Kültürümüzde ( Folklorumuzda) Çeşmeler, Çeşmelerle İlgili Mani ve Bilmeceler
Çeşme, folklorumuzda geniş bir yer alır. Atasözlerinde, bilmecelerde, manilerde çeşmeye geniş çapta yer verildiği gibi, halk inançları da çeşmeyle ilgili âdetler vardır, meselâ çeşmenin musluğunu açmak talihsizlikleri, kısmetsizlikleri giderir.
Nitekim eskiden evlenemeyen kızlar, işi iyi gitmeyen kimseler, bu inançların tesiriyle, cuma günleri öğle vakti Eyüp Camisi’ne gider, cuma selâsı verilirken caminin iç avlusundaki büyük çınarları çevreleyen demir parmaklığın dört köşesindeki çeşmelerin musluklarını açarlardı, suyu akar bir şekilde bırakıp giderken Bu musluk nasıl açılıyorsa benim de kapalı olan kısmetim (veya talihim, işim) öyle açılsın…» diyerek dua ederler, Eyüp Sultan Hazretlerine adaklarda bulunurlardı.
Çeşmeye yer verilen atasözü, bilmece ve manilerden birkaç örnek aşağıya alınmıştır:
Atasözü: Çeşmeye gidenin testisi kırılır.
Bilmece:
Benim bir kızım var Geleni geçeni öper
Kulağını büktükçe, ağzı sulanır
Mani:
- Camilerden hu gelir, Çeşmelerden su gelir. Sen orada ben burda. Elimizden ne gelir.
- Bu yoldur çeşme yolu. Boş giden gelir dolu. Testi kulpun kırılsın.Yoruldu yarin kolu.
- Çay kuru, çeşme kuru Nerden içsin kuzu su Beni yakıp kül eden Bir ananın kuzusu
- Şu pınarı boş buldum Yüzüğüme taş buldum Sen orada yan tutuş Ben burada eş buldum.
Şimdi bomboş sebilden selviler bir şey sorar,
Hatırlatır uzayan dem çekişleri, rüzgâr.
Mermer basamaklarda uçuşur beyaz tüyler.
Ziya Osman Saba
Su sanatları da İstanbul kültüründe özel bir yere sahipti. İslâm’ın doğduğu coğrafyada su çok kıt olduğu için bir damlasını bile ziyan etmeme çabası, Müslümanları su ve sulama meselesi üzerinde önemle durmaya, hem mirasçısı oldukları medeniyetlerin tecrübelerini en verimli şekilde kullanmaya, hem de yeni teknolojiler geliştirmeye yönelmişti. Ortaçağ İslâm dünyasında son derece parlak gelişmeler kaydeden bilim dallarından biri olan su bilgisi, suyun bol olduğu bölgelerde aynı zamanda su sanatlarının doğmasına yol açtı; özellikle bahçeler bu sanatların uygulama alanlarıydı.
Heinrich Glück, Avrupa bahçelerindeki su cetvelleri, çeşmeler, çitler ve su terazileri fikrinin Sicilya ve Endülüs kanalıyla Müslümanlardan geldiği kanaatindedir. Doğu’da Semerkant, Buhara, Herat; Batı’da Gırnata, Kurtuba; Ortadoğu’da Bağdat, Şam, Kahire; Anadolu ve Rumeli’de Bursa, Edirne ve İstanbul gibi şehirler, bahçelerinde suyun başlı başına bir estetik haline geldiği şehirlerdi.
Napoli’de hünerli su eğlenceleriyle zenginleştirilmiş Poggio Reale villasının planlarını çizen Lorenzo Medici, Glück’ün belirttiğine göre, sürekli temasta bulunduğu Osmanlı padişahı III. Murad tarafından takdir edilen bir mimardı. Türk bahçe sanatı o sıralarda en parlak dönemini yaşıyordu. Parklar İtalya’da henüz gelişmesinin başlangıcında bulunurken, İstanbul bahçelerinde çok büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Özellikle havuzlar, fıskiyeler ve çeşitli su oyunlarının gerçekleştirildiği tesisler göz kamaştırıyordu.
Müslümanlar, çeşitli su oyunlarının sergilendiği bahçelerini tanzim ederken hiç şüphesiz Kur’an’da tasvir edilen cenneti model olarak almışlardı. Cennette, göller, nehirler ve havuzlar vardı. Kevser Havuzu’nun cennette Hz. Muhammed’e verilmiş özel bir havuz olduğu söylenir. Bütün güzel havuzlar şairler tarafından Kevser Havuzu’na, bütün lezzetli içecekler de onun suyuna benzetilirdi. Çeşme ve sebil vakfiyelerinde de çok zaman Kevser havuzuna ve Tesnîm suyuna atıfta bulunulmuş ve genellikle “Her şeyi sudan canlı kılıp hayat verdik” âyeti zikredilmiştir. Açıkçası, çeşme, sebil, selsebil vb. yaptırıp insanların susuzluğunu gidermek bir çeşit ibadet olarak görülmüş ve bazı hayırseverlerde çeşme yaptırmak bir çeşit yarış, zamanla sevap kazanma amacını da aşarak bir zevk ve başlı başına bir estetik haline gelmişti.
Malik Aksel’in ifadesiyle, İstanbul’da Bizans’ın bin yıldır sarnıç ve mahzenlerde hapsettiği sular, fetihten sonra sebiller, selsebiller, şadırvanlar, çeşmeler, fıskiyeli havuzlar, serdablar ve bentlerle hürriyetine kavuşmuştu. Taş ve mermer işçiliğinin nefis örnekleri olan meydan ve iskele çeşmeleri, duvar çeşmeleri, şadırvan çeşmeler, sütun çeşmeler ve çatal çeşmeler, Osmanlı şehir estetiğinin vazgeçilmez ziynetleriydi. III Ahmet Çeşmesi, Azapkapı Çeşmesi, Tophane Çeşmesi, Küçüksu Valide Çeşmesi gibi meydan çeşmeleri ve sebillerin çoğu birer abide niteliği taşıyordu. Yapıldığı yerde kendine has bir hayat tarzı yaratıp etrafında oluşan mahalleye adını veren çeşmeler de vardı.
Sebil ve çeşmeler aynı zamanda tezyinat, hüsnü hat ve şiir gibi sanatların sergilendiği yapılardı. Eşsiz süslemeleri ve büyük hattatların elinden çıkmış kitabeleriyle ayrı bir değer kazanan çeşmeler, devrin şairlerinin de hünerlerini göstermeleri için bir vesile idi. Mesela Kabataş’taki Hekimoğlu Ali Paşa Çeşmesi’nin deniz tarafındaki kitabesi Seyyid Vehbi tarafından yazılmıştı ve bütün mısraları ebcedle 1145 tarihini veriyordu. III. Ahmet Çeşmesi’nin tarih mısraı ise, bizzat padişah tarafından bulunmuştu: Aç besmeleyle iç suyu Han Ahmed’e eyle dua.
Kaynak: İstanbul Şehir ve Kültür / Beşir Ayvazoğlu