Türkiye’de bürokrasi yakın zamanlara kadar “yazçizcilik” anlamına geliyordu; halk dilinde “bugün git yarın gel”. Çok partili hayata geçtikten sonra, bürokrasinin siyasal sistem karşısındaki tamamen ikinci plana itilemeyen, hatta askeri müdahaleler sonucu zaman zaman güçlenen siyasal konumu sonucu bürokrat teriminin ilk defa Gournay’ın kullandığı anlama geldiğini görüyoruz. Son zamanlarda ise bürokrat, bazı ayrık durumlar bir kenara bırakılırsa, ekonomiyi köstekleyen kişi anlamına gelmiştir.
Osmanlı’nın yükselme döneminde sivil bürokrasi, yöneten grup içinde ikinci plandadır. Bu dönemde yöneten grup içinde asker bürokrasi egemen durumdadır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan (1299) 16. yüzyılın sonuna kadar süren bu dönemde güçlü bir padişahlık kurumu vardır. Bu kurum bürokrasiyi yakından denetler. Padişah ile sivil bürokratlar arasındaki ilişkiler patrimonyalisttir.
Bürokrasinin diğer kanatları gibi sivil bürokrasinin üyeleri de kul kökenlidir. Böylece bürokrasi ile toplumsal gruplar arasında organik bir bağ bulunmamaktadır. Bu durum, bürokratların padişaha kişisel bağlılıklarını sağlayan önemli bir etmendir. Ayrıca bürokratların Enderun’da gördükleri eğitim söz konusu bağlılığı pekiştirir.
Yükselme döneminde, özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren, toplumda padişah ve bürokratların gücünü dengeleyecek toplumsal bir grup yoktur. Padişah, kendisine bağlı merkeziyetçi bir bürokratik mekanizma kanalıyla artık-ürünü kolaylıkla merkeze aktarabilmektedir.
Gerileme döneminde söz konusu yapı, önemli değişmelere uğramıştır. Birbiriyle bağlantılı çeşitli nedenlerden dolayı merkezin gelirlerinde düşme olmuştur. Bu durumun sonucu olarak doğrudan vergileme yerine iltizam sistemine geçilmiştir. Ayrıca merkezde bürokratlara sağlanan eğitim bozulmuştur. Bunlar ve diğer nedenlerden ötürü merkezde oligarşik bir siyasal sistem gelişmiştir. Siyasal güç, padişah ile asker, dini ve sivil bürokratlar arasında paylaşılmaya başlanmıştır. Ayrıca eşraf ve âyan diye anılan yerel seçkinler yerel düzeyde siyasal güce ortak olmuştur.
Özellikle Batı karşısında askeri yenilgilerin devam etmesi üzerine 18. yüzyılın sonunda III. Selim ile başlayan ve 19. yüzyılda II. Mahmut ile devam eden reform hareketlerine girişilmiştir. Bu reform hareketlerinin başlangıçtaki hedefi, Osmanlı’nın askeri gücünü pekiştirmektir. Ancak çeşitli dinamikler sonucu Tanzimat dönemiyle birlikte sivil bürokrasinin reform hareketlerinin öncülüğünü ele geçirdiğini görüyoruz. 1839’dan 1876’ya kadar süren Tanzimat dönemi boyunca sivil bürokratlar, 20. yüzyılda da etkisini sürdürecek “bürokratik yönetim geleneğine” toplumsallaşmışlardır. Sivil bürokrasi bu dönemde padişahlık kurumu karşısında bir ölçüde hareket özgürlüğü kazanmış, bu özgürlüğü kurumlaştırmaya çalışmıştır.
Bir genelleme yapmak gerekirse bu dönemde sivil bürokratlar Hegelci bir rol üstlenmeye çalışmışlardır. Ancak kendilerine yakıştırmak istedikleri rol Hegel’ in bürokratlarının sahip olduklarından daha aktif bir roldür. Bu rolü sağlama bağlamak için yasal yönü ağır basan bir örgütlenmeye gitmek istemişlerdir. Birinci Meşrutiyet Anayasasını hazırlayan bürokratlar, bürokrasinin padişah karşısında serbestisini temin etmeye çalışmışlardır.
Ancak 1876’da tahta geçen II. Abdül-hamit, bürokrasinin bu çabalarını etkisiz bırakmıştır. Abdülhamit, kendisine bağlı bir sivil bürokrat kadro oluşturmaya çalışmış ve bu amacını büyük ölçüde gerçekleştirmiştir.
Kaynak: Türkiye Ansiklopedisi