Harput’ta avcılık pek yaygın değildi. Çünkü tuhaf bir zihniyetle avcılığın meşum bir meslek olduğunu çoğunluk kabullenmişti. Bu yüzden birçok av meraklısı, aileleri tarafından tenkide uğrardı. Buna rağmen halk arasında av meraklısı birkaç zümre vardı ki mevcudiyetlerini gösterebilecek birlik ve beraberlik içinde birbirlerine bağlı ve birbirleriyle çok da samimiydiler. Av mevsimi gelince aralarında av partileri tertip eder, toplulukla ava çıktıkları gibi teker teker ve bazen ikişer, üçer birleşerek muhtelif semtlere dağılırlardı.” (Sunguroğlu, 1968: 293).

Harput halkı tarafından başlangıçta avcılığın uğursuz görülmesi, daha sonraki yıllarda geyik (dağ keçisi) avlamanın uğursuz ve günah olduğu yönünde değişmiştir. Nitekim aslen Harputlu ve bir dönem Elazığ Avcılar Kulübü’ne de başkanlık etmiş olan Fikret Selmanoğlu avcılıkla ilgili hatıralarını kaleme aldığı kitabında, vurduğu ilk dağ keçisini eve getirirken çok tedirgin olduğundan, evde annesinin “Günahtır oğlum, baban gelirse ne der.” sözleriyle karşılaştığından bahsetmektedir (Selmanoğlu, 1992: 77). Halk arasındaki bu batıl inanç, belki bir dönem Elazığ avcılığına sekte olmuşsa da Elazığ yöresine av hayvanlarının sayısının artması yönünden katkısı da olmuştur. Bugün Elazığ avcılarının avlanmak için uzak bölgelere ve çevre illere gitmesinin en büyük sebebi av hayvanlarının sayısının gittikçe azalmasıdır.

Elazığ yöresinde avcılık, avcıların çok erken yaşlarda başladığı bir uğraşıdır. Hatta çocuklar av yapmaya başlamadan evvel babalarının yanında “değnekçi” veya “çantacı” olarak ava götürülürler. Bu durum, çocukların hem ava olan merakını artırmakta hem de av hayvanlarını ve avlanma usullerini öğrenmesini sağlamaktadır. Hatta çantacılık ve değnekçilik yapmayandan iyi avcı olmaz, diye yaygın bir kanaat da vardır. Ayrıca çocukların, av tüfeği ile ateş edip av hayvanı vurması, delikanlılık çağına girdiklerinin bir göstergesi olmakla beraber büyükleri tarafından övgüye mazhar olacaklarının da bir işaretidir. Hele ki ava götürdüğü çocuğunun avlanması, baba için çok büyük bir övünç kaynağıdır. Fikret Selmanoğlu 1938 yılında babasıyla gittiği bir keklik avında, çocuk yaşta olduğundan, ilk avını yaptığında babasının “Oğlum böyle giderse kekliğin nesli tükenir.” şeklinde gururlandığından bahseder (Selmanoğlu, 1992: 7). Günümüzde teknolojik gelişmeler sonucu çocukların ve gençlerin uğraşı alanları farklılaşsa da halen daha babasından veya dedesinden öğrendiği bu uğraşıyı, kendi çocuklarına öğretmeye çalışan pek çok Elazığ avcısı vardır.

Elazığ’da avcılık belli bir kesimin veya grubun uğraştığı özel bir faaliyet değildir. Toplumun hemen hemen her kesiminde avcıya rastlamak mümkündür. Nitekim araştırmamız için görüştüğümüz avcılar içerisinde iş ve meslek dalları farklı pek çok avcı tespit edilmiştir. Belediye başkanından öğretmene, doktordan avukata, muhasebecisinden inşaat ustasına güvenlik görevlisinden esnafa, işçiden memura ve emekliye kadar çok geniş bir yelpazeyi kapsayan Elazığ avcıları, avcılığı bir gelir geçim kaynağı veya yiyecek temini olarak değil de boş zamanlarını değerlendirdikleri zevkli bir uğraşı, bir spor dalı olarak görmektedirler. Zaten av malzemelerinin gün geçtikçe artan fiyatı, devletin her yıl avcılardan aldığı harçlar ve av bölgesini ulaşmak için kullanılan imkânlar göz önünde bulundurulduğunda, avcılığın vurulan av hayvanın etinden yiyecek temin etmek veya gelir kaynağı sağlamak amacıyla yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bu ağır ekonomik külfet karşısında halen daha Elazığ’da avcılık devam ediyorsa bu Elazığ avcılarının avcılığa gönülden bağlı olmaları ve avcılığı ata mirası olarak görmelerindendir.

Elazığ avcılarının avcılığa gönülden bağlı olduklarının bir başka göstergesi de Elazığ’ın değişik mahallelerinde Kara Avcıları Derneği’nden başka “Çatı Kahvehanesi” denilen pek çok avcı kahvehanesinin bulunmasıdır. Her türlü oyunun ve içkinin yasak olduğu bu kahvehanelerde, avcılar bir araya gelip sohbet eder ve eski avcılık hatıralarını birbirleriyle paylaşırlar. Eskiden var olan âşık kahvehanelerine benzeyen bu kahvehanelerin farklı yönü ise âşıklar ve onların okudukları şiirlerin yerini kafesler içerisindeki keklikler ve onların ötüşünün almasıdır. Ayrıca avcılar bu kahvehanelerde, teknolojik imkânlardan faydalanarak av esnasında kamera ile çektikleri av görüntülerini de seyretmektedirler.

Elazığ ili taşıdığı coğrafik özellikler bakımından, av hayvanları konusunda çevre illerden daha zengindir. Üç tarafı sularla çevrili olan Elazığ, Türkiye’nin küçük bir modeli olmakla birlikte, göçmen kuşların göç yolları üzerinde bulunmaktadır. Araştırmamız sırasında Elazığ avcıları arasında tespit edilen “sökün gelmek ve sökün gitmek” terimleri, göçmen kuşlar sınıfından olan keklik ve bıldırcının göç ettikleri sonbahar ve ilkbahar mevsimlerinde Elazığ ilinden geçtikleri ve burada belli bir süre kaldıkları anlamında kullanılmaktadır. Fırat Nehri, Keban Baraj Gölü ve Hazar Gölü gibi su boylarına sahip olan Elazığ bu yönüyle pek çok av kuşuna da sahiplik etmektedir. Kaz ve ördek gibi av kuşlarının avlandığı bu su boyları aynı zamanda balık avı için de müstesna yerlerdir.

“Esasen Harput – Elazığ dolaylarında Ağın, Keban, Baskil, Sivrice, Maden, Palu, Karakoçan ilçeleri dâhilinde bulunan ve sonra Mastar, Hazar Baba dağları ve eteklerinde bulunan İçme, Zenteriç, Huh, Mercümut, Pulutlu, Pinciriği ve doğuda Hasret Dağı’nı takiben Karakaya, Pekinik üzerinden geçip Ankuzu Baba, Kavurtaşı, Buzluk taşına ve batıda ise Aslan Dağı tepelerini içine alan dağlık ve yaylalık bölgeler her nevi av bakımından zengin ve verimli bölgeler olarak sayılır ve buralarda av meraklılarını fazlasıyla tatmin edebilecek av çeşitleri bulunur ve avlanabilirdi.” (Sunguroğlu, 1968: 294) Sayılan bu av bölgelerinden dağlık olanlarında ayı ve dağ keçisi avlanırken bu dağlık ve yaylalık alanların dışında Elazığ Ovası ile düzlük arazilerde bıldırcın, üveyik bağırtlak ve toy gibi av kuşlarını avlamak mümkündür.

Keklik ve tavşan Elazığ yöresinde en çok avlanan av hayvanlarıdır. Keklik hem eti için avlanmakla birlikte hem de evde kafeste beslenmek için tuzaklarla canlı olarak avlanmıştır. Kekliğe gönülden bir sevgi bağı ile bağlı olan Elazığ avcıları bu av hayvanını daha küçükken yakalayıp evlerinde beslemiş ve onu keklik avlarında dağ kekliği ile kavga ederken ötüşünü dinlemek için kullanmıştır. Elazığ’ın ova ve dağlık bölgelerinde yaşayan tavşan ise eti için avlandığı gibi bir dönem derisi de ihraç maddeleri arasında kullanılmıştır.
Elazığ avcıları yukarıda saydığımız av hayvanlarının dışında, özellikle avını yapmadıkları halde rastladıkları zaman domuz, tilki, porsuk, kunduz, sansar, mezgeldek, sarıasma, turna ve karabatak gibi av hayvanlarını da avlamaktadırlar (Güneş, 1966: 103).

Cumhuriyet‘in ilk yıllarında ülkenin içinde bulunduğu yokluk ve ekonomik sıkıntı bütün vilayetlerde hissedilmekle birlikte Elazığ’ı da kapsamıştır. Bu sıkıntılı dönemde Elazığ halkı içerisinde tüfek alıp ava gidecek kadar zengin olan kimse yoktur. Bu yıllarda Çarşancaklı Haşim Bey, Yümnü Bey (Kulu) ve Bedri Çarşancaklı gibi sancak beyleri av ile uğraşmışlardır. Çevrelerinde söz sahibi, savaş veya sıkıyönetim anında devlete bir alay kadar asker ve insan temin edebilecek bu beyler, boş vakitlerinde besledikleri tazılar ve atlarla eğlenmek ve spor olsun diye avlanmışlardır. 1930’lu yıllarda ulaşım imkânlarının artmasıyla birlikte bu beylerin şehir merkeziyle irtibatları fazlalaşmış şehirdeki insanlarla kaynaşmışlardır. Örneğin arızalanan tüfekleri şehirdeki esnaflar tarafından onarılan beyler, bu esnafları birlikte avlanmak için kendi avlaklarına davet etmişlerdir. Bu sayede avcılık yavaş yavaş halkın arasında da yayılmaya başlamıştır.

1940’lı yıllara gelindiğinde Elazığ halkı içerisinde bir başka kesim de vardır ki avcılığı ticaret için yapmışlardır. Bu avcılar avladıkları tilki ve sansarların kürklerini o günkü Cumhuriyet Hanı’nda 10 reşat altın karşılığında satmışlardır. Bu kürkler o dönem itibarıyla çoğunlukla Almanya’ya ihraç edilmiştir. II. Dünya Harbi’nde Almanların yenilmesiyle birlikte bu ticaret de durmuştur. 1926’da Elazığ Atlı Kulübü adı altında kurulan avcılar kulübü bu yıllarda bugünkü belediye binasının altında faaliyetlerini sürdürmektedir. II. Dünya Savaşı nedeniyle 1940 ile 1950 yılları arasında toplumda gözüken ekonomik dar boğazdan, bir başka deyişle kıtlıktan dolayı halkın bu kulübü ve onun işleyişini düzenleyecek durumu yoktur. Yine toplumun bu dar boğazı atlatması ile birlikte Avcılar Kulübü de asıl işleyişine kavuşmuştur.

Kıtlık dönemlerinin sona ermesi ve özellikle Türkiye’nin 1950li yıllarda Nato’ya üye olması ile birlikte halkın refah düzeyinin yükselmesi avcılığa olan merakı da arttırmıştır. Bu yıllarda Elazığ’a Karayolları 8. Bölge Müdürlüğü’nü kurmaya gelen Amerikalılar halka, halkın hiç görmediği tüfekleri tanıtmışlardır. Bu durum avcılığa olan ilgiyi arttırmakla birlikte, Amerikalıların kendilerini av bölgesine götüren Elazığ halkından rehbere mermi veya tüfek hediye etmeleri halkı avcılığa teşvik etmiştir.

1960 askeri darbesinde bütün ateşli silahlar toplatılınca canlanmaya başlayan avcılık da tekrar sekteye uğramıştır. Ayrıca bu yıllarda ilimizden özellikle Almanya’ya işçi göndermeler başlamıştır ki daha sonraki yıllarda Almanya’ya giden bu işçiler yanlarında yeni tüfeklerle geri gelmişlerdir. Gümrükten “zâti eşya” kabul edildiğinden rahatlıkla geçirilen bu tüfekler ile Keban Barajı’nın yapımına gelen Fransız, İtalyan ve Amerikalıların Keban halkına değişik türde av tüfekleri hediye etmeleri veya satmaları bu dönemde Elazığ avcılığının tekrar canlanmasına bir kıvılcım olmuştur. Almancı adı verilen Elazığ işçilerinin zâti eşya kabul edilen tüfekleri sayesinde 1975’e kadar Elazığ’a pek çok tüfek ve mermi girmiştir. Fakat 1975 yılında bu işin ticareti yapılmaya başlanınca hükümetin tüfeği gümrüğe tabi tutmasıyla birlikte bu durum ortadan kalkmıştır.

Ayrıca 1960’lı yıllarda Avcılar Kulübü hem düzenlediği av partileri ile üyelerini ava götürmeye hem de her yıl eylül ayında avcıların sezon açılış bayramlarını düzenlemeye başlamıştır. Bu faaliyetler, 1960’lı yıllardan sonra Elazığ avcılarının bir nevi dernek düzeyinde kurumsallaştıklarının göstergeleridir.

1980 yılına kadar, ruhsatlı olan tüfekler hariç, tüfek veya tabancaların, menşeleri ve faturaları hükümet tarafından sorulmamıştır. Bu durum halkın kendi arasında rahatlıkla tüfek veya silah alışverişi yapmasına yol açmıştır ki bu da avcılığın gelişmesine prim vermiştir. 1980 ihtilalinden sonra ruhsatsız silah ve tüfekler toplatılmıştır. Çıkartılan kanunla tüfeklere ve silahlara ruhsat çıkartma mecburiyeti getirilmiştir. Bu dönemde silahlarını ve tüfeklerini teslim etmek istemeyen Elazığ halkından çoğu avcı bunları ya saklamış ya da toprağa gömmüştür. Bu durum o dönem itibariyle Elazığ avcılığını kötü yönde etkilemiştir.

1960’lı yıllardan sonra gelişen Elazığ avcılığı bazı sorunları da yanında getirmiştir. Uzun vadede ortaya çıkacak olan bu sorunlar, o dönem avcıları veya ilgili hükümet kurumlarınca fark edilememiştir. Bu sorunların en önde geleni bilinçsiz avcılıktır. Avcılar iki veya üç av hayvanı ile yetinmeyip on beş, yirmi tane vurmuşlardır. Ayrıca bu dönemde bazı kış aylarının çok ağır geçmesi av hayvanlarının sayısında belirgin bir azalmanın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Son olarak 1985 yılından sonra otomatik tüfeklerin yerli imalatının başlaması bu durumu daha da kötüleştirmiştir. Bilinçsiz avcılık ile hükümetin ilgili organlarının belirli yasal düzenlemeleri yapıp gerekli yasakları koymaması, Elazığ’da bulunan av hayvanlarının azalmasına ve dolayısıyla Elazığ avcılarının çevre iller ile daha uzak avlaklara yönelmesine sebep olmuştur.

1990’lı yıllarda Türk halkının başına bela olan ve pek çok aileyi yok eden terör belası Elazığ avcılığını da kötü yönde etkilemiştir. Terör yüzünden pek çok av bölgesi hükümet tarafından avlanmaya kapatılmış, yine terör korkusundan bir çok avcı avlanamaz olmuştur. Bu durum avcılığın gelişmesini olumsuz yönden etkilerken av hayvanlarının sayısının çoğalmasına yardımcı olmuştur.

Günümüzde Elazığ avcıları, av hayvanlarının sayısının azlığına, hükümetin her yıl aldığı harçların fazlalığına, av malzemeleri ile avlanma bölgesine ulaşmak için yapılan masrafların katlanarak artmasına rağmen, Orman Bakanlığı’nın her yıl belirlediği avlanma bölgelerinde avlanmaya devam etmektedirler. Ayrıca Elazığ avcıları, 1980 yılında adı Elazığ Kara Avcıları Derneği olarak değişen avcılar kulübü sayesinde kurumsal kimliklerini de sürdürmektedirler. 2005 yılı itibariyle 475 kayıtlı üyesi bulunan Elazığ Kara Avcıları Derneği’nin Baskil, Kovancılar, Keban ve Karakoçan ilçelerinde şubeleri vardır. Ayrıca avcıların bilinçlendirilmesi için Türkiye genelinde Halk Eğitim Merkezleri tarafından kurslar açılmış, bu kurslara katılan Elazığ avcıları “Avcılık Sertifikası” almışlardır

Kaynak:Erhan Özbay/Yüksek Lisans Tezi