İstanbul’da Dilenciliğin Tarihi. İstanbul’da Dilencilik Nasıl ve Ne Zaman Başladı.? İstanbul’da dilencilik yapılan yerler nelerdi? İlk dilenciler nereden İstanbul’a geldi?
İstanbul’da dilenciliğin kökeni kuşkusuz Bizans dönemine kadar uzanır. Bilineni 16. yy’da dilencilik, şehrin en büyük dertlerinden biri olmaya başlamıştı. 1568 tarihli bir fermanda Arap dilencilerin sağlıklı oldukları halde dilenerek halkı rahatsız ettikleri, bazılarının hasta kimseleri yanlarında dolaştırarak bazılarının ise ilahiler okuyarak dilendikleri belirtilmekte, bu durumun önlenmesi söylenilmektedir. 1574 tarihli bir başka fermanda ise, para kazanacak güçleri oldukları halde dilenen kimselerle mücadele edilmesi gerektiği, bu işle ilgili olarak da Şah Çavuş’ un memur edildiği, dilenci kölelerin alınıp satılmasının yasak edildiği belirtilmiştir. 1759’da Kocaeli Sancağı paşası ve İzmit kadısına gönderilen bir fermanda da İstanbul’da sağlam oldukları halde dilenen 43 kişinin kayığa konularak İzmit’e gönderildikleri, bunların muhtelif işlerde çalıştırılmaları ve kaçmalarının önlenmesi emredilmektedir.
Evliya Çelebi, 17. yy in ortalarında dilenci esnafının 7.000 kişi olduğunu ve bunların pirlerinin Şeyh Safî olduğunu söyler. 1896’da Darülaceze’nin açılmasıyla dilencilik tekrar resmi olarak yasaklanmıştır. Darülaceze’nin nizamnamesinde kendini geçindirecek gücü olmayanların, sakatların bakılacağı, dilenmeye devam edenlerin Darülacezeye, taşralı olanların ise memleketlerine sevk edileceği belirtilmektedir. Tanzimat’tan önce de dilenciler, kontrol altına alınmak istenerek Eyüb Sultan Camii civarında “Seele Kethüdalığı” adıyla bir kâhyalığa bağlandı. Dilencilerin gezinti yerlerini kâhya tespit ederdi. Kâhyaların en meşhuru 1910’lu yıllarda yaşamış Mehmed Ömer Efendidir.
Eski İstanbul’da dilencilerin lonca gibi bir teşkilatı vardı. En büyük kolonileri Şehzadebaşı’ndan Vefa’ya inen yoldaydı. Eyüp, Karacaahmet, Edirnekapı gibi semtlerin mezarlıklarında da görülürlerdi. Galata Köprüsü, dilencilerin vazgeçemedikleri en büyük mekânlardan biriydi. Seyir ve mesire yerlerinin de gedikli dilencileri bulunurdu. 1900’lü yıllarda Çolak Ali Bey, Sarhoş Derviş, Âmâ Hafız bunların en tanınmışlarındandır. Dilenciler, konakların, resmi dairelerin bulunduğu caddelerde sağlı sollu dizilerek dilenirlerdi.
1860’ta İstanbul’da dilenci sayısı 2.700 olarak tespit edilmişti. Ayrıca, taşradan zaman zaman İstanbul’a gelerek belirli yerlerde dilenen mevsimlik dilenciler de vardı. Bunlar, imaretlerde yemek yiyip, cuma günleri cami avlularında, cenaze peşlerinde dolaşırlar, Eyüp’te adak olarak kesilen kurban etlerini alırlar ve bunları meşhur Eyüp kebapçılarına satarlardı. Dilencilerin dilenme tarzları birkaç çeşitti.
Iskatçılar, dilencilerin en yamanı, kendi tabirleriyle en şereflisiydiler. Diğer adıyla da “mortçular”, cenazelerin çok olduğu ve kendi isimlendirdikleri “yaprak dökümü, taş kızgınlığı, kanun ayları” zamanlarını çok severlerdi. Söküklü, Çıtçıt, Kaledibi ve Silivrikapı’nın dilencileri, zengin cenazelerinde kollarına değişik desenli ve renkli kollukları takarak kalabalık içine girip, kollarını cenaze sahiplerine uzatarak para alırlardı. Sadaka verenler değişik renkli kolluklardan dolayı onları farklı kişiler zannederler ve ayrı ayrı kişilere para verdiklerini sanırlardı.
Sebilciler, kendilerini kibar düşkünü bir şekilde göstererek, zahmetsizce bir sebilin önünü mekân tutarlar ve sanatlarını icra ederlerdi. Çoğu zaman da sebil mütevellilerinin hışmına uğrarlardı. Siyah meşinden bir ceket giyerek omuzlarına da meşinden bir kırba asarlardı.
Kasideciler, akşam ezanına yakın saatlerde ilahi ve kasideler okuyarak ortaya çıkarlar, mahalle aralarında, Kapalıçarşı, Mahmutpaşa gibi kalabalığın çok olduğu yerlerde dolaşarak dilenirlerdi.
Sakatlar, vücutlarının değişik yerlerinde bulunan sakatlık ve kusurları teşhir edip, ahalinin merhametini celp ederek para kazanırlardı. Muhtelif vesilelerle İstanbul’a gelen seyyahların hemen hemen hepsi bu sakat dilencilerden bahsetmektedir.
Kabakçı denilen Sudanlı zenci dilenciler, mayıs ayından itibaren faaliyete geçerler, kış günlerinde evden çıkmazlardı. 1 Mayıs’ı özel bir gün olarak kutlarlar o gün “gogongo” denilen kabaklarını meydana çıkarırlar ve Veliefendi taraflarındaki Yılanlı Ayazma ‘da bugünü kutlarlardı. Ayrıca garip davranışlarıyla ve meczup özellikleriyle halk arasında farklı şekilde dilenen Arnavut İslâm Ağa, Çıplak Mustafa, Deli Coci, Derviş Ahmed, eski İstanbulluların tanıdıkları dilencilerdendir.
Bunlardan başka muharrem ayının ilk gününde Kerbela olayından ilham alarak dilenen “goygoycular” ayrı bir öneme sahiptir.
Dilenci iratçıları, Anadolu’dan gelen veya sağdan soldan topladıkları sakat kişileri, şehrin değişik kesimlerinde dilendirir, akşam hasılatlarını toplarlardı. İnatçılar, bazı kimselere de dilenmek için gerekli olan dilenci kâğıdını belirli bir ücret karşılığında verirlerdi. Bu tür dilencilik günümüzde de sürmektedir.
Tarikat şeyhleri müritlerinin kibirlerini kırmak, onların mütevazı olmalarını sağlamak maksadıyla kendilerini dilen-direrlerdi. Tekkeler kurulduktan sonra onların eline “keşkül-i fıkara” denilen bir çanak verilir; dervişler, akşama kadar topladıkları erzakları bunun içine koyarak tekkeye getirirlerdi.
Edebiyatımızda özellikle Hüseyin Rahmi, Hayattan Sayfalar romanında ıskatçı dilencilerin hayatına değinir. Reşat Nuri Güntekin, Miskinler Tekkesi romanında eski ve modern tarz dilenciliğin yöntemlerini romanlaştırmıştır. Hüseyin Cahit Yalçın, Hayat-ı Hakikiye Sahneleri adlı eserinde yer alan “Kör Dilenci” hikâyesinde genç bir kızı seven kör dilencinin macerasını, onun saadet ve hayallerinin yıkılışını işler.
İstanbul Ansiklopedisi, Uğur Göktaş