EdebiyatGenel Kültür

Türk Edebiyatında Doğa Sevgisi


Divanü lügatit Türk’teki en eski örneklerden başlayarak türk halk edebiyatında doğaya ait canlı betimlemelerin yer aldığı görülür.

Dağlar, yaylalar, pınarlar, bozbulanık akan seller, akarsular, kırlar, turnalar, yeşilbaşlı ördekler halk şiirine konu olur.

Divan şiirini ise, doğaya yöneltilmiş gözlemin yerine, bütün şairlerin tekrarladığı ortak mazmunlar besler.

Mesnevilerde, kasidelerin nesip bölümlerinde güneşin doğması, batması, bahar, kış mevsimleri efsanelerden, inanışlardan kaynaklanan abartmalarla anlatılır. Gazellerde bülbülle gül âşıkla sevgilinin durumunu anlatmak için, servi sevgilinin boyunu, sümbül saçını, nergis gözünü konu edinmek için birer benzetme öğesidir.

Tanzimat döneminde Namık Kemal eski edebiyatı “doğanın ve gerçeğin dışında kaldığı” için eleştirmişti; ancak kendisi de örneğin İntibah’taki çamlıca betimlemesinde bir kasidenin nesip bölümünü romana uygulamış görünüyordu. Abdülhak Hamit Tarhan’ı doğayı, kır ve köy insanını kuşatan doğal çevreyi konu edinen Sahra’sı (1879), doğayı yüceltişiyle kendinden sonraki yazarlar (örn. Cenap Şahabettin) üzerinde de etkili oldu. Bu dönem Doğa’ da Tanrı’nın yansımasını gören panteist dünya görüşüne bağlı kaldı. Servet-i fü-nun yazarlarının (örn. Halit Ziya Uşaklıgil) dış dünyaya, gerçeğe yönelttikleri dikkatli gözlemler, dile getirdikleri doğaya ayrıntılar kazandırdı. Ancak şiirde doğa kitaplardan, resimlerden kaynaklanan bir çevre, şairin kendi ruhunun bir aynası olmaktan kurtulamadı.

Milli edebiyat akımıyla birlikte büyük kentin gerçeklerinin dışına taşan edebiyat (Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu vd.) ayrıntılı doğa görüntüleri verdi. Halikarnas Balıkçısı, Sait Faik Abasıyanık doğanın görkemli bir parçası olarak denizi anlattılar. Köy çevresini canlandıran edebiyat (Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Talip Apaydın vd.) bu görüntüleri Orta Anadolu bozkırından Çukgrova’ya, Ege’den Munzur dağlarına uzanan geniş coğrafya üzerinde zenginleştirdiler.