Ramazan Ayı Gelenekleri? Ramazanda Neler Yapılır?

Ramazan ayı gelenekleri nelerdir? Ramazanda neler yapılır? İftar ve sofra adetleri nelerdir? Unutulmuş ramazan geleneklerimiz.

Ramazan Bayramında Neler Yapılır? Neler Yapmalıyız.

Bayramlar sevinç ve mutluluk günleridir. Bu günler için bazı hazırlıkların yapılması gerekmektedir. Evin temizliği bu işlerin başında gelmektedir. Bayramdan önce evin içi, köşe bucak iyice temizlenir. Bu temizliğe bütün ev halkı iştirak eder. Büyükler ve küçükler yıkanır, bayrama hazırlanırlar. Bayram sabahı namazdan önce boy abdesti alınır.

Ramazan bayramı sabahında namaza gitmeden önce tatlı bir şeyler yemek adetlerimiz arasındadır. Bayramlarda sabah erken kalkıp sabah namazını camide cemaatle kılmalıdır. Güler yüzlü, neşeli olup, güzel kokular sürünüp temiz giyinmelidir. Eğer bütçemizde o yıl için yeni bir şeyler almak üzere para ayırmışsak alacağımız şeyleri bayrama denk getirmeli, yeni ve temiz giyinmelidir.

Bayram, insanlara hem kıyamet gününü, hem de bu günü, etrafında bulunan dost ve akrabalarını düşündürür. Bu bakımdan arife günü veya bayram günlerinde kabirler ziyaret edilmeli, ayrıca bu günlerde bol bol dua edilerek af dilenmelidir. Kaynak: 21 Yüzyılın Eşiğinde Örf ve Adetlerimiz, ( Türk Töresi) Basım Yılı 1997

 Ramazan Bayramı Nedir, Ramazan Bayramı Gelenekleri

Dini bayramlardan birisi olan Ramazan Bayramı, ramazan orucunun bitiminde, şevval ayının birinci gününden başlayarak üç gün kutlanır. Ramazan Bayramı’ndaki amaç, zor ve zahmetli olan oruç ibadetinin yerine getirilmesinden duyulan sevincin gösterilmesidir. Önceki dönemlerde bir şenlik havasında kutlanan Ramazan Bayramı, günümüzde bu özelliğini kaybetmeye başlamış,  sadece bayramlaşmak için eş-dost ve akraba ziyareti halini almıştır.

Ramazan Bayramı’nda bayram namazına gitmeden önce, bu gün oruç olmadığını belirtmek için, bir iki lokma yenilmesi âdeti bulunmaktadır. Bunun sebebi bayramın ilk günü oruç tutmanın haram olması nedeniyle oruçlu olmadığını göstermek ve Hz. Peygamberin, Ramazan Bayramı’nda, bayram namazından önce hurma yemesi sünnetini yerine getirmektir.”

Ramazan Bayramı’nda, bayramlaşma ziyaretine gelenlere ev sahibi şeker ikram eder. Bu nedenle bu bayrama Şeker Bayramı da denilmektedir. Bu günde şeker ikram edilmesi, Cem’in şeker kamışındaki tatlı öz suyunu bir nevruz günü bulup bundan şeker yapması rivayetine dayanmaktadır. İlk zamanlar nevruz günü ikram edilen tatlı yiyecekler daha sonra başta Ramazan Bayramı olmak üzere Kurban Bayramı’nda da ikram edilmeye başlanmıştır. Diğer taraftan, Ramazan Bayramı’nda tatlı türü yiyeceklerin ikram edilmesinin, Hz. Peygamberin Ramazan Bayramı’nda bayram namazı öncesi hurma yemesi uygulamasından kaynaklandığı iddia edilmektedir. Zira tabiin döneminde bazı kişiler un, tereyağı, bal veya hurma ezmesinden yapılan tatlı türlerini ikram etmeyi âdet haline getirmişlerdi. Türkiye’nin birçok yerinde bayram ziyaretine  gelenlere çay, kahve, meşrubat, meyve suyu, baklava, yaprak sarması ve meyve ikramı yapmaktadırlar. Osmaniye’de ise bayramda bayram kömbesi yapılır ve bayramlaşmaya gelenlere ikram edilir. Konya Lâdik’te, bayramlaşmaya gelenlere ikram etmek için su böreği, yaprak sarması hazırlanır. Ayrıca lokum, şeker ve kahve ikram edilir.

Ramazan Ayındaki Uygulamalar,

Oruç ayı veya ibadet ayı olarak da isimlendirilen ramazan, İslam’da farz olan orucun tutulduğu mübarek bir aydır. Hicri takvimin dokuzuncusu olan bu ay, oruç ibadetinin yanı sıra üç ayların (recep, şaban) sonuncusu olması, Kur’an-ı Kerim’in bu ayda nazil olmaya başlaması, içerisinde bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesinin (genel olarak 27. gecesi) bulunması, yatsı namazından sonra teravih namazının kılınması ve vacip olan fitrenin verilmesinden dolayı Müslümanlar için kutsaldır. Ayrıca ramazan ayı özellikle büyük şehirlerde bazı eğlence etkinlikleriyle geçirilir. Bu eğlence etkinlikleri teravih namazı ile sahur arasında gerçekleşir.

Ramazan ayında oruç tutulduğundan, iftar ve sahurda yöresel yiyecek ve içeceklerin yanı sıra orucu özellikle hurma, tuz, zeytin ve zemzem suyu ile açmaya özen gösterilmektedir. Bu gıdalar ile oruç açmanın sünnet olduğu inana bulunmaktadır.

İstanbul’da ramazanın ilk günü, iftar Fatih’teki Oruç Baba türbesinde açma geleneği yaygındır. İftar vakti yaklaştığında çoğunluğunu kadınların oluşturduğu kalabalık toplanmaya başlar ve akşam ezam okunduğunda oruçlarım, Oruç Baba’nın yaptığına inandıkları gibi, sirke ve ekmekle açarlar. Halk arasındaki inanışa göre, Oruç Baba 1453 yılında İstanbul kuşatmasında askerlere su ve yemek tedarik etmekle görevli bir askerdir ve su kıtlığında bile askerlere su dağıtmayı sürdürdüğünden, baba lakabım almıştır. Başka bir inanışa göre, Oruç Baba çok fakir olduğu halde orucunu tutup iftarını da bir parça kuru ekmek ve sirkeyle açmıştır. Dolayısıyla Ramazan ayının ilk iftarım Oruç Baba Türbesi’nde onun orucunu açtığı gibi açanların dileklerinin gerçekleşeceğine inanılmaktadır.

Günümüzde uygulanmayan fakat Osmanlı dönemi Ramazan sofralarının en önemli özelliklerinden bir tanesi, konaklardaki çok çeşitli ve leziz yemeklerin ikram edildiği iftar sofralarının yanı sıra konak sahibi tarafından iftara gelenlere verilen diş kirası uygulamasıydı. İftar yemeği veren kişi, iftarını yapıp teravihe gitmek üzere konaktan ayrılan misafirlerine kadife keseler içerisinde gümüş tabaklar, kehribar tespihler, gümüş yüzükler hediye ederdi. İftara gelen misafirler fakir ise onlara ev sahibinin zenginlik durumu ve cömertliğine bağlı olarak içinde gümüş akçe veya altın para olan bir kese diş kirası olarak verilirdi. Diş kirasının verilme sebebi, davetlilerin o gece zahmet edip gelerek konak sahibinin sevap kazanmasına vesile olmasıydı.

Kaynak: Türk Halk İnanışlarında Yiyecek ve İçecekler- Sami KILIÇ

İftar Adetleri, Eski İstanbul’da Ramazan Gelenekleri 

Ramazan ayına girmeden zengin fakir İstanbul halkı, iftar yemekleri için hazırlık yapardı. Sofra takımları, siniler elden geçer, davetliler için hazır hale getirilirdi.

Ev halkının kendi arasında yaptığı iftarlarda herkes minderlerde halka halinde oturur, sofralar alçak iskemleler üzerinde bulunan bakır siniler içine hazırlanırdı. Ezana birkaç dakika kala sofra başına oturmak ve sessizce iftar vaktinin gelmesini, iftar topunu beklemek adetti.

İftar topları Tophane ve Beyazıt meydanlarıyla, Selimiye Kışlası’ndan atılırdı. Eskiden iftarlarının dini yönüne fazla önem verenler, oruçlarını mukaddes kabul edilen yerlerde bozarlardı. Akşam ezanından evvel Ayasofya Camii’ne, Eyüp Sultan Türbesi’ne gidilir, burada kayyım ve türbedarların verdikleri zemzemlerle oruç açılır, akşam namazı eda edildikten sonra bir aşçı dükkânına gidilerek yemek yenirdi. Asıl adı Şeyh Zekai Mustafa olan Oruç Baba’nın Topkapı Pazar Tekke’deki türbesinde ramazanın ilk günü bir yudum sirke ile oruç açmakla dileklerin kabul edileceğine inanılırdı.

İftar yemeği iki bölümden oluşurdu. İlk bölümde “iftariyelik” denilen bir tür kahvaltı yenirdi. İftariyelik diye anılan küçük bakır kaplar içinde hünnap, portakal, incir, gül reçelleri, balkan kaşarı, kirlihanım, dilpeyniri, balık yumurtası, pastırma, sucuk gibi yiyecekler bulunurdu. Oruç, zemzem veya hurmayla açıldıktan sonra iftariyelikler yenerek sofradan kaldırılır, akşam namazına geçilirdi. Namazdan sonra esas yemekler başlardı. Önce çorba içilirdi. Eski İstanbul halkı, ramazanda işkembe çorbası içmeyi çok sevdiğinden birçok kişi iftardan önce ellerinde büyük kâselerle, işkembeci önlerinde kuyruk oluştururlardı. Çorbadan sonra pastırmalı yumurta, ardından bir et yemeği, iki türlü sebze, pilav, börek nihayet kadıngöbeği veya baklava yenerek yemek faslı bitirilirdi. Eski İstanbul’da iftar yemeklerini bitiren en önemli tatlı, kaymaklı güllaçtı. Mevlana kapı ile Silivri kapı arasında imal edilen güllaçlar, Yemiş İskelesi veya Asmaaltı’na getirilir, renkli kâğıtlara sarılarak satılırdı.

Tiryakiler, topun patlamasını dört gözle beklerler, bir yudum suyla oruçlarını bozduktan sonra hemen tabakaya, keseye veya hazır çubuklara el atarlar, içebildikleri kadar tütün içtikten sonra yemeğe başlarlardı. Ramazanın ilk haftası içinde ahbap arasında davetsiz olarak büyüklere iftara gitmek bir hürmet olarak kabul edilirdi.

Zengin ve vükela konaklarında iftarlar daha farklı geçerdi. Sadrazamlar, nazırlar, gerek memurlarına  gerekse halka iftar davetleri düzenlerlerdi. İftar davetleri buralarda üç sofra olarak tertip edilirdi. Birinci sofrada konağın sahibi tarafından davet edilen resmi zevat mabeyinde; ikinci sofrada hanımefendinin davet ettiği kimseler ve yaşlı hanımlar haremde; üçüncü sofrada da semtin fakir halkı, satıcıları, mahalle bekçileri, selamlık odasında ağırlanırdı. Zenginlerin ve vükelanın 30-40 odalı mükellef yalılarında, köşklerinde iftar için konak kapıları ardına kadar açılır, davetli davetsiz birçok insan, iftara gittikleri bu yerlerde hürmetle karşılanırdı. Davet sonunda sosyal mevkiine göre misafirlere diş kirası adı altında hediyeler verilirdi.

Mabeyinde yemek yenildikten sonra, çubuk, kahve, şerbet içilir ve meşhur bir hayaliden Karagöz seyredilirdi. Bazen de edebi sohbetlere girişilir, şiirler okunur, dini konular açılınca Kısas-ı Enbiya’dan örnekler okunurdu. Ramazan kışa rastlıyorsa karanfil kokulu leblebilerle beraber, büyük bardaklarla boza içilirdi.

Saray iftarlarında yemekler, mücevherli sahanlarda, altın tabaklarda verilir ve ramazanın ilk iftarına hanedana mensup bütün sultanlar gelirdi. Emektar saray kadınları, pek maharet isteyen emir dolması, Sultan Reşad pilavı, pirinçli muluhiyye gibi saray yemekleri yaparlardı. Teşrifata göre sırasıyla nazırlar, sonra ileri gelen Anadolu ve Rumeli eşrafıyla yüksek seviyedeki memurlar, bu iftarlara katılırlardı. Askeri öğrenciler de Yıldız Sarayı’ndaki iftarlara öğretmen ve yöneticileriyle beraber davet edilirdi.

Eski İstanbul’da yaza rastlayan ramazanlarda iftarı bahçede yapmak âdetti. Bu iftarlar, ev içinde yapılan iftarlara göre daha uzun sürerdi. Büyük halılar, uzun namaz seccadeleri bahçeye serilir, kadınların bulunduğu yerler, bir paravanla ayrılarak teravih namazı eda edilirdi. Bu iftarlarda ağaçlar, rengârenk fenerlerle donatılır, hattâ ağaçlar arasına mahyacıklar bile kurulurdu.