Türk folklorunda eve ilişkin pek çok inanış vardır. Anadolu’da günümüzde de yaygın olan bu inanışlardan bazıları şöyledir: Yeni yapılacak evin temeli kazıldığında kemik ya da su çıkarsa uğursuz, ağaç kökü ya da kiremit parçaları çıkarsa uğurlu sayılır. Evin temeli atıldıktan sonra kurban kesilip başı temele gömülür. Bu yapılmazsa evden birinin öleceğine inanılır. Temele altın ve gümüş para gömme de yaygın geleneklerdendir.
Bazı yörelerde bu paralar evin aydınlığını ve evde oturanların esenliğini simgeler, bazı yörelerde ise altın erkek, gümüş kız çocukların esenliğine işarettir. Yapılmakta olan evin çatısına bayrak asma, evin bayrak kadar sürekli olması içindir. Bazen de çatıya, murada ermeyi simgeleyen yeşil bir dal konur. Yeni bir eve taşınırken ilkin Kuran, ayna ve biraz tuz götürülür. Tuz hemen katılaşıp sertleşirse evin uğursuz olduğuna inanılır. Yeni bir eve pazartesi ya da cuma günü taşınılır, yerleştikten sonra kurban kesilip komşular davet edilir ve mevlüt ya da Kuran okutturulur.
Eve ve evde oturanlara nazar değmemesi için evin dış kapısı üzerine, görünür bir yere birbirine bağlanmış at başı kemiği, üzerlik tohumu ve gök boncuk asılır Kapıya kaplumbağa kabuğu, köpek kafatası, süpürge, sarımsak, at nalı, geyik boynuzu ya da üzerinde “ya hafız” ya da “maşallah” yazan bir levha asmak da yaygındır Evdekileri nazardan korumak için eşiğe mavi boncuk gömmek, evin bir yanına geyik tırnağı ya da kurt tırnağı çakmak ya da çakal kafası asmak da yaygın uygulamalardandır. Bazı yörelerde de şap, eski ayakkabı, çörekotu, üzerlik tohumu, sarmısak bir çıkın içine konarak evin bir yanına asılır İğde dalı asılan eve nazar değmeyeceği de yaygın inanışlardandır
Gelenekselliğini koruyan bazı yörelerde ev alan ya da taşınan kişi ocağı ilk kez yaşlı, mutlu bir yaşam sürmüş, çocukları olan yaşlı bir kadına ya da erkeğe yaktırır Eve girerken ilkin sağ ayak eşikten atılır. Evin ilk eşyasını genç bir kız ya da delikanlı sererse uğur getireceğine inanılır İçinde oturanlardan birkaçının başına kötü olaylar gelmişse o ev uğursuz sayılır, böyle evlerde oturulmaz, satın alınmaz.
Bazı evlerde de yatır bulunduğuna inanılır. Bu evlere geceleri nur yağdığı inanışı varsa da genellikle bu tür evlerde oturmaktan kaçınılır. Evin çevresine ekmek kırıntısı, soğan kabuğu atılmaz, kirli su dökülmez. Bunu yapanı cin çarpacağına inanılır. Evin eşiğine oturulursa, oturanın iftiraya uğrayacağı, evin bereketinin kaçacağı inanışı vardır Eşiğe oturan hamile kadının çocuğunun boynuna kordon dolanacağına inanılır Evin kilerine, bereket getirmesi için nisan yağmuru suyu serpiştirilir ve besmele çekmeden girilmez, yiyecek alınmaz.
Günümüzde de süren bu inanışlardan çoğunun kökeninde şamanlığın izleri olduğu dikkati çeker
Oğuz Kağan destanı’nda Oğuz’un, seferleri sırasında duvarı altından, pencereleri gümüşten, çatısı demirden, kapısı kilitli bir ev bulduğu anlatılır. Dede Korkut kitabı’nda Kazan Han’ın görkemli otağı “dünlüğü altın ban ev” (bacası altın otağ) diye adlandırılır.
Edebiyat yapıtlarında ev, içinde oturulan yapı olduğu kadar evde yaşayan aile anlamında da kullanılır. Divanû lügat it-Türkte verilen örnekler arasında “Er evini özledi”, “oğul bana evi özletir” gibi cümleler dikkati çeker.
Masallarda 10 odalı ev, tekin olmayan ev gibi motifler sık sık yer alır Divan şiirinde gönül, ev (beyt) diye adlandırılır. Sevgilinin evinin kapısı, eşiği, âşığın ulaşmayı dilediği yerdir.
Tanzimat’tan sonraki edebiyatta eve ait ayrıntılı tanımlamalara yer verildi. Namık Kemal İntibak (1876) romanında kahramanlarından Mahpeyker’in kişiliğiyle yaşadığı ev arasındaki benzerliği sergilemişti. Tevfik Fikret’in “aşiyan” diye adlandırdığı ev huzurlu yaşamın çerçeve-sidir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Kiralık konak (1922) romanında ev, üç kuşağın insanlarının dünya görüşü ve yaşama biçimlerindeki ayrılıkların bir aynasıdır. Abdülhak Şinasi Hisar’ın Boğaziçi yatılan (1954), Geçmiş zaman köşkleri (1956) gibi kitaplarında eski evlerdeki yaşam, eski uygarlığa ait renkler içinde canlandırıl-mıştır. Orhan Kemal Baba evi (1949), Dünya evi (1960), Evlerden biri (1966) gibi kitaplarında ise çok farklı yaşama biçimlerini dile getirir.
Ev ile insanın ilişkileri üzerinde geniş biçimde duran bir şair, bir kitabı Evler (1953) adını taşıyan Behçet Necatigil’dir.