Türkler Neye Güler? Milli Mizah
Niçin güleriz ve nelere güleriz? Mahlûklar içinde yalnız insanoğluna hâs olan gülmenin mâna ve mahiyetini izah maksadıyla filozoflar, psikologlar ve sosyologlar ortaya türlü nazariyeler atmışlar ve bu beşerî hâdiseyi kendi zaviyelerinden tefsire gayet etmişlerdir.
Fakat, gülmenin fiziyolojisi, ruhî ve içtimaî mekanizmasını anlatan güldüren nesne ve hâdiselerin tahlili ile uğraşanlar, muhtelif devir ve cemiyetlerin bu bakımdan gösterdikleri farklar üzerinde kafi deercede durmamışlar ve milletlerin karakterleri ile milliı mizahlar arasındaki sıkı bağlılığı pek belirtmemişlerdir
Şüphesiz, hangi millete mensup olursa olsun bütün müşterek hususiyetler vardır. Cemiyet farklarına rağmen, insanların hemen aynı nesne ve hâdiseler karşısında gülmek ihtiyacını duyduğunu iddia etmek, hiç de mübalâğalı sayılmaz. Fakat ancak-küt çizgilerde beliren bu benzerliğin arkasında, milletlerin, hattâ aynı millet içinde muhtelif kültür muhitlerinin gülme davranışları birbirinden nüans farklariyle ayrılır. Her devir ve muhit Kendi karakter ve şahsiyetiyle kavradığı ve içine sindirdiği komik vazıyetler karşısında, kendine hâs bir gülme ile mukabelede bulunur. Gülümsemelerimizde ve kahkahalarımızda ferdiyetimizin payı kadar, içinde, yaşadığımız muhitin de hissesi vardır Bu bütün çıplaklığıyla kavramak için, muhtelif milletlerin mizahını aksettiren hikâyelere, fıkralara ve karikatürlere bir bakmak kâfidir. Aynı devirde değişik kültür çevrelerinde mizah farkları, aynı cemiyetin muhtelif devirleri arasında mukayese yapılınca da meydana çıkar.
Bu bakımdan nelere ve niçin güldüğünü söyle, sana kim olduğunu söyliyeyim demek mümkündür. Milletlerin mizah zevk anlayışlarına, kollektif şahsiyetlerinin bütün davranışları sinmiştir
Nasrettin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa, Yeniçeri, Bektaşi, softa fıkralarında tecelli eden Türk halk mizahı, dikkatli bir tahlile tabi tutulacak olursa, millî şahsiyet davranışlarımızın! bir çoğunu açığa vurur.
Bu hikâye ve fıkraların komik mihveri, sözde değil, vaziyet ve harekettedir. Halkımız, cinas ve kelime oyunlarının yarattığı nükteden ziyade, vaziyet ve hareketin tuhaflığına güler. Söz, aslında ancak tuhaf olan vaziyetin son bilânçosunu çıkarır ve manayı çerçeveler.
Meşhur Nasrettin Hoca fıkrasında «kazanın doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne neden inanmıyorsun?» sözü, ancak bütün komediyi hulâsa ettiği için güldürür. Kazan ve tencere fıkrasının asıl mihveri, lüpçülüğün uğradığı gülünç âkıbettir.
Bekri Mustafanın havuza girip de «Buraya Kaptan paşa karışır» demesinde güldüren saik, bir zamanlar îstanbulu kasıp kavuran «Subaşı tahakkümünden kendini ancak suya atmak suretiyle kurtarabilen Bekrinin halidir. Söz, bu fıkrada da tabloyu bir kat daha belirten çerçeveden başka bir şey değildir. Nitekim Türk halk mizahının bu hususiyetini pek iyi kavramış olan bir Fransız türkoloğu, Nasrettin Hoca fıkralarını birbirine ekliyerek, hâdiseler karşısındaki tenkid ve hiciv kudretimizi gösteren bir mizahî roman meydana getirmeyi denemişti.
Milletlerarası mizahla, beşeriyete gülen insanlar, millî mizahlarıyla kendilerine gülmekte devam edeceklerdir. Zaten ideal olan şey, beşeriyetin seri halinde imâl edilmiş emtia gibi, birbirinin eşi topluluklardan teşekkül etmesi değil, her biri kendi dehasını kemaline erdirmiş farklı bir şahsiyeti cemiyetlerin cazip, ahenkli ve mesut bir insanlık kurmalarıdır.