Hızır: Kuran’ da adı geçmemekle birlikte, din bilginlerinin çoğunluğu ve tasavvuf önde gelenleri tarafından peygamber, bilge ya da veli sayılan, insanları her yönden kurtarıcılığı ağır basan kutsal kişi.
Hızır gibi yetişmek, bir kimseye en çaresiz ve sıkışık zamanında yardıma gelmek.
Hızır: Bu kişiye arapçada yeşil anlamına gelen Hadra’dan (ya da Hazra) Hızır ya da Hıdır adının verilmesinin, Hz. Muhammed’ten rivayet edilen “Hızır’ın oturduğu kupkuru, otsuz bir yer, o kalkıp gittikten hemen sonra yemyeşil dalgalanan otlarla kaplanırdı” anlamındaki bir hadise dayandığı söylenir
Kuran tefsircileri, Kehf suresinin ayetlerinde (XVIII, 59-82) adı verilmeden kendisinden söz edilen bilge ve ermiş kişinin Hızır olduğunu belirtirler. Bu ayetlerdeki bilgilere göre, Hz. Musa adı belirtilmeyen bir delikanlıyla iki denizin birleştiği yer’e doğru bir yolculuğa çıkar. İstenilen yere vardıklarında yanlarında bulunması gereken kurutulmuş balık akıllarına gelir. Ancak, balık canlanarak suya atlayıp kaybolur. Balığı ararlarken Allah’ın kendisine “rahmet ve özel bir ilim” verdiği bir kişi ile karşılaşırlar. Musa, Kuran tefsirlerinde adı Hızır olarak geçen bu kişiden, sahip olduğu özel bilgileri kendisine de öğretmesini ister. Hızır, Musa’ya bu bilgilere ulaşabilmesi için üstün bir sabır sınavından geçmesi gerektiğini söyler Bu konuda kesin söz veren Musa, bilge kişi ile bir yolculuğa çıkar. Ne var ki, yol boyunca onun yaptığı bazı işlerin anlamını ve gerekçesini öğrenmek sabırsızlığını gösterir. Bilge kişi de ona sabırlı olacağı yolunda verdiği sözü hatırlatır. Musa, birkaç defa özür dilemesine karşın yine de sabırsızlık gösterince, Hızır ona “Şimdi anlayamadığın şeylerin İçyüzünü açıklayayım” der ve Musa’nın bir anlam veremediği davranışlarının nedenlerini açıklar.
Kuran tefsirlerinde, yukardaki öyküde adı verilmeyen bilge kişinin Hızır, yanındaki gencin Yuşa bin Nun, iki denizin birleştiği yer’ın de Süveyş boğazı ya da özellikle çağdaş tefsircilere göre Cebelitarık boğazının en batıdaki bölümü olduğu yolunda görüşler vardır.
Musa-Hızır öyküsüne, daha çok tasavvuf açısından bakan sufilere göre iki denizin birleşmesi, görünen âlemin (âlem-i şahadet) temsilcisi olan Musa ile aşkın âlemin (âlem-i gayb) temsilcisi olan Hızır’ ın buluşmalarıdır.
Kuranda Hızır’ın ölümsüzlüğü ile ilgili bilgi bulunmamakla birlikte, geleneksel halk inançlarına göre Hızır, dostu olan israfil (ölüm meleği) ile görüştükten sonra, yeryüzünde Allah’ın dinini koruyup kollamak için ölümsüzlüğe ulaşır. Dolayısıyla, zaman zaman kendisini göstererek çaresizlere yardımcı olur Ancak, başta kelamcılar olmak üzere bazı din bilginleri de hiçbir peygamberin ölümsüz olamayacağını bildiren ayete dayanarak Hızır’ın da öldüğünü savunurlar.
Büyük ölçüde halk inançlarına da geçen sufilerin görüşüne göre her dönemin bir Hızır’ı vardır ve Hızır, “veli” olması nedeniyle, üç kez adı çağrıldığında insanları hırsızlığa, boğulmaya, zorba hükümdarlara, şeytanlara, yılan ve akreplere vb karşı korur. Hızır’ın hava, su ve karadaki her türlü olaylara karşı etkisi vardır. Suda ve karada Allah’ın halifesi, vekilidir. İstediği an görünmez olur, çok özel durumlarda ve çok az kişiye görünür İbrahim Ethem, Maruf Kerhi, Bişr Hafi gibi bazı ünlü sufilerin Hızır’ı gördükleri söylenir. Muhyittin-i Arabi, el-Fütühat ül-Mekkiye adlı yapıtında Hızır ve onunla ilgili rumuzlara oldukça geniş yer vermiştir.
Edebiyatta Hızır Nasıl Anlatılır?
Türk edebiyatında dinsel ve dindışı pek çok yapıtta Hızır’dan, İlyas Peygamberin ve iskender’in onunla ilişkilerinden söz edilmiştir. Divan şairleri Hızır’ı ölümsüzlüğün, diriliğin, tazeliğin simgesi olarak anarlar: ” (Şairlik yeteneğim anlamın iskender’i, kalemim anlatımın Hızır’ıdır. Sözüm ebedilik suyu gibi akarsa buna şaşılmasın) (Nazım] Konu, halk şiirinde de benzer biçimde işlenmiştir (Hızr eliyle ab-ı hayat istedim /Zulmette cevhere uğradım geldim) (Alioğlu).
Hızırname diye de anılan divanın sahibi Şeyh Muhyittin, hemen her şiirinde Hızır’ı anmasıyla ün kazanmıştır. Satuk Buğra Han menkıbesinde Hızır, bu yapıtın kahramanı olan hükümdarın islam dinine girmesini sağlar, İskendername (örn. Ahmedi), Battalname, Danişmentname, Saltukname vb’de bu destanların kahramanlarının Hızır’la olan serüvenleri konu edinilir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Hızır’ın Anadolu’da türlü yerlerde yaşamış, mucizeler göstermiş olduğunu anlatan halk inanışları anlatılır. Gene bu kaynakta Hızır Ayasofya camisi’yle ilgili bir inanışın kahramanı olarak görülür. Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Âşık Garip gibi halk hikâyelerinde de Hızır iyilere yardımcı olmak üzere zaman zaman sahneye çıkar.
Türk Kültüründe Hızır
Hızır, Anadolu folklorunda peygamber ya da ulu bir ermiş olarak kabul edilir ve ondan “Hızır Aleyhisselam“, “Hızır Nebi”, “Hızır Peygamber” ya da “mübarek bir kişi” olarak söz edilir. İnanışa göre ölümsüzlük suyu (abıhayat) içmiştir ve zaman zaman dünyaya gelerek insanlarla ilişki kurar. Darda olanların yardımına koşar, doğaya yeniden can verir. Halk arasında ayağında kırmızı pabuçlar, üzerinde çiçeklerden yapılmış bir cüppe bulunan ak sakallı, nur yüzlü bir yaşlı olarak düşlenir. Hasta olanlara şifa vermek, darda kalanların sorunlarını çözümlemek üzere insanlara göründüğüne inanılır.
Halk takvimine göre yazın başlama tarihi olan 6 mayısta kardeşi ya da dostu ilyas’ la buluşur ve birlikte doğaya can verirler. ( HIDRELLEZ.) Bastığı yerde güller, çiçekler açar, ekinler yeşerir, bülbüller ötmeye başlar. Baharın müjdecisi, doğanın bereketidir. Elini sürdüğü yer ya da kişi dertlerden, uğursuzluklardan, hastalıklardan arınır, ömür boyu sürecek bir bolluğa kavuşur. Bir inanışa göre, Hz. Muhammed tarafından karada yaşayan ümmetini korumakla görevlendirilmiştir. İlyas’sa, denizdekilerin koruyucusudur. Bazı yörelerde Hızır denizlerin, ilyas karaların koruyucusu olarak kabul edilir.
Anadolu’da Hızır’a ilişkin pek çok halk hikâyesi, efsane, masal anlatılır ve Hızır’ ın dolaştığı inancıyla kutsal sayılan birçok yer vardır.