Tulumbacılar Ocağı Kimdir? Ne Zaman Kuruldu? Tarihçesi

Tulumbacılar Ocağı Kimdir? Ne Zaman Kuruldu? Tarihçesi

İstanbul’da Osmanlıların ilk dönemlerinde yangın söndürme araç ve gereçleri bedestende durur, gereksinimi olan bunları alarak yangın söndürmeye giderdi. Kentin hızla büyümesi sonucu bu uygulama yetersiz kalınca, Yavuz Sultan Selim döneminde (1512-1520) Yeniçeri ocağı yangın söndürme işiyle de görevlendirildi.

Yangın söndürme araç ve gereçleri, şehremini tarafından sağlanıp yeniçeri ağasına verilmeye ve bunlar Ağa kapısında saklanmaya başlandı. Bu uygulama da istenilen olumlu sonucu vermeyince, Yeniçeri Ocağı’na bağlı olarak Dergâh-ı âli tulumba ocağı adlı bir ocak kuruldu ve İstanbul’da çıkacak yangınları söndürmekle görevlendirildi, ilk tulumbacıbaşılığa da Derviş Ağa getirildi (1720).

Derviş Ağa’nın maiyetine bir kâtip, kethüda, çavuş yamağı, odabaşı, elli kadar tulumbacı ve saka verildi. Acemi oğlanlarından tulumbacı yetiştirilen ocaktaki görevlilerin sayısı artarak, 1804’te 530 kişiye ulaştı. Yangınlar, yeniçeri ağasının genel denetimi altında söndürülürdü. Bu tür uygulamalar 1825’e kadar sürdü. Bu tarihte İstanbul’da belli başlı her mahallede, devlet dairelerinde, kiliselerde vb. yerlerde, birer tulumba takımı oluşturuldu. Bu takımlar, önceleri “ağa” sonraları “reis” denilen kişilerce yönetildi. Reisler, yangın söndürmeye katılmaz, bu işi “ikinci reis” denilen yardımcıları yerine getirirlerdi, ikinci reisten sonra “fenerci , “borucu”, “kökenci” ve “hortumcu” gelirdi.

Tulumbayı yangın yerlerine sırtlarında koşar adım taşıyanlara İse “uşak” denirdi. Bunlar, tulumbayı saplarından omuzlayarak taşıdıklarından birbirlerine “omuzdaş” diye hitap ederlerdi. Fenerci, tulumba takımının ağası, yol göstericisi ve yangına en önde gideniydi; borucu, su sıkılan boruyu taşır ve alevlere su sıkardı; kökenci, borucunun kullandığı boruyu tutarak düşmemesini sağlar, hortumcu da hortumları kullanırdı. Uşaklar arasında çıkan anlaşmazlıkları çözümlemek fenercinin göreviydi. Reis, yangına giden tulumba takımını, genellikle at üzerinde izlerdi.

Yangına koşar adım gidildiğinden uşakların yorulmaması ve gidiş hızının azalmaması için uygun zamanlarda takım değiştirilirdi. Tulumbacılar yangına giderken ve yangından dönerken hangi semt ya da mahallenin tulumba ocağından olduklarını belirtmek için halkın kalabalık olduğu yerlerde “Heeeyt! Karada aslan, denizde kaplan, var mı bize yan bakan, Kasımpaşa’nın yiğitleri bunlar” gibi tekerleme şeklinde naralar atarlardı.

Yangını söndüren tulumba takımına, kurtardıkları evin sahibi “hisse” denilen (genellikle kurbanlık koyun) bir ödül verirdi. Hisse, reis tarafından tulumba takımındakilere bölüştürülürdü. Bunun dışında borucu, kökenci ve fenerciler ev sahibinden borucu bahşişi adıyla para da alırlardı.

Rekabet yüzünden çoğu zaman çeşitli tulumba takımları arasında kavgalar çıkardı. Tulumbacıların giysileri önceleri yeniçerilerin aynıydı. Başlarına “tas” denilen bakır bir başlık; üstlerine kolsuz birer gömlek, dizkapaklarına kadar inen bir don giyerler, gömleklerinin düğmelerini iliklemezlerdi. Tulumbacı giysileri zamanla değişikliğe uğradı, yangına yalınayak gidilmesi gelenekleşti. Tulumbacılar son zamanlarda “mintan” denilen kukuletalı, koyu devetüyü renginde aba ile potur; başlarına siyah ve kalıplı sıfır numara fes giyerler, feslerinin üstüne de Trablus kuşağı ya da ipekli mendil, bellerine Girit kuşağı sararlardı. Ayaklarına uşaklar yemeni, reisler ise yumurta topuk iskarpin giyerlerdi. Zamanla esnaf takımının yanı sıra İstanbul’un varlıklı ve ünlü ailelerinin çocuklarından da tulumbacı takımlarına girenler oldu. itfaiye örgütünün kurulup yaygınlaşmasından sonra, tulumbacılık tarihe karıştı.