Halk Oyunları Nasıl Ortaya Çıktı? Halk Oyunlarının ortaya çıkışı ile ilgili kısaca bilgi.
Halk Oyunları Toplumların, hemen hepsinde çok eski çağlardan beri vardır. Henüz elbise giyme gereğini idrak edememiş, hatta medeni bir insan gibi yürümeyi beceremeyen insanların var olduğu dönemde bile insanlar, dans ediyor ve kendilerince bazı hareketleri ahenkli bir biçimde ve müzik eşliğinde yapıyorlardı. Hatta bazılarının en önemli işlerinden biri rakstı. Mehtaba raks edilir, karanlık geceye raks edilir, ateşe ve güneşe raks edilirdi. Yağmur için, karanlıktan kurtulmak için raks edilirdi. Çünkü raks insanların bağlı oldukları toplumun kültürel mirasını öğrenip savunması, yaşatması ve gelecek nesillere aktarması ile bir görevi yerine getirmesi demekti.
Bu nedenle ölülere tapma, bereket ve verimliliğe tapma vb. gibi amaçlan için, pek çok işi dansla yerine getirip yaşamlarını daha az sorunlu kılmak istiyorlardı. Böylece nesnel bir işlevi yerine getirme, doğayı evcilleştirme, bazen avına karşı bir üstünlük, bazen de totemin doğa üstü güçlerinden yararlanmayı törelerinde amaç olarak görüyorlardı.
Yaşamlarını sürdürmek için ihtiyaçlardan doğan bu danslar, deneyler sonucu gelişerek sanatın ilk halklarını oluşturdu.
İlkel ve Gelişmiş Toplumlarda Halk Oyunlarının Yeri Hakkında Bilgi
İlkel insanlarda hayat, düşüncelerle değil devinimlerle başlamıştır. Bu insanların teori ile pratiği birbirinden ayıramadığı ve zihinsel soyutlamanın hayatlarına yeterince girmediğini görmekteyiz. Zaten bu aşamada henüz teoriden de bahsetmek mümkün değildir ve yalnız ilkel tapınma törenleri söz konusudur. ilkel tapınma da henüz pratiktir ama emekten bilinçli olarak ayrılmış bir pratiktir. Bu törenlerde yapılan tapınmaların en önemli bölümü yansılama (öykünme) danslarından oluşurdu. Böylece bugünkü öykünme bize atalarımızdan miras kalmış bir özelliktir diyebiliriz.
İlk insanlar bir işi yapabilme yeteneğini geliştirmek için o işi yapmadan önce temsili olarak ortaya koyup taklit ederlerdi. Böylece nesnel bir işlevi yerine getirmek için öykünme (taklit) doğmuş oluyordu.’
Atalarımız bazen doğayı evcilleştirme, bazen avına karşı bir üstünlük, bazen de totemin doğa üstü güçlerinden yararlanmayı törenlerinde amaçlıyor ve işlerinin bir çoğunu danslarla yerine getiriyorlardı.
İlkel toplumlarda dinsel törenler, bireyleri toplu yaşamaya zorluyor ve koyduğu kurallarla ilişkilerin uyumlu ve dengeli, yaşamın da daha az sorunlu olmasına yardımcı olunmasını sağlıyorlardı.
“Törenlerde oynanan oyun bir görevi üstlenip, bu ödevi yerine getirmektir” inancı, oynanan oyunun bireyleri bağlayıcı nitelikte ve belli amaçlara yönelik olduğu düşüncesini açıklamaktadır. Bu nedenle törenlerde yapılan danslar zamanla belirli kural ve kalıplara bağlanarak yaşatılmış ve daha sonraki kuşaklara taşınmıştır.
İlkel insanlarda yaşamlarını sürdürmek için ihtiyaçlardan doğan bu danslar, deneyler sonucu gelişerek sanatın ilk halkalarını oluşturdu.
İlkel insan sanatı yaratmakta, gücünü artırmakta ve yaşayışını zenginleştirmede kendine gerçek bir yol buldu. Ava çıkmadan önce yapılan çılgın dans, topluluğun güven duygusunu gerçekten artırıyordu. Yüze sürülen savaş boyaları, atılan savaş çığlıkları savaşçıyı daha kararlı yapıyordu. Ayrıca düşmanı da ürkütebiliyordu. Ürkütücü doğa karşısındaki güçsüz yaratık (insan) gelişmesinde yaptığı dansların büyük etkisinden destek alıyordu.
ESKİ MISIR UYGARLIĞINDA DANS
Eski Mısır Uygarlığından kalan bazı resimler BENİ HASAN mezarlarında bulunup, dansın temel figürlerini, hareket sıralarını göstermektedir. Tek, çift veya grup halinde yapılan dansların dramatik, lirik, ve şekillerini, din kültür, taklit, ifade ve savaş temeline dayanan çeşitlerini resimlerden izlemek mümkün olmaktadır.
Eski Mısırlılarda da bir çok uygarlıkta görüldüğü gibi dans, inanç gereği ibadet amacıyla yapılırdı. Tanrılar için yapılan ayinlerde, hasat ve bereket için yapılan şenlik ve törenlerin dans değişmez gösterisiydi. Eski Mısırlılar cenaze Törenlerinde dramatik danslar yaparlardı. Başka toplumlarda bu tür cenaze törenlerinde dansa ender rastlanır. Genellikle yüze maske takılarak yapılan bu dansa ölüm dansı denilirdi.
Mısırlılar da diğer toplumlarda olduğu gibi dans yaparken müzik aleti çalar, özel giysiler giyer, tempo tutarak eşlik ederlerdi.
ESKİ YUNAN UYGARLIĞINDA DANS
Eski Yunan uygarlığında dansın, önemli bir eğitim unsuru ve her yaşta yapılan bir uğraş olduğunu görmekteyiz. Büyük oyunların programlara alınması, yarışmalarda derece alanlara ödüller verilmesi, dansın kültür ve sanat değerleri yanında “SPOR” çeşitleri içinde de yer aldığını göstermektedir. Ayrıca eski Yunanlıların vücut eğitiminde, dansın önemli bir yeri vardır. Kişide iş verimini artırıp, dengeli gelişmeyi sağlayan, eğlence içinde ve müzik eşliğinde yapılması halk danslarına olan ilgiyi önemli ölçüde arttırmıştır. O dönemin bilim adamlarının ve bilge kişilerinin de iyi birer dansçı oldukları ve halk danslarına önem verdikleri konusunda yazılı belgelere rastlanmaktadır.
Eski Yunanlılar dans yaparken özel giysiler giyer, maskeler kullanıp, müzik eşliğinde şarkılarla dans ederlerdi. Böylece hayatlarının özünü ve yaşamlarının çeşitli yönlerini yansıtan hareketlerin anlamını pekiştirip, zenginleştirmişlerdir.
Yunanlıların dansları da genellikle insanların ilişkilerini ve iç dünyalarını doğmaca (doğal) anlatan hareketlerden oluşur.
Yunanlıların “Eleusis” ayinlerinde, bireyi kendinden geçiren tanrısallığa ulaştıran danslar yapılmıştır. Bu danslar bireylerde, boşalım, arınma ve doyum sağlama amacını gerçekleştiriyordu.
Türkler, birlikte yaşama önemli ölçüde değer veren, törelerine bağlı, yaratıcı insanlar olarak kabul edilir. Tarihte ilk Türk uygarlıklarından Şamanların, Hunluların, Oğuzların günümüze uzanan belgelerinden, geleneklerine bağlı olarak yapılan törenlerinin en önemli bölümünü Halk Oyunlarının oluşturduğunu anlamaktayız. Orta Asya’daki Atalarımızın oyunları ile ilgili ilginç belgelere rastlanmaktadır. Çinli bir şair hanım, Han Beyi’ne gelin gelmiş ve memleketine gönderdiği mektupta Hunluların adetlerinden manzum alarak şu şekilde söz etmiştir.
DAVULU HER GECE DURMAZ DÖVERLER TA GÜNEŞLER DOĞANA DEK DÖNERLER.
Bu yazı sıra oyunlarının (M.Ö. 200) yıllarında ateş çevresinde davul eşliğinde oynandığını ve güneşin doğuşunu, batışını, çevredeki doğal olayları öyküleyen halk oyunlarının sabahlara dek dönerek sürdürüldüğünü kanıtlayan bir belgedir.
Anadolu’da yaşayan Türk uygarlıklarında ise Asya’dan getirdikleri geniş kültür birikimleri ile eski Anadolu uygarlıklarının kültür ürünlerinin özümlenmesini görmekteyiz. Bunun sonucu uygarlıkların beşiği Anadolu’da, Atalarımız, yaratıcı gücü, sanat anlayışı, beğeni ve becerilerinin de katkısıyla değer biçilmez halk oyunlarımızı oluşturmuşlardır.
Anadolu’da yaşayanlar dil, din, tarih, yerleşim alanı ve ekonomik ilişkiler bakımından çeşitli kültürlere bağlıydılar. Türkler Orta Asya’dan getirdikleri Hititlilerin, Frigya, İyon, Bizans kültür birikimleri üzerinde, Selçuklular ve Osmanlılarla sürdürerek geliştirdiler. Bu yücelme sonucunda ortaya çıkan değer biçilmez halk oyunlarımız gelenekler içinde törenlerimizde yaşatarak bütün çeşitleri ile günümüze kadar getirdiler. Halk oyunları toplum üyelerince kabul görerek insan davranışlarının öğrenilen ve kuşaktan kuşağa aktarılan kültür ürünü olarak yerini aldı.
Bugün halk bilimcilerimiz arasında, Oyun sözcüğü mü? Yoksa dans mı? kullanılsın tartışmaları sürüp gitmektedir. Oyun sözcüğü Türkçe’mizde pek çok anlamda kullanılmakta, bu da doğal olarak bir takım karışıklıklara yol açmaktadır.
Örneğin; tiyatro, sportif oyunlar, çocuk oyunları, kağıt, zar oyunları, kukla, karagöz gibi deyimler karşılığı da oyun kelimesi kullanılmaktadır. Ayrıca oyunun mecaz anlamları (oyuna gelmek, oyun bozanlık vb.) da göz önünde bulundurulursa, oyun yerine raksın kullanılmasının daha yerinde olacağı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Originally posted 2020-12-11 12:16:21.