Eski Türklerde Tıp ve Hastalıklar

Tıp konusunda Türklerin eski ve köklü bilgi ve tecrübelerinin bulunduğu bilinmektedir. Bunun sebeplerini onların cenkçi bir kavim olup, harplerde yaralananları tedavi etmek amacıyla erkenden bu iş ile meşgul olmaya başlamalarında arayabileceğimiz gibi, dini inanışlarında da arayabiliriz. Bilindiği gibi Şamanizm’de bazı hastalıkların sebebinin kötü ruhlar olduğuna inanılmakta, bu yüzden de onların şamanları, diğer bir takım vazifeleri arasında tabiplik de yapmakta idiler.

XI. yüzyıl yazarlarından El-Biruni, özellikle Oğuzların tıbbının, hekimlerinin ve ilaçlarının meşhur olduğunu bildirmektedir. Onun bu hususta verdiği bilgi, Kaşgarlının tıbba dair kayıtlarını doğrulamaktadır. El-Biruni’ye göre Türkmenlerin (Oğuzların) çeşitli ot ve benzeri maddeleri karıştırarak elde etlikleri mumya adlı ilaç pek meşhur idi. O kadar ki; bir Türkmen tabibi, bir gün Harizmşah mumya getirir. Fakat ilaç şişesi Harizmşah ‘ın doğancıbaşı elinde kırılır. Buna kızan Harizmşah, ceza olarak doğancı başının ayağının kırılmasını emreder. Bu emri yerine getirilir. Ancak Harizmşah yaptığına pişman olarak onun ayağının Türkmen Mumyası ile tedavi edilmesini ister. Tamamen kırılmış olan ayak mumya ile tedavi edilir ve adam hemen şifa bulur. Bu olaya bizzat şahit olduğunu ifade eden el-Biruni, bir sene sonra doğancıbaşıyı at üzerinde ve elinde doğanı olduğu halde gördüğünü, ancak attan indiği zaman güçlükle yürüdüğünü ve baston kullanmak zorunda kaldığını bildirmektedir.

Divandaki kayıtlardan anlaşıldığına göre, Türkler sağlık anlamında “sağ”  kelimesini kullanmakta idiler. Birisi bir başkasına, sıhhatin iyi mi? yerinde mi? demek istediğinde: “yininğ sağ mı?” diyordu. Sağlığım kaybetmiş, hastalanmış olan bir kimseye “sükel” denilmektedir.

Kaşgarlı sükel kelimesinin Oğuzca olduğunu kaydeder. Ancak hasta anlamında bir de “igliğ” kelimesini görmekteyiz ki bu, hastalık anlamındaki “ig”  kelimesinden gelmektedir. Kaşgarlı ig ve igliğ kelimelerinin, hangi Türk ellerince böyle bilindiği konusunda herhangi bir şey söylemiyor.

Divan’da rastladığımız “sükel igdin savradı” yani “hasta hastalıktan kurtuldu” anlamındaki bir cümle  ig kelimesini hastalık karşılığı olarak Oğuzlar’ın da kullandığını göstermektedir. Öyle anlaşılıyor ki, igliğ, hastalıklı, dertli anlamında ve sükel ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Bundan alarak, bir kimsenin hastalanmasına “iglemek” diyorlardı.

Hastalıkların önemli bir kısmının ilaçla tedavi edildiği anlaşılıyor. İlaç anlamında genel ad olarak “ot” ve “em”  kelimelerini görüyoruz. Em’in bazen eş anlamlı bir kelime olan sem ile birlikte kullanılarak, “em-sem de denildiğini görmekteyiz. Bunlardan başka yine ilaç anlamına gelen “egir” kelimesini görüyoruz. Kaşgarlı egir’in ilaç demek olduğunu ayrıca kaydetmemiş ise de, egirsemek kelimesini ilaç kullanmak istemek şeklinde izah edişine bakarak bunu anlamak mümkün olmaktadır.

Mamafih, aşağıda görüleceği üzere, karın ağrılarını dindirmek için kullanılan bir ot kökünün adı “eğir” olup, belki de buradan aynı kelime ilaç için de kullanılır olmalıdır.

Hastaları tedavi eden tabiplere gelince: Tabip anlamında “otaçı ve “emçi”  deyimlerini görmekteyiz. Bu isimler ilaç anlamındaki ot ve em kelimelerinden gelmektedir. Kaşgarlı tabip anlamında bir de “atasagun” tabirinden bahsetmektedir. Ancak o, bu adların hangi Türk ellerince tabibe verildiği hakkında herhangi bir şey söylememektedir. Herhalde bunlar Türkçedeki ortak adlar olarak kabul etmek yerinde olacaktır. Kelimelerin türetilişine bakarak, otaçı ve emçi’nin hem ilacı hazırlayan ve hem de hastayı tedavi eden kimseyi ifade etmekte olup, Atasagun’un ise özellikle tabip anlamında kullanılmakta olduğunu da tahmin edebiliriz.
Tabibin bir hastayı tedavi etmesine ve bu maksatla ona ilaç vermesine, ot kelimesinden alınarak “otamak” , em kelimesinden alınarak “emlemek” , bazen de yukarıda kaydettiğimiz em-sem ifadesinden alınarak “emlemek-semlemek” diyorlardı.

Türklerin yaraya genellikle “baş” ve “balığ” dediklerini anlıyoruz. Bundan alınarak yara tedavi etmeye de “baş emlemek” veya “balığ emlemek”‘ demektedirler. Ancak hemen şunu da kaydedelim ki, onlar yara tedavisinde, çok eski bir gelenek olan kızgın demirle dağlamak usulünü de tatbik ediyorlardı. Yaranın dağlanmasına “baş tük-nemek” tabir edilmektedir. Keza bugün dahi kullanıldığı gibi, bir takım hazır ilaçlara “yakı” denilmekte olup, yarayı yakı ile tedavi etmekte oldukları da anlaşılıyor. Bu işe İse “yakı yakmak” deniliyordu. Kaşgarlı’nın yakı yakma işinde yardımlaşma olduğuna dair cümlesine bakılırsa bu usulün oldukça yaygın olduğu anlaşılmaktadır.

Tabipler, hastalara ilaç vermekten başka ne gibi müdahalelerde bulunabiliyorlardı? Bu konuda da Divan’da bazı kayıtlar bulmaktayız. Bu cümleden olarak Kaşgarlı, neşter olarak kullanılıp, kan almaya yarayan “kanagu” dan, yine kan alanların kan almakta kullandıkları “sorgu” denen özel aletten, “belik”  denilen ve yara yoklamak için kullanılan mil’den ve bir de ağıza ilaç akıtmak için kullanılan “arkaçak”  adlı içi delik aletten bahsetmektedir. Bu aletlerden anlaşıldığına göre, Türk tabipleri XI. yüzyılda bazı cerrahi operasyonlarda da bulunabiliyorlardı. Ancak bunun mahiyetini tam olarak anlayabilecek durumda değiliz.

Kanaatimizce tıp konusunda, üzerinde durulması gereken hususlardan birisi de Türklerin XI. yüzyılda ne gibi hastalıkları bildikleri ve bunlara karşı nasıl bir tedavi şekli uyguladıkları konusudur. Bu konu İle ilgili olarak kaynağımızın verdiği başlıca kayıtlan şöylece sıralayabiliriz:

Anunu : (Cüzzam hastalığı) Buna karşı nasıl bir tedavi şekli uyguladıklarını ve ne gibi ilaç kullandıklarını bilmiyoruz. Cüzzam hastalığı anlamında Divan’da bir de “yaman ig”den bahsedilmektedir. Ancak Kaşgarlı burada da sadece hastalığın adını kaydetmekle yetinmiş, fazla bilgi vermemiştir.

İnegü : Göbek üzerinde olur. Kulunca benzer bir şişkinliktir. Buna karşı da nasıl bir tedavi uyguladıklarını bilmiyoruz. Ancak Kaşgarlının yakıyı izah ederken “şişkinlikler ve buna benzer şeyler üzerine konulur” demesine bakılırsa, bu şişkinlik için yakıyı da kullanmış olduklarına ihtimal verebiliriz.

İsitme : Isıtma, sıtma. Tedavi usulünü bilmiyoruz. Bu hastalığa yakalanan birini belirtmek için “er isitti” diyorlardı.

Sarıglığ : Sarılık hastalığı. Bu hastalığa yakalanan kimseye “sarıglığ er” denilmektedir. Tedavi şeklini bilmiyoruz.

Tirsek : Göz kapaklarında çıkan sivilce. Bugün dahi bu rahatsızlık halk arasında dirsek veya it dirseği olarak bilinmektedir. Tedavi şeklini bilmiyoruz.

Uzuz : Uyuz. Kaşgarlı’nın diğer hastalıklara göre uyuzdan çokça bahsetmesine bakılırsa, bu bulaşıcı hastalığa ait vak’alara daha çok rastlandığına ihtimal verebiliriz. Bu hastalığın bir insan vücudunda bir yerden diğer yere sıçrayıp yayılmasına “tokuşmak”, bir başkasına bulaşmasına ise “yukmak”  denildiği anlaşılmaktadır. Bu hastalığa yakalanmış olan bir kimseye uyuzlu manasında “uzuzluğ kişi” denilip, uyuzun tedavi edilmesine ise “uzuzlamak” tabir ediliyordu. Ancak bu tedavinin de mahiyetini bilmiyoruz. 

Uçguk : Uçuk, nezle. Tedavi şeklini bilmiyoruz.

Um : Karın şişkinliği ve mide bozukluğu. Bu rahatsızlığa tutulan kimse için “er um boldı” denilmektedir ki, çok et yemekten kursak bozukluğuna uğradı, midesi bozuldu demektir” Bu ve buna benzer karın ağrılarını dindirmek için eğir denilen bir nevi ot kökünün kullanıldığını görüyoruz.

Kaşgarlı’nın verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre, onları meşgul eden hastalıkların en önemlilerinden birisi de karın pekliğidir. Bu rahatsızlık hazımsızlıktan ileri geldiği gibi, özellikle ekşi yemekten oluyordu. Bu gibi hallerde barsakları harekete getirip karnı sürdürmek için kullanılan ilaçlara müshil anlamında “ötrüm” denilmektedir. Bu müshillerden “çurnı” denileni ile, özellikle ekşi yemekten karın pekliğine uğramış olanlara verilen “iprük”* adlı ilaçları biliyoruz. Kaşgarlı Çurnı için, “Türk hekimlerinin yaptıkları müshil” ifadesini kaydetmektedir. İprük’ün ise, yoğurt ve süt karıştırılarak kullanıldığı anlaşılıyor.

Hastalıklar arasında çiçek hastalığını da görüyoruz. Kaşgarlı bu hastalığa ne denildiğini bildirmiyorsa da “ışgun’ denilen ve şerbeti çiçek hastalığına iyi gelen, çiçeği kırmızı bir ottan bahseder. Hastalıklara karşı kullanılan ilaçlar arasında safra ve balgamı söktüren ve üzerliğe benzeyen bir ot tohumuna Uç şehri halkı “ilrük”* demekte idi.’
İnsan vücudunda meydana gelen rahatsızlıklardan biri de göze perde inmesidir. Bu perdeye “enüç” , bunun tedavi edilmesi işine ise “enüçlemek”  denildiğini görüyoruz. El ve ayaklarda meydana gelen siğil’e ise “sügül” denilmekte ve siğile ilaç sürüp tedavi etme işine “süknemek” tabir edilmektedir.

Zehirlenmelere karşı kullanılan ilaçlar ise genellikle panzehirlerdir. Divan’da rastladığımız tek panzehir “urumday” denilen bir çeşit taştan ibarettir.

Hastalara verilen bazı ilaçların uyutucu özelliklerinin fazla olduğu görülüyor. İhtimal böyle ilaçlar bir takım müsekkinler idi. İlacın herhangi bir hastalığa iyi gelmesine ve yaramasına ise “tusukmak” veya “tusulmak” tabir edilmekteydi.

Türkler, XI. yüzyılda genellikle kendi hekimleri tarafından hazırlanan ilaçlan kullandıkları gibi, bazen de yabancı ülkelerden getirilenleri kullanıyorlardı. Kaşgarlı, çocukları semirtmek için, bir kese içerisine konularak ağızlarına verilen ve “hasnı” denilen bir ilaç ile, hangi hastalıklara karşı kullanıldığını açıklamadığı “iwri” ve “uragun” denilen ilaçların Hindistan’dan getirildiğini bildirmektedir. Hint’ten gelen ve bazı ilaçlar yapmaya yarayan eşya arasında, bugün halk dilimizde demirhindi olarak bilinen Hint Hurmasını da zikredebiliriz. Türkler buna “arubat ‘  diyorlardı.
Hastalıktan kurtulma, iyi olup hastalığı savuşturmak anlamında “savramak” ve “ongulmak” tabirleri kullanılıyordu. Hastanın iyileştiğini ifade amacıyla “sükel savradı”‘ ve “sükel onğuldu” diyorlardı, iyi olmak anlamında onmak (onulmak) tabiri bugün de dilimizde kullanılmaktadır. Yaranın iyi olmasına ise “pütürmek” denilip, ilacın yarayı iyi etmesi hallerinde “ot başığ püfürdi” İfadesi kullanılmaktaydı. 

Hastalıkların sebepleri arasında göz değmesi ve buna benzer şeylere de inanıldığı anlaşılıyor. Özellikle çocukları nazardan korumak için, safrana bir şeyler karıştırılarak elde edilen “eğit” denen bir ilacı görmekteyiz.

Kaşgarlının  tedavi amacıyla hastanın okunup üflendiğine dair kaydı ise çok ilgi çekicidir. Cin çarpmasına da inanan Türkler, cin çarpan adamın yüzüne soğuk su serptikten sonra “kovuç, kovuç” diyerek üzerlik otu ve öd ağacı ile tütsülerlerdi. Oğuzlar ise bu kovuç kelimesini kovuz olarak telâffuz ediyorlardı. Bundan alarak onlar, “yel kovuz bitiği” ifadesini kullanıyorlardı ki, bu deyim, cin çarpmasına karşı, efsun, üfürük, nüsha anlamlarını ifade ediyordu.

Sebebini anlayamadığımız bazı hallerde hastalıkların çoğaldığı ve yaygınlaştığı anlaşılıyor. Bu belki de bir takım salgın hastalıkların çıktığı hallerde oluyordu. Böyle halleri belirtmek için ise “teg-me türlüğ ig igledi” yâni “her türlü hastalık oldu, yayıldı” deniliyordu.

Sonuç olarak;

Kaşgarlı’nın hastalık ve ilaç adı, tedavi şekli ve tabiplerin kullandıkları aletler hakkında toplam olarak 60 kadar kayıtta bulunuşunu göz önüne alacak olursa, Türklerin tıp ile ne derecede ilgilenmiş olduklarını anlamış oluruz.
Diğer taraftan, Batı Karahanlıların ünlü hükümdarı Tamgaç Buğra Han İbrahim’in 1065 yılında Semerkand’da yaptırmış olduğu hastanenin vakfiyesi de XI. yüzyıl Türk dünyasındaki sağlık hizmetleri konusunda bize oldukça etraflı bilgi vermektedir.

Vakfiye ‘de verilen bilgilerden bu hastanenin, “kimsesiz, yardıma muhtaç, garip, ümitsiz, yoksul ve âciz hastaların” şifa bulması için yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Hastaneye gelir sağlamak üzere vakfedilen mallardan elde edilecek paranın ise, “hastanenin bakımı ve onarımı, hastanede kalanların her türlü ihtiyacının karşılanması, hekimler tarafından kullanılan ilaçların veya ham maddelerinin alımı, hastahanede görevli kimseler olarak doktorların, kan alanların hizmetçilerin, aşçıların vs. ücretleri, hastane mutfağının ihtiyaçları, temizlik, aydınlatma ve benzeri giderler için harcanacağı belirtilmiştir.

Vakıf gelirlerinden elde edilecek para ile, öncelikle bakım ve onarım işleri için gerekli harcama yapıldıktan sonra, arta kalan paranın 100 hisseye bölüneceği ve bunun 15 hissesinin, yıl içinde meydana gelebilecek bakım ve onarım işlerine ayrılıp, geriye kalan paradan:
15 Hisse hastaların yiyeceği İçin,
8 Hisse yemek ve çorbalara et için,
10 Hisse doktor için, ,
2 Hisse kan almakla görevli kimseye,
5 Hisse ısıtma ve mutfak yakacağı için,
3 Hisse imam ve müezzin için,
3 Hisse hastanede ölenlerin defin masrafları için, 5 Hisse hastane temizliği ve bakımı,, mescidinin temizliği ve bakımı için, toplantıların tanzimi için ve aydınlatma için (malzemeye ve görevliye),
3 Hisse, tuz, soğan, baharat vb. için,
2 Hisse yaygılar için; ayrılacağının kaydedilmiş olması ve arta kalan para olması halinde, bu para ile, çok kullanılan ilaçların ve merhemlerin alınarak saklanmasının (stok) istenmesi, söz konusu dönemde bir Türk hastanenin işleyişi ve yaptığı hizmetler hakkında epeyce bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır.
Görüldüğü üzere, sağlık hizmetleri konusunda toplumun yardıma muhtaç kesimleri ihmal edilmemiş, bu kesimler vakıflar kanalı ile koruma altına alınmışlardı”