Kadı: İslam devletlerinde yargılama yetkisine sahip devlet görevlisi.
İslamiyetin ilk yıllarında yargı görevi Peygamber ve halifeler tarafından yürütülüyordu. Darülislam genişleyince Ömer’den başlayarak halifeler hukuksal anlaşmazlıkları çözmek için kadılar atadılar.
İslam topluluğunun başı olan halife kuramsal olarak tüm yetkilerin, bu arada yargılama yetkisinin de sahibiydi. Devletin öteki görevleri gibi kadı da eğer halife tarafından atanmışsa doğrudan, ara makamlarca atanmışsa dolaylı olarak onun vekili durumundaydı.
Merkezde ve ülkenin başlıca eyaletlerinde de birer kadı bulunur ve onlar gerektiğinde doğrudan kendilerine bağlı vekiller (naip) atayabilirlerdi. Şeriata göre kadı adil, şeriatı iyi bilen ve mahkûmiyeti bulunmayan bir mûslüman olmalı ve bazı mezheplere göre de vereceği hükümleri fıkıh kaynaklarından kendisi çıkarabilmeliydi.
Kadınlar da kadı olabilirler, ancak “kısas” ve “had” cezalarını gerektiren suçlarda kadılık yapamazlardı. Kuramsal olarak kadıların yetki alanı, hem cezai hem hukuki anlaşmazlıkları kapsıyordu. Özel hukuk alanında Kadı’nın davaya bakabilmesi için kendisine bir şikâyetin ulaşması ve dava açılması gerekirdi. Ceza hukuku alanındaysa kişilere karşı işlenmiş bir suç söz konusuysa zarar görenin ya da vârislerinin, Allah’a karşı işlenmiş bir suç söz konusuysa herhangi bir Müslümanın şikâyeti gerekliydi. “Had” cezalarından birini gerektiren suçlarda ise kadı şikâyet beklemeden soruna el koymakla görevliydi. Bununla birlikte ceza alanında yetkisi oldukça sınırlıydı, çünkü şeriatın uygulayıcısı olarak, şeriatta öngörülen az sayıdaki suçların dışında kalanlar onu İlgilendirmiyordu. Bunları kovuşturmakla, kamu düzenini korumakla görevli “şürte” örgütü yükümlüydü. Görevinin dinsel niteliği dolayısıyla kadı, camilerin, vakıfların, yetim ve delilerin mallarının yönetimi vb işlerle de ilgilenirdi.
Kadılık kurumunda hüküm, kural olarak tek bir kadı tarafından verilirdi. Ancak kimi zaman hukuk bilginlerinden bir danışma kurulu (şûra) oluşturulduğu da olurdu. Bu uygulama yalnızca olağanüstü davalar için söz konusuydu.
Baş kadılık kurumu İslam devletlerinin yargı düzeninin en üst makamını oluşturmaktaydı. Bu kurum, yürütme erkini temsil eden “vezaret” kurumuyla birlikte, halifenin yetkisi altında devlet örgütünün zirvesini tamamlıyordu.
Osmanlı İmparatorluğunda ilk kadı ataması, Osman Gazi dönemine değin uzanır. Osman Gazi, 1290’da fethettiği Karacahisar’a 1300’e doğru bir kadı atamıştı. Kuruluş yıllarında Osmanlı devletinin en büyük kadılıkları Bursa ve İznik kadılıklarıydı. Medrese öğrenimlerini bitirenlerden kadılık mesleğini seçenler kaza kadılıklarına atanırlardı. Eyalet kadılıklarına (mevleviyet) atanmak isteyenler yeniden medreseye dönerek bir süre müderrislik yapmak ve tetimme müderrisliğine kadar yükselmek zorundaydılar. Eyalet kadıları yükselirlerse Biladı hamse (Mısır, Şam, Edirne Bursa, Filibe) ve Haremeyn (Mekke ve Medine) kadılıklarına atanırlardı. Daha sonra sırasıyla Galata, İstanbul kadılığına, Anadolu kazaskerliğine, Rumeli kazaskerliğine ve nihayet şeyhülislamlığa yükselirlerdi. İstanbul, Bursa, Edirne kadılıklarına, “taht kadılığı” denirdi. Medrese öğreniminde en yüksek müderrislik olan sahn müderrisleri, kadılığa tayinlerini istediklerinde doğrudan doğruya taht kadılıklarından birine tayin edilirlerdi.
Günlük ödenekleri 150 akçeye kadar olan kadıların atanmaları Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, 150 akçeden yukarı olanlarınki ise kazaskerlerin arzları üzerine sadrazam tarafından yapılırdı. XVI. yy.’dan sonra şeyhülislamlann nüfuzunun artması, kadıların atanmasında da kendisini hissettirdi. Rumeli’de görev yapan kadıların tayinlerini Rumeli kazaskeri, Anadolu ve Mısır’da görev yapan kadılann tayinlerini ise Anadolu kazaskeri yapardı. Kadıların tayinleri “akdiye”, nakilleri “tarik” defterlerine kaydedilirdi.
Kaza kadılıkları Rumeli, Anadolu ve Mısır kazalarının kadıları olmak üzere üç sınıfa aynlmıştı. Rumeli’de kadılık yapanlar, Anadolu ve Mısır’a, Anadolu ve Mısır’da kadılık yapanlar da Rumeli’ye nakledilemezlerdi. Rumeli kadılıktan kendi aralarında dokuz sınıfa, Anadolu kadılıkları on sınıfa, Mısır kadılıkları da altı sınıfa ayrılmışlardı. Kadılar kazalarda yirmi ay, mevleviyetlerde bir yıl süreyle görev yaparlardı. Bu süreyi dolduran yerini sırada bekleyen başka birine bırakır, İstanbul’a giderek yeniden tayini için sıra beklerdi.
Osmanlı İmparatorluğumda kadılık, “mansıb” ve “paye” kadılığı olmak üzere ikiye ayrılırdı. Mansıb sahipleri bilfiil kadılık yaparken, paye sahipleri, herhangi bir makamın yalnızca unvanına sahiptiler. Paye sahipleri ilerdeki yıllarda payelerine uygun mansıplara tayin edilerek bilfiil makam sahibi olurlardı. Bu usul kadılık için başvuranların sayısının artması üzerine kabul edilmişti. Böylece bir kadılığın önce payesinin, sonra da mansıbının verilmesi gelenekleşti.
Osmanlı imparatorluğunda kadılar yalnızca adalet işleri ile uğraşmazlardı. Onlar aynı zamanda bulunduktan şehir ve kasabalarda hükümetin isteği üzerine zahire ve işçi sağlamak, hayvan toplamak ve sevk etmek, menzil işlerini düzenlemek, asker toplamak gibi işleri de yürütmekle görevliydiler. Ayrıca çarşı ve pazarda satılan mallara narh koymak, belediye işlerini düzenlemek de kadıların görev alanı içine girerdi. Bugün üçe anlamına kullanılan “kaza” sözcüğü de kadı ile ilgiliydi ve kadı tarafından yönetilen yer anlamına gelirdi. XIX. yy.’da bu gibi yerler kaymakamlar tarafından idare edilmeye başlanmış, fakat “kaza” sözcüğü günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
Kadılar gerek adli, gerekse beledi ve idari işleri dolayısıyla kendilerine gelen hüküm ve fermanlar ile kendi hüküm ve kararlarını bir deftere kaydetmek zorundaydılar. Bu defterlere “sicil” denirdi. Bu sicil defterlerindeki belgeler Osmanlı İmparatorluğu’nun toplumsal, iktisadi ve siyasi tarihi için en önemli belgeleri oluşturmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğunda kadıların 25 akçe ile 500 akçe arasında değişen gündelikleri vardı. Ayrıca kendilerine başvuran kimselerden belli bir yüzde hesabıyla para alırlardı. Bu yüzde, Yıldırım Bayezid zamanında hüccetten binde yirmi beş, sicilden binde yedi, nikâh akdinden binde on iki, resmi kısmetten binde yirmi akçeydi. Bu oranlar daha sonraki yüzyıllarda, paranın değerindeki değişikliklere paralel olarak değişmiştir.
Fatih kanunnamesinde kadıların sicilden binde yedi, hüccetten binde otuz iki, sicil suretinden, imzadan binde on iki, miras taksiminden binde yirmi, bakire kızın nikâhından binde otuz iki, dul kadın nikâhından binde on beş veya on iki akçe para almaları öngörülmüştür. XVII. yy.’da bu miktarlar miras taksiminde binde on beş, nikâhlarda kız bakire ise kadıya yirmi, hademeye beş akçe, dul ise kadıya on, hademeye beş akçe hüccette ve resmi kitabette kadıya yirmi, hademeye beş akçe, ıtıknamelerde kadıya elli, naip, emin ve kâtibe on iki akçe sicil kaydında sekiz akçe, imzada on iki akçe, şeri yazışmalarda altı akçe olarak belirlendi. XIX. yy.’da bu resimler kuruş ve para hesabıyla alınmaya başlandı.
Kadıların geniş kapsamlı görevlerine Tanzimat’ta yapılan düzenlemeler sırasında bazı kısıtlamalar getirildi. Cumhuriyet‘ ten sonra kadılık unvanı ve kadıların başkanlık ettikleri Şeriye mahkemeleri kaldırıldı (1924).