Kışlak Nedir? 1. Konar-göçerlerin, hayvanları ile birlikte yayladan inerek soğuk mevsimi geçirdikleri, iklim bakımından elverişli yer. Bazı kışlaklar zamanla sürekli yerleşme yerine dönüşmüştür. 2. Eskiden savaş durumundaki ordunun kışı geçirmek üzere çekildiği yer.
Kışlağa çekilmek, sefer ya da savaş halindeki bir ordunun kışı geçirmek için uygun bir bölgeye yerleşmesi.
Kışlak dönemi, bitkilerin gelişmesi durduğu için, hayvanların otlaklara salınmayıp ağılda ya da ahırda yemle beslendiği dönem.
Osmanlı devletinde ot ve suyundan yararlanılan toprağa verilen ad.
Yaylak gibi, kışlak da iki türden oluşurdu. Bunlardan biri Defterhanei Amire’de bir ya da birkaç kasaba halkına ayrılır, ot ve suyundan yalnız oranın halkı yararlanabilirdi. Bu kışlaktan yararlananlar kullanım oranlarına göre “kışlakiye” adıyla anılan yıllık belirli bir vergi verirlerdi. Bu tür kışlaklar alınıp satılamaz, tapuyla kimseye mülk olarak verilemez, hatta halkı istemedikçe ekilip biçilemez, üzerinde tarımsal hiçbir etkinlik yapılamazdı. İkinci tür kışlaklar bir ya da birkaç kişinin tapuyla mülkü olan topraklardı. Hukuksal durumları da öteki ekilebilen topraklarla aynıydı. Ancak, bunların ot ve suyundan yalnız kışın yararlanılırdı. Ayrıca, bu ikinci tür kışlaklardan yararlanma hakkı tek başına ya da birlikte olsun, yalnız tapu sahiplerine özgüydü.
Kışlık ve yazlık ev, her çağda ve her bölgede, henüz önemini kaybetmemiştir. Ayrıca modem hayata girildikçe, böyle bir yaşama isteği, gittikçe de baskısını artırmaktadır. Türkler göç sözünü daha çok, kendi evine yakın olan bölgelere gidiş ve geliş için kullanırdı. Büyük göçler, uzak bölgelerde yeni yurtlar aramak ve yurt edinmek manasına gelirdi ki, bu da çoğu zaman devlet eli ile, hiç olmazsa devletin ve ordunun himayesinde olurdu. Bununla beraber, oldukça büyük bir askerî ve korunma gücüne sahip olan Türk boyları, yabancı ülkeler içinde ve geniş bölgelerde dolaşmamış değillerdir. Ebülgazi Bahadır Han’ın, “Şecere-i Terakkime”, yani “Türkmenlerin şeceresi” adlı kitabında yazdığı şu eski Türk atasözü, herhalde boş söylenmemiş olsa gerekti:
“Oğuz ili, köçib, çeküb, yürümedük yol bar mu?
“Üyün (evin) tutup, olturmaduk yurt bar mu?
Bu söze rağmen, Türkler, bu gibi düzensiz gezme ve konmalardan şikâyetçi idi. Bugünkü dilimizde en çok kullanılan göçebe sözünün göç-oba’dan veyahut da farsça göç-aveden geldiğini söyleyenler vardır. Fakat bu deyim, artık bugünkü dilimizde, eski ve iyi mânâsım kaybetmiştir. Osmanlılarda, göçerevli, göçkün, göçküncü sözleri daha geniş olarak yayılmıştı. Biz bu kitapta göçküncü deyimini, daha çok kullandık. Çünkü bu söz, “evi olan fakat mevsime göre yer değiştireni” manasına kullanılmış olsa gerektir. Orta Asya Türk ağızlarında, köçmek ve taşınmak deyimleri de çok kullanılır. Taşınmak sözü, “evden dışarıya gitmek” mânâsına kullandırdı. Bunun yanında, oturmak, yani “otlağa, meraya girmek” veya kotarmak, yani “yerini değiştirmek” manasına gelen deyişler de kullanılırdı.
Eski Türkler ise, böyle kitle hâlindeki göç işlerine, köçürmek ve göçülen yerde, devlet tarafından yapılan iskân işlerine de, kondurmak derlerdi. Bu her iki deyişin de Göktürk yazıtlarında, hukuk ve devlet idaresi ile vazifeleri bakımından, önemli mânâları vardır. Yine bu anlayıştan gidilerek, yük hayvanına, köçük derlerdi.