Eskiden okullarda talebeyi, halk içinde kanunsuz harekette bulunanları herkesin önünde cezalandırmak için kullanılan dayak aracı.
Falaka cezasının uygulanması, “falakaya yatırmak, falaka çekmek, falakaya yıkmak” gibi deyimlerle adlandırılırdı. Falaka, 1,5 m uzunluğunda ve bilek kalınlığındaki sırığın bir ucundan diğer ucuna çift ip bağlanmak üzere meydana getirilirdi.
Falaka eskiden okullarda, çocukları cezalandırmak gayesiyle kullanılmıştır. Falaka, mahalle mekteplerinin en görünür yerine arma gibi asılırdı. Dayak yiyecek olanların ayakları, falakaya iyice sıkıştırıldıktan sonra falakanın bir ucunu sınıf çavuşu, öbür ucunu da başka bir talebe tutar, hocanın yardımcısı durumundaki, değnek destesini eline alır, hocanın uygun gördüğü değnekle vurmaya başlardı. Vurulacak sopa sayısı ise dayak atma yetkisine sahip olan kimsenin insafına kalmıştı. Suçun şekline göre falakanın uygulanışı ve sopa adedi değişebilirdi. Hafif suç işleyenler mestin üzerine, biraz daha ağır suç işleyenler çorap üzerine, ağır suç işleyenler yalınayak üzerine, çok ağır suç işleyenler ise ıslak yalınayak üzerine sopa yerlerdi.
Falaka cezası uygulanırken daha çok kızılcık sopası kullanılırdı. II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) askeri okullarda uygulanan falaka cezası, âdeta bir tören niteliği taşırdı. Falaka, sadece okullarda dersini bilmeyenlere ya da yaramazlık yapanlara uygulanmaz, dışarıda anne babasına karşı bir kabahat işleyenler de bazen anne ve babaları tarafından okula getirilir ve hocaya rica edilerek falakaya yatırılırdı. Bazen okullarda topluca suç işleyen çocukların hepsi birden falakaya yatırılarak cezalandırılırdı. Bu şekilde verilen cezaya, “ayak birliği” denirdi.
Falaka, Tanzimat döneminde de ilk ve orta dereceli okullarda uygulanan bir ceza şekli olmuştur. Maarif Nizamnamesinde değneğin cins ve nitelikleri belirtilmiş, falakanın acıtmadan vurulması öngörülmüşse de buna pek uyulmamıştır. II. Meşrutiyet döneminde falaka yasaklanmış, fakat taşra okullarında yine uygulanmıştır. Falaka cezası, Cumhuriyet‘in ilk yıllarına kadar sürmüştür.
Osmanlı döneminde mahalle içlerinde dolaşarak uygunsuz işler yapanları cezalandırma, çoğu zaman asesbaşının yetkisindeydi. Falaka cezasının saray mensupları arasında da uygulandığı görülmektedir. IV. Mehmed (1648-1687), 1664’te Yanbolu’da avlanırken saray kethüdasına kızarak 1.000 değnek vurdurmuş, 1672′ de yine Enderun ağalarının bindikleri kayığın küreklerini çeken bir esirin kaçtığının duyulması üzerine dikkatsizliğinden dolayı, Bostancı basıya 500 değnek vurulmasını emretmiştir.
Sadrazamlar, kola çıktıkları zaman, suçluları cezalandırmak için yanlarında falakacılar ve bir de falakacıbaşı bulundururlardı. Falakacılar kol teftişlerinde falakayla değnekleri sırtlarına asıp dolaşırlar, yakalanan uygunsuz kimseleri, sokak ortasında falakaya yatırarak cezalandırırdı. Falakaya en çok sarhoşlarla, ramazanlarda oruç yiyenler yatırılırlardı.
Falaka İstanbul’da çarşılarda ve pazar yerlerinde denetim görevi yapan kadı, yeniçeri ağası, ihtisap ağası, sekbanbaşı ve subaşı gibi yetkililerin de başvurdukları bir cezalandırma yöntemiydi. Narhtan fazlasına erzak satan bakkallar ya da eksik ağırlıkta ekmek çıkaran, hileli terazi ya da kantar kullanan esnaf, temizliğe dikkat etmeyenler derhal dükkanın önüne yıkılarak komşularının ve kendi loncasından ileri gelen kimselerin gözü önünde falakaya çekilirlerdi.
Falaka cezalarının uygulanılması edebiyatta da tiyatro, hikâye ve am türünde eserlerde ele alınmıştır. Çarşı ve pazarlarda uygulanan falaka cezaları, en güzel şekliyle Musahipzade Celal’in İstanbul Efendisi adlı oyununda görülür: Eski yangın çivileriyle at nallayan nalbant Durmuş, pekmez küpünün içine fare düşüren bakkal Yuvan, İstanbul efendisi Savleti Efendi tarafından falakaya yıkılır. Ahmed Rasim, Falaka adlı çocukluk anılarında, H. R. Gürpınar, “Eti Senin Kemiği Benim” adlı hikâyesinde eski eğitim sisteminde ceza aracı olan falakayı ve uygulanışını anlatırlar.