Nasreddin Hoca Türbesinin Özellikleri, Tarihçesi, Hikayesi

Nasreddin Hoca türbesinin özellikleri nelerdir? Nasreddin hoca türbesinin kapısında neden kilit var? Nasreddin hoca türbesinin tarihçesi, hikayesi.

1208- 1284 Yılları Arasında Selçuklular Döneminde Akşehir’de Yaşayan Nasrettin Hocanın Türbesi Her yanı açık olduğu halde yalnız bir girişi bulunan veya kilitli olan yerler için Nasrettin Hocanın Türbesi gibi ifadesi kullanılır.

Nasreddin Hoca’nın Türbesinin kapısında da kale kapılarında olan büyük demir bir kilit vardır.

Nasrettin Hocanın Türbesi yakınında bulunan heykeli Nasreddin Hoca, M. 1284’te Akşehir’de 76 yaşında iken vefat etmiş ve Akşehir’in en eski Selçuklu mezarlığına gömülmüştür. Daha soma mezarının üzerine altı sütuna oturan kubbeli bir türbe yapılmıştır. “Bugünkü tapu kayıtlarına göre Kileci mahallesi 215 Ada, 1-2 parselde bulunmaktadır ve altı köşeli bir iç kısım ve 12 köşeli bir dış kısımdan meydana gelmektedir. Birinci kısım beylikler döneminde, dış kısım da 1878’de yapılmıştır. Türbede Nasreddin Hoca’nın sandukası Doğu-Batı istikametinde yerleştirilmiştir.”

Hoca, kendi adını taşıyan bu mezarlıkta metfun olan Nasreddin Hoca’nın ilk inşa edilen türbesinin her yanı açık ve kıble tarafındaki kapısının üzerinde ilginç bir asma kilidin mevcut olduğu bilinmektedir.

Nasreddin Hoca’nın türbesi İbrahim Hakkı Konyalının söylediğine göre M. 1476 yılında harap durumda olan ve 1878’e kadar bu durumda kalan türbe, daha sonraları Akşehir ileri gelenlerince onarılmıştır. Nasreddin Hoca’nın şimdiki türbesi ise II. Abdülhamit zamanında M. 1905’de Konya Valisi olan Faik Bey ile Akşehir Kaymakamı Mustafa Şükrü Bey tarafından onarımı yaptırılıp üstüne dört satırlık Türkçe bir kitabe kondurularak bugünkü haline getirilmiştir. Daha sonraki yıllarda da Akşehir Belediyesi tarafından türbenin bakımı ve çevre düzenlemesi yapılmıştır.

Nasreddin Hoca’nın türbesi, tarih boyunca ziyaret edilen önemli mekânlardan biri olmuş, pek çok eserde bu yapıdan söz edilmiştir. Bu eserlerden biri de bir dönem Akşehir’de kaymakamlık; yapmış olan Bereketzâde İsmail Hakkinin “Yâd-ı Mâzi” adlı kitabıdır. Türbenin o zamanki hali hakkında bilgi vermesi açısından kitaptaki ilgili bölümü buraya alıyoruz:

” Zahiri güldürüp bâtını düşündüren o latif menkıbeleriyle cihana destan olan Hoca Nasreddin Hazretleri de Akşehir’de metfundur. Türbesi kasabanın kuzey-doğu kenarında ve yoldan biraz içerlikçe ve Konya Caddesi üzerindedir. Türbe-i Şerifi’nin, tahayyül ettiğimiz gibi, vaktiyle dört tarafı açık olduğu halde büyük bir kilitle kilitlenmiş büyük bir kapısı varmış. Sonradan bazı memleket ileri gelenleri tarafından, üzeri İdremith ve etrafı tahta parmaklıklı olarak çatı altına alınmış, bazı mahallelerdeki cami şadırvanları tarzında inşa edilince, şimdi eskisi kadar değilse de yine binanın şekli ile muhteviyatının her halinde bir garabet eseri görülür. Merhum Hoca’nın kabri üstüne konulmuş ufacık bir sandukanın başına geçirilmiş büyük bir sarık, mübalağa olmasın ama sandukanın hemen üçte bir yerini tutuyor… Sandukanın önüne dikilmiş ufak bir taşa irab ve anlam bakımından mükemmel olan (!) şu acayip cümle kazınmış: “Hâzihi’t-türbet’ül-merhûm’ül-mağfûr ilâ abdihi’l-ğafûr Nasreddin Efendi ruhuna fatiha!”

Kitabenin altında da Hoca’nın vefat tarihi olmak üzere şu rakamlar görülür: 386. Bu rakamlar normal olarak soldan sağa doğru okunursa Nasreddin merhumun dördüncü hicri asırda yaşamış olması lâzım gelir ki, buna kail olanı görmedik; tersine okunsa altı yüz seksen üç tarihinde fani âleme veda etmiş oluyor. Bu halde ünlü cihangir Timurlenk ile Hoca arasında cereyan etmiş bazı vakalara dair dolaşıp duran kıssa ve rivayetler asılsız ve esassız olup Hoca merhumun Anadolu Selçukluları zamanında yaşadığı ihtimali teyit ediliyor… O dipsiz testiler, kabrin sağında solunda hâlâ dizili…

Kabr-i Şerif ziyaret edildiği sırada, ziyaretçinin hatırına merhum Hoca’ya isnat olunan garip hikâyeler, nadir latifeler geldiğinden midir nedir, gülmemek kabil olmuyor. İnsan ne kadar hüzünlü ve gamlı olsa, yine şâd olur.”
Türk Milleti’nin zeka inceliğini, nükte gücünü, en iyi şekilde yansıtan kişi olarak Türk Kültür Tarihi’nde layık olduğu seçkin yerini alan Nasrettin Hocanın Türbesi hakkında çeşitli kaynaklardan yararlanılarak hazırlanmıştır.
Akşehir’in bilge kişisi Nasreddin Hoca’nın Türbesi şehir mezarlığında yer almaktadır. Nasreddin Hoca 683 Hicri, 1284 yılında ölmüş ve türbe, mezarının üzerine yapılmıştır. Sandukasına ait başucu şahidesindeki tarih 386 şeklinde ters yazılmıştır.

Özel olarak düzenlenmiş bir giriş mekânı ile ulaşılan türbe, altı sütun ve kemerler üzerine oturan kubbeyle örtülmüş baldaken tarzda inşa edilmiştir. 1906 yılında Sultan II. Abdülhamit tarafından yapılan onarım sırasında da, türbenin etrafı revak şeklinde 12 sütuna yaslanan kemerlerin taşıdığı piramidal külâhlı ikinci bir yapıyla kuşatılmıştır. Hocanın mizah yönünü silmemek amacıyla, açık türbenin iki sütunu arasına bir kapı yerleştirilmiş, üzerine de büyük bir kilit takılmıştır.

Türbede, Nasreddin Hoca’nın yanı sıra Çelebi Mehmet’in kızı Habibe Hanım’ın da mezar taşı bulunmaktadır. Her yıl on binlerce kişi tarafından ziyaret edilen türbe girişinde hatıra ve hediyelik eşya satılan küçük bir mağaza bulunmaktadır.

Nasreddin Hocanın Türbesi ( Mezarı) Hakkında Bilgiler

Nasreddin Hoca, 683 H. (1384 M.) yılında ölmüş ve Akşehir Kasabasının güneydoğu yönünde bulunan mezarlığa gömülmüştü. Akşehir’in en eski mezarlığı olan ve bugün Nasreddin Hoca mezarlığı olarak bilinen bu mezarlıkta, Nasreddin Hoca’dan daha önce bir çok Akşehirlilerin de mezarları vardı. Nasreddin Hoca öldükten sonra, buradaki mezarının üzerine kaç yıl sonra türbe yaptırıldığım kesin olarak bilemiyoruz. Bu gün türbedeki en eski yapı on iki sütun üzerine oturan revak biçimindeki saçaklı ve sivri kümbetin içindeki altı kaim mermer sütunlu kubbedir. Bu tip sütunlu kubbedir. Bu tip sütunlu kubbeler, Selçuklu devri türbe mimarisinde bilmen örneklerdendir. Bunlardan çoğu, sütunlar arası örülmek suretiyle kapalı türbe şekline getirilmiştir.

Nasreddin Hoca’nın mezarı üzerine yaptırılan ilk türbenin Hamitoğulları ve Karamanoğulları devrinde asıl şeklini koruduğu sanılmakta, Osmanlılar devrinde, yıkılmaya yüz tuttuğu için On beşinci Yüzyıldan sonra onarılmaya, bazı ekler yapılmağa başladığı çeşitli belgelerden anlaşılmaktadır, Tarih boyunca, türbeyi ziyaret edenler, mermer sütunlar üzerine siyah mürekkeple hatıra yazılar yazmışlardır. Bunların çoğu günümüze kadar gelmiştir; Bu yazılar arasında, 1393 yılında Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt’la birlikte Akşehir’e gelen ve türbeyi ziyaret eden Mehmet adlı bir askerin yazdığı hâtıra da okunmaktadır.

Hoca’nın ölümünden sonra, mezarı üzerine kitabeli bir mezar taşının yerleştirildiğini düşünmek yanlış olmaz. Ne var ki, bu gün böyle bir taş yoktur. Sonradan bilgisiz birisinin çirkin bir yazı ile yazdığı bir kitabe taşı, bugün türbede bulunan ve son yıllarda mermerle kaplanan taş sandukanın baş ucuna yerleştirilmiştir. Kitabenin okunuşu şöyledir.

Hazıh’ül-türbe’t-ül-merhum
El-mağfur ilâ abdehu
El-gâfur Nasreddin
Efendi ruhuna
Fâtiha. Sene 386

Kitabedeki (abdehu) kelimesinin (Rabbihu) olması (el-mağfur) dan sonra (el-muhtaç) kelimesinin gelmesi gerekirdi. Olmamış. Ayrıca, ölüm tarihi, tuhaflık olsun diye, ters olarak (386) yazılmış. Doğrusu (683) olacaktır. Bu tür gariplikler eskiden daha çokmuş. Türbenin çevresine tabanı delik testiler sıralanır, her yönü açık olduğu halde, kapısına bir de asma kilit asılırmış. Bu gün testiler yok ama, Selçuklu işi asma kilit, yine bir köşede asılı durmada…

Türbenin sonradan eklenen sütunlu ve demir parmaklıklı revakı üzerinde de, 4 satırlık Türkçe bir kitabe var. Buna göre, türbe, Osmanlı Padişahı İkinci Abdülhamid’in saltanat yıllarında, Konya Valisi Faik Bey tarafından 1905 yılında, onarılmıştır. Son onarımı ise, Konya Müzesi Müdürü olarak vazife gördüğüm 1957 yılında, çizdirdiğim bir proje üzerinden Akşehir Belediyesi’nin de yardımı ile yapılmış, daha sonra Akşehir Belediyesi buraya gerçek önemi vererek, çevresini düzenlemiş. Mezarlık girişinde bir müze ile türbeye ulaşan yolu yaptırmıştır.

Hemen türbenin olduğu gibi, Nasreddin Hoca Türbesi’nin de bir türbedarı olacağı bir gerçek… Akşehir’de söylenip gelen bir rivayete göre, Hoca’nın ölümünden bir süre sonra, bir cuma günü halk, Akşehir’in Ulu Camiinde cuma namazı için toplanmış. Tam namaza başlanacağı sırada, Nasreddin Hoca Türbesinin yaşlı türbe bekçisi koşarak camie gelmiş, yüksek sesle: (—Ey cemaat! Az önce, türbeden ayrılacağım sırada, Nasreddin Hoca görüldü.
“Çabuk Ulu Camiye koş, bütün cemaati buraya çağır. Gelmeyen olursa, hakkımı helâl etmem, dedi…) der. Halk, bekçiye inanmak istememiş, fakat onun ısrarı karşısında dayanamayarak türbeye koşmuşlar. Tam camiin boşaldığı sırada büyük bir gürültü olmuş, Ulu Cami’nin kubbesi çöküvermiş. Herkes Hoca’nın bu iyiliği karşısında şaşakalmış, ona bir kere daha gönülden bağlanmışladır.