Nasrettin Hoca Hikayelerinde Türk Halk Hayatının İzleri konusuna girerken önce iki soruyu cevaplamak gerekiyor
1) Hangi Nasrettin Hoca’nın hikayeleri?
2) Hangi çağ ve alandaki Türk halkının hayatı?
Çünkü, yeryüzünde Türk halkının yaşadığı her alanda, bu Türk toplumlarının doğasından doğan, türlü kişiliklerde Nasrettinler vardır. Bundan başka çeşitli alanlarda yaşayıp devlet kuran Türklerin, birbirinden az ya da çok farklı, halk toplumları olduğunu biliyoruz.
Bütün bunları konuyu dağıtmak değil, derleyip toparlamak için saydım, şimdi açıklıyorum ki benim hikayeleri üstünde duracağım Nasreddin Hoca, benim deyimimle, Anadolu Nasrettin’idir, hayatından söz edeceğim Türk halkı da Anadolu Türk Halkıdır.
Nasreddin Hoca hikayelerinde gördüğümüz ilk ortak değer, bu hikayelerin bütününde insan ve insanlık gerçeklerinin ele alınışıdır. Hoca’nın insan dalgınlığı ile alay eden şu hikayesini düşünelim :
Hoca, komşularının emanet olarak verdiği sekiz eşeği değirmene götürmektedir. Bir aralık, eşekleri saymak ister ve kendi bindiği eşeği unuttuğu için, eksik bulur. Telaşla inip yerde sayar tamamdır. Tekrar eşeğe biner, sayar, yine eksik!.. Hikaye, bu dalgınlığı Hoca’ya iki, üç defa yakıştırarak dalgınlıkla alay eder. Hikayenin kuruluşunda olayın dalgınlık sınırını aşmayışı, yani bize uzun süre sayımla uğraşan bunak bir Hoca verilmeyişi dikkatimize layıktır : Böyle olmasaydı, dalgın Hoca’ya gülmek yerine, bunak, yani hasta Hoca’ya acıyacaktık.
Bir de herkesin bildiği şu Hocanın bindiği dalı kesme hikayesini alalım : Bu olay bir delinin başına gelseydi, yani biz bir deliyi tehlikeli biçimde düşebileceği bir dalı keserken görseydik, durum yine güldürücü değil, acıklı olurdu. Oysa Hoca’nın hikayesi acıklı değil, eğlendiricidir. Bunun sebebi Hoca’nın deli olmadığını, tam tersine, delilik tasladığını, sahne yaptığını bilmemizdir. Nitekim Hoca, dar görüşlülerin ahmaklık aradığı bu hikayede, Türk halkına gereken dersi vermiş, Bindiğin dalı kesme, düşersin diye, iyiliklere, yardımlara karşı nankör olmamayı öğretmiştir. Hem de, hikayenin yedi yaşımızda duymuşsak yetmiş yaşımızda unutamayacağımız kadar kuvvetle öğretmiştir.
Nasrettin mizahının niteliğini, güldürme zembereğini açıklamak için de bir hikaye sunayım : Olay, Hoca’nın birkaç zerdali yemek için, merdiven dayayıp çıktığı, yüksekçe bir bahçede geçer. Bahçe sahibi, Hoca’yı suçüstü yakalamıştır : Ne yapıyorsun? diye azarlayınca, Hoca :
— Merdiven satıyorum! cevabını verir. Bahçıvan:
— Merdiven burada mı satılır? diye sorunca da, Hoca :
— Merdiven benim değil mi, nerede istersem satarım! diyerek kendini kurtarır. Kendisini nasıl kurtarmıştır? Dikkat buyurduysanız, Hoca güzel bir paradoks, söz oyunu yapmış, suçlandığı «zerdali çalma» sorununu ortadan kaldırarak, tartışmayı Merdiven nerede satılmalıdır? gibi, yeni ve kendisi için zararsız bir konuya aktarmayı başarmıştır. Bunu başarınca da: Merdivenimi istediğim yerde satarım, karışamazsın! diye, saldırıya bile geçer.